Altılı masa genel seçimden sonra “güçlendirilmiş parlamenter sisteme” geçmek için hazırladığı anayasa taslağını önceki gün tanıttı. Ocak ayından beri toplanan ve yazılı basın açıklamalarından mutabık oldukları ilkeleri, cumhurbaşkanı adayının taşıması gereken özellikleri ve aday belirleme usulünü öğrenebildiğimiz altılı masa, daha önce açıkladığı Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Mutabakat Metnini anayasal güvenceye alacağını taahhüt ediyor. Altılı masanın günlük yaşama ilişkin somut çözüm önerilerinin olduğu bir yol haritasından veya ortak programdan çok işe sondan başlayarak çalışmalarının ilk ürünü olan yönetim sistemi özelinde hazırladığı anayasa taslağını kamuoyu ile paylaştığı söylenebilir.

Altılı masanın anayasa taslağında temel hak ve hürriyetler vurgulanırken yasama-yürütme-yargı erkleri arasındaki ilişki, başka deyişle yönetim sistemi ana başlık olarak taslağın belkemiğini oluşturuyor. Erdoğan’ın “atı alan Üsküdar’ı geçti” diye yorumladığı 16 Nisan 2017’deki referandumun şaibeli sonuçlarına göre kabul edilen “cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemini” kökten reddeden, parti devletini ya da şahıs rejimini ortadan kaldırmayı hedefleyen bir taslak çıkmış ortaya. Nispeten demokratik bir devlet yapısı vaat ediliyor topluma.

Önceki (2018) genel seçime “Millet İttifakı” adıyla giren Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), İyi Parti (İP), Saadet Partisi (SP) Demokrat Parti (DP) ile Adalet ve Kalkınma Partisi’nden (AKP) ayrılan isimlerin kurduğu Demokrasi ve Atılım (DEVA) Partisi ve Gelecek Partisi’nin hazırlayıp “Şimdi Demokrasi Zamanı” mottosuyla sunduğu 84 maddeden oluşan 151 sayfalık taslakta mevcut anayasada hangi maddenin neden değiştirileceği tek tek açıklanmış. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun mimarı olduğu altılı masada yer alan siyasî partilerin anayasa taslağı üzerinde titizlikle çalıştığı görülüyor. Ancak bu durum taslağın sadece altı siyasî parti tarafından hazırladığını, Meclis’te grubu bulunan üçüncü büyük parti olan Halkların Demokratik Partisi (HDP) ile diğer siyasî partilerin ve sendikaların, meslek örgütlerinin taslağın hazırlık sürecinin içinde bulunmadığı gerçeğini unutturmamalı. Anayasalar uzlaşıyla ortaya çıkan “toplum sözleşmeleri” ise bu şerhi düşmek kaçınılmaz.

Taslak anayasada değiştirilmesi öngörülen onlarca madde içeriyor ama bir gazete yazısının sınırları içinde birkaç başlıkla değinmeye çalışacağım. Taslakta yönetim sistemiyle ilgili öneri bu başlıkların ilki olarak öne çıkıyor. Metinde cumhurbaşkanının bir dönem ve yedi yıl için seçileceği, partisiyle ilişiğinin kesileceği, veto yetkisinin olmayacağı belirtilerek cumhurbaşkanlığı “sembolik bir makama” dönüştürülüyor. Taslak kabul edilirse ileriki yıllarda cumhurbaşkanının adı kamuoyunda artık daha az duyulacak.

Öncesinde parlamentoda partilerin sunduğu adaylar arasından belirlenirken 2007’deki cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde parlamentoda cumhurbaşkanı seçilebilme yeterliliği olarak 367 şartının ortaya atılmasıyla yaşanan kriz sonrasında yapılan referandumla cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi kabul edilmişti. O gün cumhurbaşkanı yine Meclis tarafından belirlense de AKP bu tarihten sonra -cuntacıların hazırladığı 1982 Anayasasının cumhurbaşkanını olağanüstü yetkilerle donatmasından da yararlanarak- “yürütmede iki başlılığı kaldırma gerekçesi” ile rejimi tümden değiştirmeyi hedefledi. Aslında olması gereken siyasî sorumluluğu bulunmayan cumhurbaşkanının yetkilerini tümden kaldırmaktı. Böylece yönetim pratiğinde otoriter devlet anlayışı bir ölçüde de olsa terk edilebilirdi ama AKP ve lideri anayasayı da askıya alarak adına cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi denilen anti-demokratik yapıyı kurdu; Osmanlı’dan Cumhuriyet’e o tarihe kadar en az 140 yıllık birikimi olan parlamento geleneğini âli menfaatleri için bir gecede silip attı.

Altı siyasî partinin uzlaşarak hazırladığı anayasa taslağında cumhurbaşkanının yetkileri tümden kaldırılıyor mu? İlk bakışta bunu söyleyemeyiz ama taslağın cumhurbaşkanının sembolik düzeyde olması anlayışıyla parlamenter sistemin özüne ve ruhuna uygun bir biçimde hazırlandığı aşikâr. Ancak cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi yönteminin korunması parlamenter sistemle ilgili belirsizliğe yol açan/açabilecek bir durum. Madem yeniden bir parlamenter sistem kurulacak cumhurbaşkanı siyasetin yönetim merkezinden tamamen çıkarılıp cumhurbaşkanının doğrudan parlamento tarafından seçilmesi tercih edilebilirdi. Altlı masanın bu konuda çekinceli -veya ürkek- bir tutum aldığı görülüyor. Eski dönemlerin kötü hâtıraları yeniden canlandırılmak istenmemiş olabilir ama siyasette askerî vesayetin belirleyici olduğu o yılların koşullarıyla 2022 Türkiye’sinin paradigması aynı değil, aradan çok sular aktı.  

Parlamenter sistem uygulanma şekline göre hesap verebilir bir yürütme erki anlamına geliyor. Taslağa göre yürütmenin başı olacak başbakan eşitler arasından çıkacak; yürütme erkinin unsuru bakanlar kurulu da milletvekilleri ile milletvekili seçilme yeterliliğine sahip kişilerden oluşacak. Başbakan ve bakanlar Meclis’e karşı sorumlu olacak; bakanlar ve hükûmet hakkında daha önce olduğu gibi gensoru verilebilecek. Mevcut cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminde bilindiği gibi bakanlar seçilen cumhurbaşkanı tarafından doğrudan atanıyor ya da görevden alınıyor ve bakanların Meclis’e karşı sorumluluğu yok. Bu durum ortadan kaldırılıp denetim mekanizması olarak parlamentoya üstünlük verilmiş. Cumhurbaşkanının olağanüstü hâlde (OHÂL) Kanun Hükmünde Kararname (KHK) çıkarma yetkisi kaldırılmış. KHK çıkarma yetkisi temel hak ve hürriyetlere aykırı bir durum içermemek şartıyla bakanlar kuruluna verilmiş. Bütçe yapmak Meclis’in devredilemez yetkisi olarak tanımlanmış.

Taslakta eski parlamenter sistemin sorunlarının göz önüne alındığı görülüyor. Hükûmetin kurulması basit çoğunluk kuralıyla kolaylaştırılırken hükûmetin düşürülmesi salt çoğunluk şartı ile zorlaştırılmış. Buna göre yeni hükûmet kurulana kadar mevcut başbakan görevine devam edecek. 90’lı yıllarda siyasî çalkantılarla anılan, yönetim sorunlarına ve istikrarsızlığa yol açan kısa ömürlü koalisyon hükûmetlerinin benzerlerine kapı tamamen kapatılmış.

Yine geçen yüzyılda ve son yıllarda trajik sahnelerle hatırlanan milletvekili dokunulmazlığının kaldırılmasına parlamentoda basit çoğunluk yerine salt çoğunluk şartı getirilmiş. Kadına yönelik şiddet, istismar gibi suçlar ile yolsuzluk suçlarını işleyenler milletvekili seçilemeyeceği gibi seçilen milletvekilinin -suçüstü hâli dışında- hakkındaki davaların vekillik sürecinde durdurulması öngörülerek temsil hakkı garantilenmiş. Ancak milletvekili adayını belirleme yetkisini büyük oranda parti genel merkezine ve lidere veren yürürlükteki Siyasî Partiler Kanunu’yla ilgili bir öneri bulunmuyor taslakta. Milletvekili adaylarının belirlenmesinde en azından önseçim zorunluluğu getirilebilirdi.  

Parti kapatma davası açılması ise parlamentonun iznine bağlanmış. Bugün kapatmayla tehdit edilen tek parti milyonlarca seçmenin oyu ile parlamentoda yer alan HDP. Yüksek Seçim Kuruluna göre seçilmelerinde hukuken hiçbir sorun olmayan HDP’li liderler, milletvekilleri 7 Haziran 2015 genel seçiminden bir buçuk yıl sonra bir gece yarısı operasyonuyla önce gözaltına alınmış sonra da tutuklanmıştı. Taslağın yerel idareyle ilgili olarak ele alınacak bölümünde içişleri bakanının kayyum atama yetkisinin olmayacağına, yerel yönetimlerin güçlendirileceğine vurgu yapılıyor. Yine seçilmelerinde hukuken hiçbir sakınca olmayan HDP’li belediye başkanları seçildikten kısa bir süre sonra cezaevine gönderilerek yerlerine kayyum atanmıştı. Seçme ve seçilme hakkını gasp eden merkezî iktidar Kürt illerinde yerel idareye doğrudan müdahalede de hiçbir beis görmemişti. Taslakta her iki maddeyle HDP’nin meşruiyetine atıfta bulunulmuş, HDP seçmeninin kendini temsil hakkının önündeki engeller giderilmek istenmiş.

Altılı masanın anayasa taslağında yurttaşlık tanımıyla ilgili bir öneri yer almıyor; Kürt ve Alevi yurttaşların kültürel hakları ile ana dilinde eğitim konusuna girilmemiş. Kürt sorununun çözümü bu kez de ötelenmiş. Yeri gelmişken belirtmeli: Partilerin Kürt sorunu ile bir şekilde yüzleşmemesi iktidar alternatifi olan siyasî örgütlerin sadece iktidarla aralarındaki gerilimin sebebi değil, kendi aralarında da sorun yaratan bir durum. AKP’nin bir anayasa taslağı için HDP’nin kapısını çaldığı, Devlet Bahçeli’nin bu olayı “doğal” diye yorumladığı bir siyasî arenada altılı masa risk almayı başından beri düşünmedi doğrusu.

Aynı biçimde emek meselesi de taslakta yer almıyor. Örneğin mevcut rejimin yasaklarından en çok işçi sınıfı nasipleniyor, kurulu düzen en çok işçiyi, yoksulu eziyor. Taslakta grev hakkı ve toplu iş sözleşmesi hakkını güvenceye alan, sendikal örgütlenmenin önündeki engelleri kaldıracak herhangi bir düzenleme yok maalesef. Taslak bu yanıyla daha çok “burjuva demokrasisi”ne denk geliyor. Bununla birlikte Meclis’in kapısı en azından işçi sınıfının temsiline açılıyor denilebilir. Seçim barajının yüzde 3’e düşürülmesinden, genel seçimde yüzde biri geçen siyasî partiye hazine yardımı öngörülmesinden emek eksenli siyaset izleyen sol partilerin de yararlanabileceğini söyleyebiliriz. 13. maddedeki “temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” ise “temel hak ve hürriyetlerin üstünlüğü” ilkesiyle değiştiriliyor.

Taslağın en önemli taraflarından biri yargı kurumunu yürütme erkinin vesayetinden kurtarma hedefi. Taslakta Hâkimler ve Savcılar Kurulu ikiye ayrılarak iddia makamı ile savunma makamına eşit rol biçilmiş. Parlamentonun üyelerini seçeceği kurulların bünyesindeki hâkim ve savcılara kararlarından, görevlerinden ötürü sürgün edilmemeleri için “coğrafî teminat” verilmiş. Mevcut Hâkimler ve Savcılar Kuruluna adalet bakanı başkanlık ediyor. Taslakta adalet bakanının Hâkimler Kurulundaki üyeliğine son verilerek kurulun başkanını kendi üyeleri arasından seçmesi esas alınmış. Bu şekilde Hâkimler Kuruluna yürütme organı karşısında özerklik kazandırılmış. Savcılar Kurulu ise adalet bakanının başkanlığı devam edecek biçimde düzenlenmiş. Üye sayısı artırılacak Anayasa Mahkemesi’yle ilgili önerilerden biri de yüksek mahkemeye, anayasaya uygunluk denetimi yaparken “uluslararası anlaşmalara uygunluğu” denetleme görevi de verilmesi. Yine siyasî iktidarın çoklu baro uygulamasına karşı barolara özerk statü verilmesi taslağın yargı kurumu başlığı altında yer alan düzenlemelerden.

Taslaktan bu yazıda dikkat çekmek istediğim son iki başlık da üniversite ve medya ile ilgili. 12 Eylül askerî darbesinden sonra kurulan Yükseköğretim Kurulu (YÖK), -muhalefet partilerinin şimdiye kadarki seçim programlarında da yer aldığı üzere- kaldırılıp yetkileri koordinasyon görevi ile sınırlandırılmış, akademiden üyelerin yer alacağı “üniversiteler arası kurul” oluşturulacak. Böylece üniversitelere rektör atama yetkisinin cumhurbaşkanından alındığı görülüyor. Kamu tüzel kişiliği statüsü verilen üniversitelerin “yönetim ve denetimi, bu kurumların kendi öğretim üyeleri arasından seçimle oluşturdukları organlar eliyle gerçekleştirilir” deniliyor.

YÖK’ün kaldırılacağı açık bir şekilde belirtilirken aynı kararlılığı Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) ile ilgili bölümde göremiyoruz. RTÜK’ün varlığı korunmuş. Kurulun ancak liyakat esasına göre yeniden düzenlendiğini söyleyebiliriz. Taslağa göre kurulun dokuz üyesinden beşi basın meslek örgütleri ve yayın kuruluşlarının göstereceği basın mensupları arasından, dördü iletişim ve hukuk fakültelerindeki öğretim üyeleri arasından seçilecek. Bu şekilde RTÜK’ün siyasal ve toplumsal muhalefeti bastırmak ve yok etmek amacıyla kullanılacak bir araca dönüşmesi engellenmek istenmiş. Ülkede RTÜK gibi bir kurula gerçekten ihtiyaç olup olmadığı tartışmalı bir konu. Tıpkı son yıllarda her alanda görünür olan ve başkanı neredeyse her açıklamasında antipati yaratan Diyanet İşleri Başkanlığı gibi. Hâlbuki altılı masa RTÜK konusunda basın meslek örgütleri ve iletişim akademisyenleriyle ortak bir çalışma yaparak bir karara varabilirdi.

TASLAK NASIL ANAYASAL BİR METNE DÖNÜŞECEK?

Altılı masanın hazırladığı taslak yazının ilk cümlesinde de bahsettiğim gibi yapılacak ilk genel seçimden sonra anayasallaşma ihtimali olan bir metin. Taslak konusunda hemfikir olan siyasî partilerin gelecek seçimde çıkaracakları vekil sayısı taslağın uygulanabilmesi için kilit rolde. Bunun seçimden sonra anayasaya girebilmesinin iki yolu var: Birincisi parlamentoda 360 vekilin oyuyla taslağın referanduma sunulması, ikincisi yeterli vekil sayısıyla (400 vekil) parlamento tarafından doğrudan anayasanın değiştirilmesi. Siyasî partiler ilk seçimde bu sayılarda vekil çıkarabilir mi?

2017 referandumunun resmî sonuçlarına göre cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine ‘evet’ diyenlerin oranı yüzde 51, ‘hayır’ diyenlerin oranı yüzde 48’di. Geçen ağustos ayında yapılan Yöneylem Araştırma’nın anketine göreyse cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemini destekleyenleri oranı yüzde 28,5, parlamenter sistemi tercih edenlerin oranı yüzde 66,4. Arşivlerde bununla ilgili daha başka veriler de var, genel olarak “başkanlık rejimine” desteğin giderek azaldığı malûm… Altılı masanın gelecek seçimdeki en önemli kozlarından ya da vaatlerinden biri yönetim yapısıyla ilgili bu anayasa taslağı olacak kuşkusuz. Ama sadece bu taslak seçimi kazanmaya yeter mi? Onu da başka bir yazıda tartışalım.