Halkların Demokratik Partisi (HDP) çağrısıyla bir araya gelen Emek Partisi (EMEP), Emekçi Hareket Partisi (EHP), Türkiye İşçi Partisi (TİP), Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖP), Halkevleri ve Sosyalist Meclisler Federasyonu’nun (SMF), oluşturduğu 7’li masa ortak mücadele çalışmaları kapsamında “Geleceğin Türkiye’si için Hafıza, Hakikat ve Hesaplaşma” konferansı organize etti.

Üç oturum şeklinde planlanan konferansın “Hafıza” başlığıyla düzenlenen ilk oturumuna; 10 Ekim Aileleri, Gezi’de yaşamını yitirenlerin aileleri, Barış Akademisyenleri, Cumartesi Anneleri, Şenyaşar Ailesi, Çorlu Tren Kazası, Roboski, Soma ve Suruç Aileleri, Farplas işçileri ile hasta ve kötü muamele gören tutsakların aileleri katıldı.

‘CEZASIZLIK YERİNE ADALETİ KOYAMADIĞIMIZ SÜRECE TOPLUMSAL BARIŞI SAĞLAYAMAYIZ’

Duvar’dan Serkan Alan’ın haberine göre, 7’li yapının organize ettiği konferansın açılış konuşmasını yapan eski AİHM Yargıcı Rıza Türmen, konferans başlıklarından olan “Hesaplaşma” yerine “Adalet” demenin daha doğru olacağını söyledi.

Aranılan şeyin toplumsal uzlaşı olduğunu, bunun için de yapılması gerekenin hafıza, hakikat ve bunun sonucunda ortaya çıkması gereken “Adalet” olduğunu ifade eden Türmen, “Adaletin sağlanması için hakikatin ortaya çıkması lazım. Hakikat olmadan adalet de olmaz. Hakikatin ortaya çıkması için hafıza lazım. Bu üçlü arasında varacağımız hedef bir toplumsal uzlaşıdır. Herkesin bilmesi lazım ki geçmişimizden kolay kolay kurtulamayız. Geçmişimiz bizim bugünümüzdür. Sadece tarih değildir, bugünümüzün geleceğidir. Geçmişi geleceğe bağlayan köprü sorumluluk köprüsüdür” dedi.

Geçmişimizle barışılmadığı için bugünle barışılamadığını ifade eden Türmen, “Türkiye’deki problem bu. Bunda sonra da pek ala geçmişimizi inkâr ederek yaşayabiliriz. ‘Biz Ermenileri kesmedik Ermeniler bizi kesti’ pek ala diyebiliriz. Pek ala diyebiliriz ki, ‘Kürtler bizim kardeşimizdir ama sadece devlete bağlı asimile olmuş Kürtleri severiz’. ‘Kadınlar bizim anamızdır, bacımızdır’ da diyebiliriz. Bunları diyerek yaşamamız mümkün ama bu geçmişimizi inkârdır. Geçmişimizi inkâr yerine hakikati koyamadığımız, cezasızlık yerine adaleti koyamadığımız sürece toplumsal barışı sağlayamayız. Hakikati söylemek direnmektir” diye konuştu.

Suçlu ile sorumlu arasında ayrım yapmak gerektiğini, suçun mutlaka eylem ya da eyleme teşebbüs gerektirdiğini ifade eden Türmen, “Bir adalet hesaplaşması başlayacaksa suçlu kimdir? Sadece emir veren midir, eylemi yapan mıdır yoksa daha geniş bir kitleyi mi kapsar?” dedi ve sözlerini şöyle sürdürdü:

“Partinin devletle özdeşleştiği bir rejimde suçlu devlet mekanizmasının içinde olan herkestir. Bu mekanizmanın parçası olan herkes suçludur. ‘Ben bilmiyordum, ben orada olduğum için daha azı yapıldı’ gibi mazeretler Nazi döneminde 6 milyon insanın öldürülmesinde payı olan Adolf Eichmann’ın mazeretleridir.”

EMEL KORKMAZ: BU ÜLKEYE ADALETİN GELMESİNİ İSTİYORUZ

Gezi eylemlerinde yaşamını yitirenler adına Ali İsmail Korkmaz’ın ağabeyi Gürkan Korkmaz ve annesi Emel Korkmaz birlikte sahneye çıktı.

Konuşmakta zorlandığını ifade eden Emel Korkmaz, “Bu ülkede o kadar çok acı yaşatılıyor ki saymakla bitmiyor. Ben evladımı kaybettiğim gün benimle sonlansın diye çok dua ettim ama katlanarak çoğaldı. Anneler ağlıyor. Bu ülkeye adalet gelmesini istiyoruz. Bekliyoruz. Biz dokuz yıldır adalet arıyoruz ama maalesef adaletin geleceği günü hala sabırsızlıkla bekliyorum” diye konuştu.

Gezi’de polis tarafından öldürülenler adına konuştuğunu belirten Gürkan Korkmaz, “Gezi halktı. Biz bu salondaki en apolitik ailelerden biriydik. Ben de Eskişehir’de okudum. Annem babamın tembihi 'olaylara karışma'ydı. Biz apolitikken ülke gündeminin merkezine düştük. Her konuşmasında malum zatın atıfta bulunduğu Gezi olaylarının merkezinde olduk” dedi.

Kardeşi Ali İsmail’in ölümü ve yargı sürecinde yaşananları anlatan Gürkan Korkmaz, “Ben de bir avukat olarak adaleti istiyorum ama hesaplaşmak gerekiyor. Hesaplaşmadan adaleti getirecekleri yok. Bu değildir ki dişe diş, kana kan. Annem duruşma salonunda çocuğunu öldürenlerin yüzüne yüzüne bakıyordu. Arada jandarma vardı. Annem, ‘Hâkim bey ben güzel çocuğumu bu ellerimle büyüttüm, onlara sürmem. Jandarmayı çekin’ dedi. Biz böyle insanlarız” ifadelerini kullandı.

‘ADALET BİZİM MÜCADELEMİZLE GELECEK’

10 Ekim Aileleri'nden Elif Özdemir, Türkiye tarihinin en katlı katliamının ortasında kaldıklarını, hâlâ hatırladığında dahi tüylerinin diken diken olduğunu söyledi.

Barış Mitingi için biraraya geldiklerini belirten Özdemir, “Ben alana girerken bir şey dikkatimi çekti. Hiç polis yoktu. Bir basın açıklamasında bile 10 kişiye 50 polis gelir. Bir tane bile polis yoktur. Kortejler oluşmaya başladı. ‘Kızım’ dedim ‘Burada normal olmayan bir şeyler var dikkat et’ dedim. Bombanın patladığı anı gördüm. Biz orada bedenlerimizin yarasıyla uğraşırken, ortalıkta olmayan polisler çıktı geldiler. Sağlıkçıları tekmelediler, ateş ettiler havaya. Biz ne yaşadığımızı bilemedik. Bu bile isteye planlanmış, yüksek yerlerdekilerin eli olduğu bir eylemdi. Çok canımız yandı. 80 döneminde, Gezi’de, Roboski’de yandığı gibi canımız yandı” dedi.

Yargılama sürecine de tepki gösteren Özdemir, “Bile isteye bizim canlarımızı öldürdüler. O adalet bu zihniyetle, bize yaşatanlarla asla gelmeyecek. Adalet bizim mücadelemizle direnmemizle gelecek. Göstermelik mahkemelerle, talimatlı savcılarla adalet gelmeyecek, mümkün değil. Adalet elbet gün yüzüne çıkacak” ifadelerini kullandı.

‘BİLDİRİYİ İMZALADIĞIMIZ İÇİN HİÇBİR ZAMAN PİŞMAN OLMADIK’

‘Bu Suça Ortak Olmayacağız’ başlıklı bildiriyi imzalamalarının ardından OHAL döneminde yayımlanan KHK’lerle ihraç edilen ‘Barış Akademisyenleri’ adına Işıl Ünal konuştu, “Kitlesel olarak ağır bedeller ödedik. Devlet görevimizi yaptığımız için bizi cezalandırdı. Barış bildirisini imzaladığımız için hiçbir zaman pişman olmadık” dedi.

Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun bildiriye dair, “İfade özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilemeyeceğini” söylediğini hatırlatan Ünal, bu dönem iktidara yakın yayın organları tarafından hedef gösterildiklerini, ölüm tehditleri aldıklarını söyledi.