Neşet Ertaş öldü ve biz biraz daha yoksullaştık, biraz daha kuru, sıradan, ruhsuz bir ülke olmaya yaklaştık.

Fazıl Hüsnü Dağlarca “Milletler büyük evlatlarıya nefes alır!” demişti. Neşet Ertaş büyük evlattı.

Çünkü bize Orta Asya’dan Anadolu’ya göçenlerin, dağlara tepelere akarsulara isim verenlerin, gönül teli titreyenlerin, yürekten yüreğe gizli bir yol bulanların bozlaklarını, türkülerini taşıyordu.

Geçmişimizle aramızda duran ışıltılı bir köprü gibiydi Neşet.

Son nefesine kadar dilinden düşürmediği büyük usta Muharrem Ertaş’ların, Çekiç Ali’lerin soluğunu aktarıyordu.

O Muharrem usta ki “Ferman padişahın dağlar bizimdir!” diye haykırdığı zaman kâinat durup dinlerdi.

O Çekiç Ali ki “Sarı yazma yakışmaz mı güzele” diye ünlediği zaman, kuşlar, böcekler, kelebekler susardı.

Genç Neşet Ertaş da radyo döneminde bir tek türküsüyle halkın ruhunu esir almıştı. O sıralarda yaygın olan ve çok kişinin okuduğu Ali İzzet’e ait “Mühür Gözlüm” türküsünü çığlık çığlığa söylemiş, o anda da Türkiye’ye damgasını vurmuştu.

Bu genç adamın sesinde, sazında sanki çırpınan bir kuşun çığlığı duyuluyordu. Dinleyenlerin tüyleri diken diken oluyordu.

O günden sonra herkes birbirine sormaya başladı: Kim bu adam, kim bu adam?

Halk onu tek bir kişi sanıyordu; elindeki sazın bin yıldır çalındığını, avazının bin yıldır Anadolu gökyüzüne salındığını bilmiyordu.

Âşık Veysel’in sesi toprağa benzerdi, Neşet’inki ise gökyüzüne, bulutlara, rüzgârlara, en yüksekten uçan turna kuşlarına.

Neşet Ertaş bizi geçmişimize bağlayan bir köprüydü dedim... Orta Asya’dan gelen Türkmen boylarının pentatonik müziğini duyuruyordu bizlere. İnsanlar bilinçle kavramasalar bile, kromozomlarına kazınmış olan bu tarihsel hafızayı hissediyorlar ve “İşte bu bizden!” diyorlardı.

Eğer Neşet ve babaları, amcaları İspanya’da yaşasa flamenko ustaları gibi onurlandırılırlar, incelemelere, tezlere konu olurlardı.

Yunan olsalar, rebetika ustaları gibi isimleri yüceltilirdi.

Amerikalı olsalar blues efsaneleri olarak dünya tarihine geçerlerdi.

Ama onlar ne yazık ki kıymet bilmeyen bir ülkenin, kabuk değiştirmeye çalıştığı bir devrine rastlamışlardı.

Kabuk değiştirmek kültür değiştirmek demektir. Kendi ülkesiyle bağlarını koparmaya çalışan gençliğin (ve genç sanatçıların) New York’lu olmaya özendiği bir dönemde Neşet’in dünya çapındaki ustalığını kim anlayacaktı ki.

Bugün pek çok radyo televizyon kanalı sorular yöneltti. Neşet Ertaş konuşulacağı için çoğuna olumlu cevap verdim. Arayanlardan ve Neşet programı yapanlardan birisi hangi kurumdu biliyor musunuz: Çin Uluslararası Radyosu.

Bizde bazıları Neşet Ertaş adını duymamıştır ama dünya böyle bir ustanın önemini bilir.

Nasıl Âşık Veysel’le, Âşık Mahzuni’yle birer devir kapandıysa, Neşet Ertaş’la da Kırşehir bozlakları perde indiriyor.

Bu gelenek elbette bitmeyecek, bozlak söyleyen genç sanatçılar yüreğimizi titretmeye devam edecek ama Neşet’in sadası duyulmayacak artık.

Mekânın cennet olsun sevgili dost.

Evvelimiz sen oldun, ahirimiz de sensin.