Hrant Dink’in Agos Gazetesi’nin önünde bir silahlı saldırı sonucu öldürülmesinin üzerinden 4 yıl geçti. Aradan 4 yıl geçmesine rağmen dava hala başladığı yerde. 20 sanıklı davada Mayıs 2010’dan beridir sadece 3 kişi tutuklu yargılanıyor.

“Sonuna kadar gidilecek” sözlerine ve olayın gerçek suçlularının kimler olduğu konusunda elde ciddi işaretler olmasına rağmen, ne yargı ne hükümet ne de meclis gerçek faillerin ve azmettiricilerin ortaya çıkarılması konusunda ciddiye alınacak, umut verecek bir adım atmış durumda. Davada Samast, Hayal ve Tuncel’den başka tutuklu kimse kalmadı.

Suçluları adalet karşısına çıkarması gerekenler figüranların ötesine geçilmesine istemiyorlar. Sabık İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah daha olayın üzerinden iki gün geçmesine rağmen ne yazık ki bu tür olaylarda duymaya alışık olduğumuz, ama artık inandırıcılığını yitirmiş ve bıkkınlık veren türden bir beyanat vermiş, olayın herhangi bir siyasi boyutu olmadığı ve örgüt bağlantısnın bulunmadığını açıklamıştı. Ama artık herkes bu cinayetin milliyetçi duygularla kendinden geçmiş ve galeyana gelmiş üç-beş ırkçı lümpenin münferit bir eylemi olmadığını biliyor.

Hrant katillerini, azmettiricilerini öldürülmeden önce hepimize işaret etmişti. Hunharca katledildiği 19 Ocak 2007 tarihinden çok kısa bir süre önce (12 Ocak) yazmış olduğu “Neden Hedef Seçildim?” başlıklı yazısında hedef seçilmesini başlatan asıl sürecin 6 Şubat 2004 tarihinde AGOS'ta yayınlanan ve Atatürk’ün manevi kızlarından Sabiha Gökçen’in bir Ermeni kızı olduğuna dair haberi ile başladığını yazıyordu. Bundan sonra olanlar olmuştu: Önce Hürriyet gazetesi Hrant’ı ve haberini manşetten hedef göstermiş, sonra bu konuda yaptığı sert ve tehditkar açıklamasıyla Genel Kurmay devreye girmiş, daha sonrasında ise işe İstanbul Valiliği ve MİT karışmıştı. Bu iş burda kalmamış, Hrant’a haddini bildirmek isteyenler kervanına Adalet Bakanlığı ve yargı da katılmış, başka bir yazısından dolayı “Türklüğü aşağılamak” suçlamasıyla 301’den hakkında soruşturma açılmıştı. Bundan sonra Hrant’a yönelik sistemli saldırılar faşist ve ırkçı grupların mahkeme önlerindeki tehdit gösterileriyle devam etti.

Hrant’ın öldürüleceğine dair ihbarlar aylar öncesinden yapılmıştı. Bu ihbarları polis biliyordu, jandarma biliyordu, Ali Öz, Ramazan Akyürek, Celalettin Cerrah biliyordu, ilgili kurumların muhbirleri, polis memurları, astsubayları biliyordu, Pelitli’deki herkes biliyordu. Hrant “Neden Hedef Seçildim?” yazısında sanki başına gelecekleri sezmiş gibi, peşimde tekrar birileri var, diyordu: “Onları seziyordum. Ve onların Kerinçsiz ekibiyle sınırlı ve salt onlardan oluşacak denli sıradan ve görünür olmadıklarını çok iyi biliyordum.”

Öldürüldüğü gün Agos’ta yayınlanan yazısında (“Ruh Halimin Güvencin Tedirginliği”), karşı karşıya olduğu tehditlerin onu gitmek ya da kalmak arasında bir tercih yapmaya zorladığını, ama hiç bir yere gitmeyip bu topraklarda kalacağını yazıyordu: “Rahat bana batardı! ‘Kaynayan cehennemler’i bırakıp, ‘Hazır cennetler’e kaçmak her şeyden önce benim yapıma uygun değildi. Biz yaşadığı cehennemi cennete çevirmeye talip insanlardandık. Türkiye'de kalıp yaşamak, hem bizim gerçek arzumuz, hem de Türkiye'de demokrasi mücadelesi veren, bize destek çıkan, binlerce tanıdık tanımadık dostumuza olan saygımızın gereğiydi.” Bu son yazısı aracılığıyla vicdan sanki bu topraklarda kendisini son defa göstermiş, öldürüldüğü gün sanki bu ülkenin vicdanı öldürülmüştü.

Vicdanın bu topraklardan kovulduğu ilk olay değildi bu. Şu son yüz yıllık tarih, bu topraklarda hüküm sürmüş egemen sınıfların ve onların egemen dünya görüşlerinin halı altına süpürüp unutturmaya çalıştığı insanlık trajedileriyle doludur. Bu toprakların kadim halklarından biri olan Ermenilerin geçen yüzyılın başında anıları dahil herşeylerini arkalarında bırakarak zorla sürülmesi bu tajedilerin en büyüğüdür; ve Hrant’ın katledilmesi bu büyük trajedinin bir devamı gibidir sanki. Bir devlet yönetme geleneği, moleküllerine işlemiş olan bir refleksle, şiddet, korku ve provkasyon araçlarını kullanarak bir resmi tabuyu, Ermeni tabusunu, tekrar hatırlatyor; unutturduğunu sandığı bir hakikatin hafızalarda yeniden canlanmasına karşı duyduğu kızgınlığı dışa vuruyordu.

Her şey ayan beyan ortadayken adaletin bir türlü vücut bulmaması bundandır. Birileri ona haddini bildiriyor, uyarıyor, birileri manşetlerden hedef gösteriyor, birileri tehdit ediyor, başka birileri plan yapıyor, daha başka birileri öldürüyor, polis, jandarma ihbarlara aldırmıyor, yargı olayda ihmali olanlara dokunmuyor ve suikastin arkasındaki asıl oyunculara ulaşmaya çalışmıyor. Hrant’ın katledilmesinin arkasında yer alan gerçek niyetlerin, kişilerin, kurumların ve cinai şebekelerin ortaya çıkarılması umudu, cinayeti aydınlatmakla yükümlü kişiler ve kurumlar tarafından zamanın acımasızlığına terk edilmiş durumda. Zamanla her şeyi unutacağımızı, geçen zamanın umudumuzu ve adalet beklentimizi törpüleyeceğini düşünüyorlar.

Fakat ne korku, ne de geçen ve geçecek olan zaman bize ne adalet isteğimizi ne de bu topraklarda yaşanmış olan büyük trajedileri ve acıları unutturacak.

Hrant’ın arkadaşları, bu ülkenin (ve tabi ki Balkanların, Kafkasların ve Ortadoğu’nun) tüm halklarının ve dinsel cemaatlerinin kardeşçe bir arada yaşaması fikrini savunanlar, ırkçılara ve faşistlere geçit yok diyenler.

19 Ocak’da, saat 3’te, vurulduğu yerde olacak.