Bugün 24 Nisan. Anadolu’nun kadim halklarından Ermenilerin binlerce yıldır yaşadığı topraklardan sürülerek ölüme yollandıkları “büyük felaket”in başlangıcı olarak kabul edilen o meş’um gün... 24 Nisan 1915’de İttihat ve Terakki hükümeti, İstanbul’da yaşayan Ermeni aydınları ve siyasetçileri Anadolunun iç bölgelerine sürdü. Bu sürgün, yaklaşmakta olan felaketin habercisiydi. Osmanlı hükümeti Ermenilerin bütünüyle “tehcir” siyasetine başlamadan önce, bu siyasete muhalefeti örgütleyebilme kapasitesine sahip olduğuna inandıkları Ermeni halkının önderlerini susturmaya karar vermişti.

Kürt meselesine ilişkin yazacağım yazıların ilkini geçen hafta Hrant Dink’in sözleriyle açmıştım. Hrant, Ermeni sorununda Türkiye toplumunun henüz idrak aşamasında olduğunu söylüyordu. Kürt Sorununa ilişkin bir yazının, Ermeni Sorunu ile başlaması aslında tesadüf değildi. İkisi arasında yapısal bir ilişki var. Devletin Ermeni Sorununda uyguladığı dehşet siyasetini yargılamadıkça, Kürt Sorununda yol almamız zorlaşacak. 1915’in aktörlerinin başka kisvelerle hala aramızda olduklarını unutmamamız gerekiyor.

O dehşet siyasetini inkar edenler çoğunlukta. Ama bugün öyle! Geçmişte öyle değildi. Herkes neler yaşandığını biliyordu. Dolayısıyla o dönemdeki esas tartışma, Ermenilerin bu topraklardan sökülüp atılmasının meşru ve haklı olduğunu söyleyenlerle, bu siyasetin lanetlenmesi gerektiğini düşünenler arasında gerçekleşiyordu.

Bu yazıda sadece iki alıntı vereceğim. Bence neler yaşandığını bütün çıplaklığı ile gösteren iki alıntı... Her iki alıntı da, Osmanlı siyasetçilerine ait. Özellikle birincisi bu siyasetçilerin içinde son derece saygın bir yer işgal etmiş bir kişiye ait... II. Abdülhamid’e yaptığı sert muhalefet nedeniyle Abdülhamid dönemini Fransa’da geçirmek durumunda kalan, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin (İTC) kuruluş yıllarında Paris Şubesi Başkanlığını yapmış, İTC’nin önemli bir kanadının ideologu olan Ahmet Rıza aşağıdaki sözleri söylerken Ayan Meclisi’nin (Senato) Başkanı sıfatını taşıyordu.

Yıl 1918... Savaş bitmiş, ittihatçılar iktidardan uzaklaşmıştır. Bir süredir İttihatçıların siyasetlerine muhalefet etmekte olan Ahmet Rıza Bey, Ayan Meclisi Başkanlığına seçilmiştir. 1915 yılında yaşananlar Ahmet Rıza Bey’in üzerinde o derece travmatik etkiler bırakmıştır ki açış konuşmasının merkezine bu meseleyi alır. İşte o konuşmadan bir bölüm: “Divan-ı Ali Harbi Umumiye ... tehcir namı altında yapılan mezalimin (zulümlerin) servet ve selameti memlekete su-i tesiratını (ülkeye kötü etkilerini) tetkik ve muhakeme eyleyecektir. Halbuki hatiat ve mezalim-i siyasiye ile beraber KATLİAM, ALENİ ŞEKAVET (haydutluk) masuniyet-i şahsiyyeye (kişi dokunulmazlığı) ve emval ve mesakine (mallara ve meskenlere) tecavüz gibi bilcümle Osmanlılar hakkında birçok ef’al ve cinayat dahi irtikab edilmiş ve bilhassa Arap, Ermeni, Rum vatandaşlarıma şimdiye kadar TARİH-İ OSMANİ’de emsali görülmedik mezalim icra olunmuştur” (Meclis-i Ayan Zabıt Ceridesi, 1. Cilt, 21 Teşrinisani 1918, s.117, TBMM Basımevi, 1990).

İkinci alıntı ise bir Senatöre ait... Reşit Akif Paşa, kürsüden şunları söylüyordu: “bu Mülkte siyaseten irtikab ve ihtiyar edilen enva-i fazayıh (çeşitli alçaklıklar) harpte cereyan eden elemli, acıklı beliyyatı (sıkıntıları) katmer katmer geçmiştir... Enva-ı fazayihe cür’etle YÜZBİNLERCE HALKI açlıktan öldüren kimlerdir? Bugün zikredilen fazayıh ve su-i istimalattan bir kısmı askerliğe taalluk ediyor, kısm-ı diğeri ise tarih-i ümmemde görülmeyen alalhusus TARİH-İ MUKKADESE-İ OSMANİ’DE bir misline kat’iyen vasıl olmak imkanı bulunmayan birtakım fazayihten (alçaklıklardan) ibaret bulunuyor. Bunların esbab-ı mucibesi aranmaz da yalnız tüfek kurşunu karşısında öldürülen biçaregan mı aranır?... BEŞERİYETTEN, İNSANLIKTAN NEFRET EDİYORUM. Diyorum ki, bu mülke tasallut eden evlad-ı vatana sirayet eden o ahlaksızlığa bais olan eller kimlerdir, o hain ve mel’un firari paşalar, ahlak-ı islamiyye ve Osmaniyyemizi bitirdiler... Şu az müddetli hizmet-i ahirem içinde birtakım saire vakıf oldum ki, TÜYLER ÜRPERİR.” (Meclis-i Ayan Zabıt Ceridesi, 1. Cilt, 14 Teşrinisani 1918, s.92, TBMM Basımevi, 1990)

Bu söylenenler, 1915’de neler olduğuna dair o dönenmi bizzat yaşayanlarda herhangi bir kafa karışıklığı olduğunu gösteriyor mu?

Hiç sanmıyorum...