İnsanlık, tarihi boyunca emperyalistlerden çok çekti. En büyük acılar ise, 20. Yüzyılda yaşandı: İki Büyük Dünya Savaşı. Kapitalist- emperyalizmin sebep kıyımlardan bizler de payımıza düşeni maddi ve kültürel olarak çektik. Osmanlı Ülkesi’nin Hıristiyanları, Musevileri, Müslümanları bütün bu acılardan paylarına düşeni fazlasıyla yaşadılar.

 

“Türk” olmayan, ayrıca “burjuvazi” bile olamayan “Türk Burjuvazisi” Batılı sınıfdaşlarına özenerek, elinde tuttuğu iki önemli silahla Türkiye’yi bugün yaşadığımız hale getirmeyi başardı! Bu iki silahtan biri “resmi ideoloji”, diğeri ise “resmi tarih tezleri”.

 

Size sormak istiyorum: Ahmet Özkan Melaşvili kimdir? Gürcü aydınları bu adı çok iyi bilir. Laz aydınları da, Çerkes aydınları da, Abhaz aydınları da Ahmet Özkan Melaşvili’yi tanırlar. Peki diğerleri?

 

Gürcü, Çerkes, Laz, Abhaz aydınları da Türkiye’deki kimlik mücadelesinin önemli isimlerinden Ahmet Özkan Melaşvili’ye sahip çıkamamışlardır. Anısını yaşatamamışlardır. Bu durumun en büyük sorumlusu Türkiye’deki inkar-imha ve asimilasyoncu resmi ideoloji ve resmi tarih tezleridir. Ancak Türkiye aydınlarının sorumluluğu da inkar edilemez.

 

Ahmet Özkan Melaşvili, Gürcü halkının aydınlanma öncüsüdür. Burada onun yaşam öyküsünü aktarmayacağım. Ailesi ve çocukları için olan öneminden de bahsetmeyeceğim. Ahmet Özkan Melaşvili, Türkiye’nin yerli ve “Batum Muhaciri Gürcüleri” açısından, Türkiye’deki “Gürcü Kimliği” açısından önemli bir isim ve bir öncüdür.

 

Geçtiğimiz günlerde youtube ortamında tesadüfen gördüm. Ahmet Özkan Melaşvili ile ilgili belgesel nihayet yayınlanmış. Youtube’a asılan iki bölüm, belgeselin tamamı mıdır bilemiyorum. İzleyebildiğim o iki bölümden bahsetmek istiyorum. 2012 tarihli belgeselin senaryosunu yazan ve rejisörlüğünü yapan Giorgi K’alandiamış.

 

Levan Lek’iaşvili, Daçi İçuaiz’e eserde imzası bulunan diğer isimler. Belgesel “Çveneburta Beladi” başlığını taşıyor. Bu yayınlanan bölümlerde bazı tanıklar Ahmet Özkan Melaşvili’ye ve o dönemlere ait anılarını da anlatıyorlar. Resmi ideoloji ve resmi tarih tezleri, insanların beyinlerini o kadar dumura uğratmıştır ki, 1960’lı yıllarda insanlar nereden geldikleri, kim oldukları, dillerinin kaynağı konusunda hemen hemen hiçbir bilgiye sahip değillerdir. Kendilerine ait bir alfabenin bulunduğunu bile bilmezler.

 

Ahmet Özkan Melaşvili, “Biz kimiz?”, “Nereden geldik?”, “Nasıl Türkçe’den başka bir dili konuşuyoruz?” gibi sorularına cevap bulmaya çalışır. Gürcü Alfabesinin varlığını, Fransızca- Gürcüce bir konuşma klavuzunda öğrenir. “Biz Rus değil; Gürcüyüz. Bizim dilimizde de kitaplarımız var. Bizim Alfabemiz var. Biz biziz.”

 

Bütün bunları öğrenir. Artık sorularına cevap bulmuştur. Ancak bu kez de yüreğine bir ateş düşmüştür. Kimliğinin yok olmamasını ve yaşamasını istemektedir. Bunun için de öğrendiklerini başkalarıyla paylaşmaya karar verir. Bunun için de Fransa’da yaşayan Menşevik Gürcülerle, Gürcüstan’dan kültürel ve sportif ilişkiler için Türkiye’ye resmi olarak gelenlerle ilişkiler kurmaya çalışır. Onlardan kitap, broşür edinmenin yollarını arar. Dernek kurma faaliyetlerine girişir. 1968’de “Gürcüstan” adlı kitap İstanbul’da yayınlanır. Bütün şimşekleri üzerine çeker. Komünist bir memleket yandaşı olmakla suçlanır. Komünizm propagandası yapmakla itham edilir. Kitap hakkında dava açılır. Kendisi TİP’in Bursa’da kurucu il başkanıdır. Ancak bu durum başka bir şeydir. Müslüman mahallesinde salyangoz satmakla suçlanır. Dava açılır. Takibata uğrar. Tehditler alır. Ancak Ahmet Özkan Melaşvili yılmadan ve kararlılıkla Türkiye’deki Gürcü dilinin ve Gürcü kimliğinin yaşaması için çalışır. Evinin masraflarına harcayacağı parayı bu çalışmalara harcar.

 

“Gürcüstan” adlı kitapla Türkiyeli Gürcüler sorularına cevap bulmaya başlarlar. Ahmet Özkan Melaşvili’nin yapmaya çalıştığı şey Türkiye’deki Gürcü kimliğinin yaşamasına ve sahiplenilmesine yönelikti. Bu Fransa veya İngiltere’ye gidip de o ülkelerden dostluklar edinmek, o ülkelerin dillerini Bursa’da öğretmekten çok farklı bir şeydi. Resmi ideoloji ve resmi tarih tezlerine açıkça meydan okumaktaydı; kimlik mücadelesi veriyordu. Televizyonun olmadığı, internetin, bilgisayarın bulunmadığı, iletişimin kısıtlı ve engellemeli olduğu o yıllarda kimlik mücadelesi verebilmek her yiğidin harcı değildi. Hele hele de dini sebeplerden dolayı topraklarını terk edip muhacir olan bu insanlar arasında. Ancak Ahmet Özkan Melaşvili yılmadı; korkmadı. 1977’de “Çveneburi” adlı dergi Stockholm’da yayınlanmaya başladı. Burada derginin yayınlanmasında Şalva Tevdaz’e’nin fedakarlıkları büyüktür. “Çveneburi” daha sonra iki sayı daha İstanbul’da yayınlanabildi.

 

“Gürcüstan” adlı kitap ve “Çveneburi” adlı dergisi Gürcülerin kim olduklarına ilişkin bilgileri vermekle kalmaz, birçok kişinin de Gürcü alfabesini öğrenmesine sebep olur. Ayrıca Gürcü köylerine ilişkin verilen bilgiler de önemlidir. 1960’lı yılların sonu ve 1970’li yıllarda bu bilgilere sıradan bir insanın kendi çabasıyla ulaşabilmesinin imkanları birçok açıdan yoktu. Ahmet Özkan Melaşvili, Hayri Hayrioğlu, Şalva Tevdaz’e ve sayıları bir elin parmağını geçmeyecek kadar insan taşın altına ellerini uzatır.

 

Ahmet Özkan Melaşvili 5 Temmuz 1980 tarihinde Bursa’da katledilir. Onun katledilmesi ve hemen ardından gelen 12 Eylül darbesi kimlik mücadelesini de kesintiye uğratır.

 

Lazca bir atasözünü burada aktarmak istiyorum: “Ğureli şeni ya k’ai zop’onan, yati mutu var zop’onan.” (Vefat edenin ardından ya iyi şeyler söylenir ya da susulur.)

 

Biliyorum; söyleyecek iyi şeyleri olanlar da susuyor. Ahmet Özkan Melaşvili, bu yıl katledildiği yerde anılmalıdır.