kendimi bildim bileli solcu olduğumu sanıyorum. kaç yaşında nasıl başladı, ilk çınnn işaretini ne zaman duydum bilmiyorum.. öyle sanıyorum ki çoğu insanın ruhu doğuştan isyankar ve tanrıya muhtaç olmadan doğruyu ve herkes için adaleti arayanlarına da solcu deniyor. ben öyle algılıyordum belki de..

az gelişmiş -nezaketle gelişmekte olan- her ülkenin solcusu ya da şöyle böyle muhalifi duygulardan ajitasyondan hamasetten beslenir biraz… duygularımdan beslendiğim doğrudur ama ne ajitasyon ve ne de hamasetin coşturduğu insanlardan değilim. bir tek olay hariç!

2000 senesindeyiz, türkiye’nin her yanındaki cezaevlerinde tutuklu ve hükümlüler açlık grevlerine başlamışlar, açlık grevleri ölüm oruçlarına dönüşmüş. f tipi cezaevleri hızla inşa edilmiş ve tümünü de o tabutluklara atacaklar. başka çare bulamamışlar, ne aklımın ve ne de vicdanımın almadığı bir ölüm orucu başlamış her yerde. cezaevlerinde müvekkillerim var, dostlarım var, tanıdıklarım var. her gittiğimizde tümünü birden görme şansımızın olduğu bir sürü devrimci tutsak var içerde. açlar..

açlık haftaları, haftalar ayları kovalamış o halde tetikteyiz tümümüz. tetikteyiz kim ne zaman sakat kalacak ne zaman hastaneye kaldırılacak bilmiyoruz. ben sadece açlık çeken insanların karşısında sigara içmekten muzdaribim. ağırlaşan zaten görüşe çıkmıyor. basının her namussuz kademesinde f tiplerini öven aşağılık yazılar yazılıyor. tabutluğun şimdiki mahkumu tuncay özkan ne istiyor bunlar, buralar beş yıldızlı otel konforunda diye döktürüyor köşesinde tüm devlet kalemşörleri ile beraber..

bir yandan dönemin her daim bakanlığa layık görülen soyu tükenmişlerden hikmet sami türk bilinmez huyu ile kuru ağzını ıslata ıslata aman ne kadar da arayı bulmaya çalıştığını hönküren sessiz nutuklar atıyor.. tümümüz bakanlık, idare ve tutuklular adına birilerinin devreye girdiğini ve ölüm oruçlarının sonlandırılması için görüşmeler yapıldığını biliyoruz.. ne konuşuldu, nasıl oldu, artık geçmiş zaman konuşmanın anlamı da yok. oraya girersem hiç çıkamayacağım.. tetikte bekliyoruz

19 aralık sabaha karşı haber geliyor: cezaevlerine girmişler!!!!!!

nasıl yani . cezaevlerine girmişler.. bu kadar.. donnn diye başım dönüyor..

nasıl girmişler, nereye, kaç kişi, hangi silahlarla tahayyül edemiyorum, edemiyoruz..

hepimiz tüm avukatlar, tüm tutuklu yakınları şoktayız, haber alabilmenin imkanı yok.. kimi nerede ne yapmışlar, hangi koğuşlar, kaç kişi, ölüm oruççuları , tutuklular, kimse, kim nerede bilmiyoruz.. haberler uçuşuyor, tvler bizi tatmin etmiyor, biz ölmüşten beteriz..

canım hiç bu kadar yanmamıştı. bu duyguya çok benzeyen bir duyguyu sivas katliamında da yaşamıştım, kapalı yerde çaresiz insanlara dışarıdan yapılan aşağılık saldırı, korunmasız insanlar, sıkıştırılmış, yakılan insanlar.. şimdi daha kötüyüm.. bu insanlar emanet edildikleri devletin kurumlarında kıstırılmışlar, yarısı aylardır yatıyor zaten..

berbatım.. kaç arkadaşım, müvekkilim, tanıdığım içerde öldü, yaralandı, nasıl kavga etti, nasıl çaresiz bir hal var bilmiyorum.. akşam taksim’e çıkacağız.. hiç kimseyle bağım yok, kimseyi aramıyorum.. taksim’e çıkıyoruz yanımda sanırım bir arkadaşım var.. sadece polis bana saldırsın ve canımı yaksın istiyorum, hayatımda hiç böyle bir duygu yaşamadım, canım yansın istiyorum, polis beni dövsün istiyorum, felç olmuş her yanım.. içerdekilerle ancak böyle bağ kurarım hissediyorum, canım yanmalı çok istiyorum.. polis saldırıyor, ama bana bir şey olmuyor.. hepimiz sokaklardayız, arkadaşlarımıza ne oldu bilmek istiyoruz.. ama avukatız.. bir tek biz bulabiliriz belki kim nerede, bilmiyorum..

hava buz gibi, ertesi gün sonraki günler ve her gün haftalarca tekirdağ edirne kandıra dolaşıyoruz.. f tiplerinde , inşaatı yeni bitmiş kaloriferleri yanmayan cezaevlerinde sağ kalan müvekkillerimizi arkadaşlarımız arıyoruz.. sınırlı sayıda avukat her cezaevinde beş on kişilik tutuklu-hükümlü neyse adlarını üstlenip görüşmeye bulmaya çalışıyoruz.. kimin nerede olduğunu kimse bilmiyor.. birbirimize rapor veriyoruz, şunlar şurada sağ, durumu şöyle, böyle.. bir sürü bir sürü kabus dolu soğuk günler.. ilk günler bu insanlar sarındıkları çarşaflarla çıkıyor görüşe, giysileri yok, cezaevleri buz gibi epeycesi ölüm orucunda ve bırakmıyor.. berbatız..

kadınlar erkeklere göre daha şanslı, istanbulluların epeyi bakırköy’e atılmış.. gidiyoruz.. suratları olmayan kızlar çıkmaya başlıyor görüşe, yaralı kızlar, ölenler var.. berbatız.. kimsenin yüzüne bakamıyoruz.. neşelenmeye çalışanlara eşlik etmeye çalışıyoruz.. dışardan giden avukat her seferinde içerdekinin cesaretine hayranlık duyar ve onunla düzelmeye çalışır.. hepimiz üşüyoruz..

sonra sonra.. ölenler, yaralananlar, kimyasalla suratı eritilenler.. tümü ama tümü ortaya çıktı.. devlet yine masum, ölenler yine sanıktı.. biz yine sanık avukatları olduk mağduriyetlerimiz neredeyse hiç itibar görmedi.. operasyonda ölenler, ölüm oruçlarında ölenler.. ölenler ölenler..

hikmet sami türk denen adam eskizini gezi parkı’nda görmüştüm, gözlerime inanamamıştım.. aramızda dolaştı, o ifadesiz suratı ile.. o ve suç ortakları aramızda hala dolaşıyor.. biz hala mağduruz, arkadaşlarımız hala içerde.. ama yine de...

o gün bir daha olmasın istiyorum, 19 aralık günleri hep aklıma o günkü çaresiz cinnetimiz geliyor, kendi çaresiz cinnetim.. oradan sağ çıkan tanrılığı hak etmiştir, sadece bunu diyorum.. ölenleri ve kurtulanları bir kez daha selamlıyorum. sadece bir insan olarak, üzgünüm...