Başbakan bir defterden söz etti geçenlerde. Anlaşılan o ki; Başbakan, beğenmediği kimi köşe yazarlarını “terör propagandisti” olarak fişliyor; daha sonra da patronlarının kulağını çekip bu yazarlara bir şekilde yaptırım uygulatıyor. 

 

Erdoğan’ın kalemşorlarının ve paçayı defterden kurtaranların yazdıkları kendisinin nasıl köşeler istediği; o kimselerin yazdıkları da kendisinin nasıl bir politika izleyebileceği hakkında fikir veriyor.

 

Şemdinli. Ya da Şemzinan. 

 

Çok tuhaf bir şey oluyor; kimse de “Ne oluyoruz” diye sormuyor, soramıyor.

 

Baş danışman ve Star yazarı Yalçın Akdoğan 170 civarında “ PKK’lının etkisiz hale getirildiğini” duyurdu 10 Ağustos’ta. 

 

HPG komutanlarından Bahoz Erdal, iki gün önce(13 Ağustos) Yeni Özgür Politika gazetesine konuşmuş. O da 169 “düşman askerin öldürüldüğünü” bildirdi.

 

Toplayınca 340 ediyor. Haydi, uçmuşlar deyip ikiye bölelim; 170… Bu da mı fazla? Bilemedin, 85 olsun! 

 

Birkaç günde onlarca, yüzlerce insan ölüyor; görevi doğru haber vermek olan gazeteler, insanların içine su serpmeye yelteniyor. Haber verme, huzur ver gibi.

 

Ölümlerle yaşamaya mecbur bırakılmadığımız zaman mutlu olacağız. 

 

Yurttan sesler korosu sahnede. PKK’nin yeni stratejisinin duvara toslamaya mahkûm olduğu ve KCK operasyonlarında vites arttırılacağı yazılıp çiziliyor. Yürü ya kulum! Az kaldı, ha gayret! Şimdi köşeye sıkıştıracağız! Yanlış ata oynuyorlar!

 

Utanmıyorlar insanlarla dalga geçmeye. “Kan dansı” onlar için keyifli geliyor da çözümden uzaklaşmaya çalışıyorlar. Çok değil, bundan birkaç sene önce “demokrasi, insan hakları” lafları edenler iktidar olmanın şehvetiyle aynı tas aynı hamam devam ediyor. 

 

Bu gaza gelmeyenler de “terör propagandisti” sıfatını hak ediyor. Meğer aynı ağızmış.

 

Geçtiğimiz Şubat’ta Fırat Haber Ajansı’nda bir Cemil Bayık söyleşisi vardı. Şu günlerde iktidar içinden gelip gazetelerde PKK analizi yapanlar, o gün Bayık’ın söylediklerini tam tersi bir ağızla tekrar ediyor. 

 

Yüzlerce insan yirmi günde, Başbakan’ın “Hakkârili kardeşlerim” diyerek konuştuğu yerde ölmüş; birileri “terör medyada temsil ediliyor” mavalında hâlâ. Geçimli Karakolu’na intihar saldırısı düzenleyen bir kadın PKK’li varmış; ama köşe yazan bir milletvekili; “demokrat ve aydın” avına çıkmayı çok daha önemsiyor.

 

AKP’nin mahir ideologları ve kudretli kalemleriyse, Kürtlerin temsilinin AK Parti’de olduğunu; PKK’nin sivilleri, Alevileri filan hedef aldığını söylüyor. Hatırlayın Başbakan’ın Diyarbakır’a nasıl gittiğini. Zırhlı araçlarla, mayına duyarlı zımbırtılarla, keskin nişancılarla, binlerce polisle, şaşırtma olsun diye iki tane farklı konvoyla gitmişti. Belki de yemeğini yiyemeden, konuşmasını yapıp çıkıyor. Kim yer bunu? Oynadığı tribünlerle savaştığın müddetçe kimse inanmaz. 

 

Sonra “PKK’nın gündemi belirlemesine izin vermeyiz” diyor AK Parti sözcüsü. Oysa gazetelerde, gazetelerin internet sayfalarında, alternatif ve sosyal medyada neredeyse bütün gündemi PKK belirliyor.

 

Pek şahin İdris Bey de “Geçimli’de atılan havan mermisiyle, Ankara’da yazılan yazıların bir farkı yoktur” buyuruyor. Havan mermisini bilmem; ama kendisi oraya paraşütle inmedi. Bir anda da ortaya çıkıvermedi.

 

Gazeteleri açtığımızda Suriye’de zulme karşı söylemler bir sayfada dururken, “öteki” sayfada “kan var bütün kelimelerin altında”. 

 

Ahmet Altan çok önemli ve basit bir şey söyledi: “Türkiye zıvanadan çıkmış gibi görünüyor.”

 

Son dönemde AKP iktidarının Suriye ve Kürt sorunu politikasını eleştiren Cengiz Çandar, bir paçavra tarafından açıkça hedef gösteriliyor. Devleti gayet iyi bilen Çandar ve Ali Bayramoğlu, bu paçavra nişanının ardında bizatihi devletin olduğuna işaret ediyor. Birileri gelmiş, hâlâ “terör propagandası medyada sürüyor” masalı anlatıyor.

 

“Ama başarısız kalmış PKK için çocuklar gibi 'oh, oh' çekmemiz isteniyor. PKK Şemdinli'yi işgal edememiş. Ne mutlu biz Türk milletine. Ama Şemdinli'nin köyleri, bir kısmı yakılarak boşaltılmış. Kimse o topraklara ayak atamıyor” diye yazan, vicdanın medyadaki en önemli sesi Yıldırım Türker işinden oluyor. Yıllardır “yok sayılmama” kavgası verenler; bugün iktidarda tahammülsüzlük sergiliyorlar. Maskesiz.

 

Bütün bunlar bir anomali. “Barış” dediğinde “teröristlerin ağzıyla” konuştuğun iddia ediliyorsa; oranın şirazesi kaymış demektir. Akıl tutulmasından başka hiçbir anlam ifade etmez. Hele bunun bugünkü taşıyıcıları, “Bu ülkeye komünizm gelecekse onu da biz getiririz” kafasıyla Kürt sorununa yaklaşıyorsa, “kendi ağzının” dışındaki her sözcük bir tehdit oluşturuyordur. Hele Kürtler konuşuyorsa, ya sustur ya öldür!

 

Bir devlet demokratik değilse, birileri kimlerin hangi konuyla ve ne şekilde ilgileneceğini söyler. Buna uymayanı da yasaklar. Tamamen rejim politikasıdır bu. AKP öncesinde bu böyleydi. AKP’yle de değişen bir şey yok bu konuda. Sorunların muhataplarını ıskalamaya devam edersek de olmayacak.

 

Ve Star Gazetesi’nin genel yayın yönetmeni kalkıp savaş ortamında “Dünün mağduru bugün mağrur değil” deyip bizim “küreselleşmeye entegrasyon” dediğimiz şeyi “demokratikleşme” olarak yutturmaya çalışıyorsa; oradan öyle görünüyor galiba…

 

Shakespeare’den bir alıntıyla bitireyim bu dertleşmeyi: “Gezinen bir gölgedir hayat, gariban bir aktör / sahnede bir ileri bir geri saatini doldurur / ve sonra duyulmaz olur sesi, bir masaldır / gürültücü bir salağın anlattığı / ki yoktur hiçbir anlamı”