CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu korkularını ve geleceğe yönelik öngörülerini bir röportajda anlattı. Yargının siyasallaştığını söyleyen, CHP Genel Başkanı, Haziran sonrası Türkiye için öngörüsünü paylaştı: "Baskı tabana yayılacak. Önce CHP'lileri, sonra gazetecileri içeri alacaklar”.

Sanırım ona göre 12 Eylül Askeri Darbesi ve darbe anayasası yargıyı siyasetten ayırmıştı. Yani yargı AKP ile siyasallaşmaya başladı. O yüzden mi 103 yaşındaki Berfo Nine oğlunu yıllardan beri arıyor? Faillerinin peşine düşüyor. O yüzden mi yıllardan beri yargı, faili meçhul cinayetlerle ilgili kılını bile kıpırdatmıyor? Dosyaları rafa kaldırıyor.

Berfo Nine’nin oğlu Cemil Kırbayır’ı en son görenlerden Fevzi Çelik, Cemil Kırbayır’ın Kars Siyasi Şube Müdürlüğünün 3. katından aşağı atıldığını söyledi.

Bunun gibi birçok cinayetin işlendiği dönem yargı siyasal değildi de şimdi oldu öyle mi? Öyle ise siyasallaşmış bir yargının neler yapabileceğini düşünemiyorum. Eğer böyle ise korkulacak kadar var!  Bu öngörü ile anlaşılıyor ki  CHP’nin korkusunun ve asıl kavgasının da  öyle Kılıçdaroğlu’nun her daim söylediği gibi iş, aş kavgası olmayacağı orta çıkıyor. Görünen o ki CHP statükoculuğa devam edecek. Bu süreçte sol bir söylem geliştireceğini söyleyen bir partinin yapması gereken demokratik parlamenter rejimi lağvetmeye veya askıya almaya yönelik tüm darbeci teşebbüslerin, sorumluları kim olursa olsun cezalandırılması doğrultusunda kararlı bir şekilde tavır almak olmalı.

Tabi buradan,   Recep Tayip Erdoğan’ın “Mısır’da kaybeden statüko, kazanan değişimdir, kaybeden baskı, kazanan demokrasidir” demesi ve bu sözlerle kendisini özdeşleştirmesi gibi, AKP’nin statükoya karşı olduğu anlamı çıkmaz.

Dün Demokrat Parti ve CHP, bugün ise AKP ve CHP statükonun iki farklı yüzüdür. Şimdi Kılıçdaroğlu çıkmış, darbecilik suçlaması ile tutuklanan askerler içeri alındığında demokrasi askıya alınmıştır diyor. 12 Eylül Askeri Darbesinden beri hiç askıdan çıkarıldı mı ki? Torba Yasası’nda işçiler için yaşamı daha da zorlaştıracak maddeler söz  konusu iken, bu kadar “iş ve aş”dan bahseden bir partinin neden ana gündem maddesi bu olmuyor. AKP ile mücadelenin ekseni, AKP’nin yumuşak karnı da burasıyken, neden yüklenmiyorsun? Bu bir ideolojik tercih yada bir sınıfsal yakınlıktan olmasın?

CHP’nin sergilediği tavrın tersten bir görünümünü Taraf gazetesi yazarı Ümit İzmen son yazısında aktarıyor. AKP’yi liberal bir yaklaşımla eleştiren veya olumlayan birçok yazarın düşüncesini dile getirdiği bir söylemi tekrarlıyor: “Etkili muhalefet bugün iş, aş üzerinden değil özgürlükler ve demokratikleşme talepleri ile sürdürülebilinir”. Bu zihniyetin arkasında yatan şey ekonomiyi politikadan, dolayısı ile demokratikleşmeden ayırma yanlışıdır. Ekonomide bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler söyleminin bir yansımasıdır. Bu söylemi tersine çevirmek toplumun geleceğini ilgilendiren kararlarda söz sahibi olmasını sağlamak önemli demokrasi mücadelelerinden biridir.

7 Mayıs 2010 tarihinde taşeron bir şirkette çalışan 30 kişi grizu patlaması ile canını yitirdiğini daha unutmadan ve yine Kahramanmaraş’ta kömür üretimi yapan işçilerin göçük altında kalması söz konusu iken taşeronlaşmanın yolunu bugün daha da açan AKP iktidarına karşı neden bu eksende ciddi bir muhalefeti CHP yürütmüyor?

Ama pardon CHP’li belediyelerde hala taşeron işçi çalıştırıldığını unutmuşum. Söyleyeceğim o ki önümüzdeki dönem asıl korkulacak olan darbe yapma suçlaması ile tutuklananların sağlık sorunları değil, taşeronlaşmanın yaygınlaşması ve denetimsizlik ile yaşanacak olan ölümlerdir.