12 Eylül faşist askeri darbesinin 40. yıldönümünde özgürlük düşmanları yine idam çığlıkları atıyorlar. 40.yıldönümü derken 12 Eylül rejimi sonlanmış değil. Tam tersine AKP iktidarıyla tamamen kalıcılaşmış ve güncelleşmiş bir rejim. Zaten AKP 12 Eylül rejiminin bir ürünüdür. 12 Eylül rejimi yurttaşsız devleti hedeflemişti. Hak ve özgürlükleri olan yurttaşlar değil, devletin tebaası, canlı nesne bireyleri hedeflemişti. Bugünkü rejim de toplumsuz milleti hedefleyen bir rejim. Kurumsuzlaşmış, anayasasızlaşmış, kanunsuzlaşmış, her alanda belirsizliğin, kuşkunun egemen olduğu bir rejim. Buna plebisiter otoriterlik veya otoriter popülizm rejimi de diyebiliriz.

12 Eylül bozarak, yıkarak iktidarı sürdürme ve iktidar karşıtlarını cezalandırma rejimiydi. Dünyanın her tarafında Anayasalar devlete karşı vatandaşı koruma amacıyla yapılırken, 12 Eylül anayasası devleti vatandaşa karşı korumak amacıyla dizayn edildi. Kutsal Türk Devleti ibaresine yer verdi. Ölüm cezası anayasal hüküm haline getirildi. Güvenlik güçlerine öldürme yetkisi veren ve yargısal dokunulmazlık zırhıyla taçlandıran bir anayasa inşa edildi. 12 Eylül anayasası ırkçı bir anayasaydı. Şimdiki de öyle. Askeri darbenin ilk işi esas olarak Kürtçeyi yasaklayan 2932 sayılı yasayı düzenlemek oldu. 12 Eylülün nedenleri söylenirken hep “Gelişen sol muhalefeti ezmek ve 24 Ocak kararlarını yürürlüğe sokmak için yapıldı” denir. Doğrudur ama eksiktir. Diğer çok önemli neden de gelişen Kürt özgürlük hareketini bastırmak, boğmaktı. Nitekim cuntanın başı Kenan Evren sonradan yaptığı bazı açıklamalarında "1980 öncesi bölgeden helikopter ile geçerken darbe yapılmasının gerekliliğine inanmıştım" demişti. 12 Eylül rejiminin en kötü miraslarından biri de 20’si adli, 35’i siyasi olmak üzere 55 kişinin idamıdır.

40 yıldır iktidarlar ne zaman sıkışsa, yarattıkları problemlerde ne zaman çaresizliğe düşseler gündemi değiştirmek için idam tartışmasını devreye sokarlar. İdamı niçin isterler? Esas olarak Kürt ve sol muhaliflere karşı uygulamak için. Ölüm cezasına iki açıdan bakılabilir. Anayasa hukuku açısından ve ceza hukuku ile kriminoloji (suç bilimi) açısından.

Anayasa hukuku açısından baktığımızda tüm uluslararası sözleşmeler ve belgeler yaşam hakkını güvence altına almışlardır. 1215 tarihli Magna Charta bu konuda ilk adımı atmıştır. Ulusalüstü sözleşmeler ve belgelere göre yaşam hakkı kişinin vazgeçilmez, dokunulmaz hakkıdır.

Ceza hukuku açısından bakıldığında; bu cezanın çağdaş ceza hukuku ve tanımına, anlayışına uymadığı açıktır. Yani ölüm cezası bir ceza değildir. Cezanın amacı çağdaş ceza hukukuna göre suç nedenlerini yok etmektir. Oysa ölüm cezası suç nedenlerini değil, insanı yok eder. Ölüm cezasının suçları önlemekte de bir etkisi yoktur. Deneyler ve bilimsel araştırmalar ağır cezaların suçları önlemede etkin olmadığını göstermiştir. 1953 yılında İngiltere’de oluşturulan "Ölüm cezası kraliyet komisyonu" dünyanın her tarafından topladığı bilgilerden sonra düzenlediği raporda; "ölüm cezasının kaldırılması, ilgili suç oranını artırmamakta, yeniden konulması da suç oranını azaltmamaktadır" demiştir. 1863’den beri ölüm cezasını uygulamayan Belçika hükümetinin Kraliyet komisyonuna gönderdiği raporda da şöyle deniyor; "Ölüm cezası kalktığından beri, bu cezanın ortadan kalkmasının yol açtığı hiç bir suç artışına rastlanmamıştır." 1850’den beri ölüm cezasını uygulamayan ve 1870’de yasalarından çıkaran Hollanda hükümet ide kraliyet sorularına verdiği yanıtta; "Kesinlikle anlaşılmıştır ki sivil ceza hukukundan ölüm cezasının kaldırılması suçların ağırlaşması veya çoğalması sonucunu doğurmamıştır" demiştir. Norveç hükümeti de aynı komisyona verdiği raporda; "Deney büyük bir başarıya ulaşmıştır. Bu deney ölüm cezasının kaldırılmasının suç sayısında bir artırma meydana getirmediğidir" demiştir. Ölüm cezasını 1874’te kaldıran İsviçre komisyon raporunda Profesör Graven şöyle yazmıştır; "İsviçre parlamentosunun bir üyesinin de 1928 yılında belirttiği gibi ben devleti bir cellat olarak değil, suçları ve kötülüğü önlemeye çalışan, suçluyu düzeltmeye gayret eden bir terbiyeci olarak görüyorum. Bugünkü İsviçre’yi, bu eski demokrasiyi cellat kılıfına girmiş düşünemiyorum".

Albert Camus ve Koestler tarafından ortaklaşa yapılan incelemede; ABD’de ölüm cezasını kaldıran eyaletler ile kaldırmayan eyaletlerdeki suç oranları karşılaştırıldığında; "Bu rakamların incelenmesinden bir tek sonuç çıkarılabilir; ölüm cezası ister uygulansın ister uygulanmasın veya bu cezanın yürürlükte olduğu veya olmadığı devletler karşılaştırılsın, elde edilen suçluluk oranları bu rakamların belirlenmesinde ölüm c ezasından çok, başka faktörlerin rol oynadığını gözler önüne sermektedir" deniyor. Bütün bu incelemeler ölüm cezasının suçları önlemede bir etken olmadığını göstermektedir.

Ölüm cezası insan onuruyla bağdaşmayan bir cezadır. Öç alma niteliğinde bir cezadır. Ölüm cezasında insanı yeniden sosyalleştirme, topluma kazanma değil, yok etme vardır. Öldürme ilkel ve insanlık dışı bir eylemdir. Mahkemeler her zaman yanılgıya düşebilir. Adli hatalar meydana gelebilir. Ölüm cezasında düzeltme ve geriye dönüş yoktur. Ölüm cezasının çekindirme etkisi de yoktur. Yüzyılın başında İngiltere’de yapılan bir istatistiğe göre; 250 ölüm mahkumundan 170’i daha önce bir yada iki ölüm cezasının infazında bulunmuştur. 1886 yılında Bristol Cezaevinden gelip geçmiş olan 167 idam hükümlüsünün 164’ü daha önce hiç değilse bir infaz olayında hazır bulunmuştur. Danimarka cezaevi genel müdürü Eric Kampmun ölüm cezası uygulanmayalı beri suçluluk oranında düşüş olduğunu belirtmiştir.

Siyasal suçlarda ölüm cezasının sakıncaları daha da ağır ve belirgindir. Çünkü siyasal suçlar zamana göre değişkendir. Siyasi suçlu şu an itibariyle mücadelede yenik düşmüştür. Ama bir de yarın vardır.

Ölüm cezası "Kana kan isteme gibi" ilkel bir anlayışın ürünüdür. Ünlü ceza hukukçusu Meccaci şöyle diyor; "Herhalde ölüm cezası ahlak örneği vermez .Bilakis halkın ahlakını tahrip eder. Vahşet ve kana susamayı tahrik eder, intikam duygusunu besler"(Faruk Erem C eza Hukuku, sy 188) "Halen ölüm cezasının ortadan kaldırılmasına engel olan şey bir düşünce değil, batıl bir itikattır. Cinayetlere karşı toplumu ancak ölüm cezasının kurtarabileceği yolunda batıl bir inanıştır" (Age sy 189)

Ünlü Fransız düşünürü Guisot da siyasal suçlarda ölüm cezası konusunda şunları söylüyor; "Eğer bir iktidar bir adamın öldürülmesine gereksinme duyuyorsa, gerçekten böyle bir gereksinme varsa o halde bu iktidar kötüdür. Siyasal suçlara ölüm cezasında iktidarın aradığı şey adalet değil, sadece kendi güvenliğidir. Fakat aradığını bulamaz, aramadığını bulur. İfrattan nefret ederim. Çünkü ifrat yalandır. Bugün siyasal suçlarda ölüm cezasının tek savunucusu kalmıştır; korku". Ölüm cezası gerçekten suçtan aşağı bir cezadır.

Bahçeli ve idamı savunan AKP’liler cellatlığa soyunuyorlar. AKP-MHP diktatörlüğü halklara karşı o kadar suç işlediler ki halklardan korktukları için idamı getirmek istiyorlar. Lakin nafile. Aslında çok istemesine rağmen Erdoğan da idamın gelmesinden ürker. Suçlarından dolayı günün birinde başına gelme olasılığından ürker.

İdam özet olarak devlet eliyle işlenen taammüden cinayettir. Kim olursa olsun, ne yapmışsa yapsın tüm insanların yaşam hakkını savunmalıyız. Cellatlığa hayır.