Sosyal medya paylaşımlarında, “Allah başımızdan eksik etmesin” yazıldıysa bir fotoğrafın altına, meczuplar başlar ‘âmin’ yazmaya. Sadece âmin. Çünkü onların literatüründe eleştirmek, düzeltmek, önermek yok. Zatın biri kendini doğaüstü güçlerle kabullendirdikten sonra kim eleştirebilir ki. Eleştirebilmek için yine doğaüstü güçlere sahip biri olmak gerekir. O devasa, erişilmez insan görünümlü tanrısal kişiyi eleştirenlere ne pay biçmek gerek: Onların da tanrısal güçlere sahip olduklarını düşünmekten başka bir yol kalmaz. Eleştirmekten çekinenlerin, çarpılacağını düşünenlerin, karşı eleştirilerde bulunanları doğaüstü görmeleri fikirlerine ve zikirlerine uygun düşer. Bu da derin bir kopuşa neden olur: eleştirebilenler, eleştirilenler ve eleştirmeye korkanlar. Bu korkaklar, tapınırcasına yücelttikleri kişinin hata yapabileceğine asla inanmazlar. Dolayısıyla kişiyi tanrı vasfı ile nitelemiş olurlar. Söz konusu tanrı vasıflı kişi eleştirilince, eleştirenler, korkaklarca yeni bir nitelik kazanır: Eşitlerin düellosu. Yani doğaüstü güce karşı doğaüstü güç... Daha özlü anlatımla, şimşek tanrısı, toprak tanrısı karşı karşıya…

Eleştirilmeyecek insan mı var bu yeryüzünde, ‘Hatasız kul olmaz’ dediğimde, “hâşâ de, Allah hata yapmaz” diyen meczupla, memleketin hangi sorunlarını konuşacaksın. Konuştuğunuz kişi, ‘her köyde bir deli vardır’ örneği değil; eleştiriden uzak duran, ‘Allah başımızdan eksik etmesin’ diyenlerin tamamı aynı tornadan. Kalkıp dış politikadaki sürüngenliği anlatsan, gök tanrı esip gürleme uğultusunu anlatacak: one minute! Ekonomi desen, herkes altınlarını bankaya yatırsın, dövizini Türk lirasına çevirsin; pahalılık desen dış güçler ezberini aktaracak; işsizlik desen, iş beğenmeyen nankörler var, diyecek; eğitim yerlerde sürünüyor desen, hamdolsun öğretmen açığı yok, diyecek; teknolojide dünya gerisinde kaldık desen, yerli otomobil, yerli ve milli uçak diyecek. Bunları dinledikten sonra doğada kocaman bir kaya bulun, yanına oturup memleketin ahvalini anlatın. O kaya bu memleketin geldiği uçurumun kenarına, emniyetin sağlanması için kendisinin konulmasını isteyecek kadar duygulanacaktır muhtemelen. Bu kayanın itibarımızı zedeleyeceği için paramparça edilip atılması, bir gece yarısı imza operasyonu konusudur artık.

Memlekette kimler çoğunluktaysa onlara göre yönetim şekli ve yönetici belirlenir. Bu Kuran’da da geçer. “Gerçek şu ki insanlar (bir millet), kendi iç dünyalarını değiştirmedikçe Allah da onların durumlarını değiştirmez. (Rad Suresi 11. Ayet). Bir millet okuyup anlayamıyorsa, değişim ve aydınlanma farkındalığı nasıl başlayacaktır? Adam cahil olduğunun farkında değilse, aydınlanmaya niyeti olmayacaktır; demokratik seçim yöntemiyle âlimle cahili eşitlersen, gün gelir çoğunluk olması sağlanan cahil güruh, âlimleri yönetmeye başlar.

Kendimize yakışanı seçmemizde bir yanlışlık yoktur. Doğrudur. Aynen uygulanmıştır. Yani ilahi emirlere uygun olmuştur. Cahiller çoğunluktaysa, cahil yöneticiler seçilmiştir; aydınlar ve âlimler çoğunluktaysa, aydın ve âlim yöneticiler seçmişlerdir. Cahiller çoğunluktaysa ve yönetime kendileri gibi yöneticiler seçmelerinin doğruluğuna ilahi emirde rastlanmaz.

Aydın kulların tespitlerinde de bu mesele çok güzel dile getirilmiştir. “Her millet layık olduğu şekilde yönetilir.” (Joseph de Maistre)

Velhasıl kelam, halk iyiyse iyileri seçer; kötüyse kötüleri seçer. Kötü yöneticiler seçilmişse, “bunu Allah yaptı biz yapmadık” diyecek kadar aklını yitirmiş bir halkın şikâyete hakkı yoktur. Azınlıkta olup iktidarı belirlemede rolü olmayanların yapabileceği tek doğru, herkes için bilimsel bilgiyle aydınlanmayı erişilebilir kılmaktır. Bilimsel ve evrensel doğrulara tamamen ters düşen uygulamaları uygulayan meşru yönetimlerin varlığı, cehaletin hâkimiyeti ele geçirdiğini haykırmasıdır. Yönetsel olarak nereye gidildiğine bakın: yönetenlerin nereye gittiklerine, bir de halkın hangi kuyrukta ne aradığına ve aralıksız her gün kaç kadının ya da kaç mazlumun öldüğüne; ölüm şekline bakın.

Meczuplarda memleket sevgisi yoksa (olması beklenmemeli zaten), her şeyi birinin tekeline terk edip, sorgulamayı inancına ve de inadına ters görürse, bu onların hatası ya da suçu değildir, diyemeyiz. ‘Vermemiş mabut, neylesin meczup’, diyecek olsak meczuplardan farkımız kalmaz. O dini bütünlüğü ağzında geveleyip, dürüstlüğü, adaleti, aydınlanmayı göz ardı edenler, Kuran’ın ilk emrinin “oku” olduğunu, okumayınca bilmeyecektir elbet.