Bu yazıyı yazmaya başladığım zaman bir numaralama yapıp yapmama konusunda, tereddüt ettim.

"Anayasa yapılırken" 1, "Anayasa yapılırken" 2 vs. biçiminde bir tavır takınabilirdim. Fakat vazgeçtim. Zira öyle anlaşılıyor ki yemin boykotu sürse de sürmese de anayasa çalışmaları başlayacak ve bizler de "dağarcığımızdaki bilgiler ölçüsünde" bu konudaki çalışmalara katılacağız.

Öncelikle şunu vurgulayayım ki şu satırları kaleme aldığım sırada CHP ve BDP'nin yemin etmeme tavırlarında bir değişiklik olup olmadığını öğrenememiştim. Umudum ve temennim bu boykotun sona ermiş olması ve bu iki partimizin de önümüzdeki anayasa çalışmalarına katılmaları. Zira anayasalar, "dayatmayla" değil "uyumla" hazırlanması gereken belgelerdir. AK Parti TBMM çoğunluğuna dayanarak elbette bir anayasa hazırlayabilir. Fakat toplumun yarısının, "Bu benim anayasam değil" dediği bir metin, acaba siyasal ve toplumsal huzur ve istikrarı getirebilir mi?

Hiç sanmıyorum...

Xxxxxxxxxxxxxx

Yukarıdaki paragrafta anayasaların "dayatmayla" değil "uyumla" hazırlanması gerektiğini yazmıştım. Ancak şunu özellikle vurgulamak isterim ki dayatma, sadece "çoğunluktan" gelmeyebilir. Bazen de "azınlık" dayatmacı olabilir. Ve işin doğrusu, çoğunluğun dayatması ne denli rahatsız edici ise azınlığın dayatması da aynı derecede rahatsız edicidir.

Özlenen odur ki farklı gruplar görüşlerini açıkladıktan sonra, iş "karşılıklı ikna" noktasına gelir. Ve işte bu aşamada, pazarlıklar başlar.

Bir anayasa yazımında, belirli siyasal grupların beklentileri yerine gelmese bile eğer o grup, anayasa çalışmalarına katılmış ve görüşlerini açıklamışsa, demokratik çizgi içinde kalınmış olunur, demiştim. Fakat güzel olan şey, karşılıklı iknaya dayanan bir uyum olmasıdır. Bu konuda geçenlerde yazdığım bir başka yazıda, eğer toplumun ciddi bir bölümünün talepleri dikkate alınmazsa, bir "referandumun" bile demokratik olmayacağını yazmıştım.

Ne de olsa W. Churchill'in söylediği gibi, "Demokrasi, berbat bir rejimdir." Gene onun söylediği üzere, "rejimlerin, en az berbat olanı" olsa bile...

Xxxxxxxxxxxxxxxx

Önümüzdeki anayasa çalışmalarıyla ilgili, çok kalem oynatacağız. Fakat temel sorunları şimdiden vurgulayabiliriz.

Bu "yeni anayasada" her şeyden önce, "vesayet rejimi" ortadan kaldırılırken özgürlüklerin nasıl korunabileceği ya da güvence altına alınabileceği sorununun yanıtını aramak gerekecek.

1924 Anayasası, "egemenliğin, kayıtsız şartsız ulusa ait olduğunu" söylemişken, 1961 ve 1982 anayasaları, bu egemenliğe ortaklar getirmişlerdi. Şimdi, ortakların tüylerinin yolunacağı çok açık. Ama çoğunluk karşısındaki azınlığın özgürlüklerinin ve egemenlik hakkının nasıl korunacağı konusu, ciddi bir sorun...

İkinci olarak, anayasamızdaki "Türklük" kavramının, kendini Türk saymayan vatandaşlarımızı, tatmin edecek bir biçimde tanımlanması gerekecek. "Anayasal Türklük" kavramının, kimi vatandaşlarımızı tatmin etmediği çok açık. Ancak bunların sayısını da abartmamak ve Türk milliyetçilerini tatmin edecek bir çıkış yolu bulmak zorunluluğu vardır.

Üçüncü olarak, "laiklik" kavramına, toplumun tüm kesimlerini tatmin edecek bir tanım getirmek gerekiyor.

Gerçekten, toplumumuzun kimi kesimleri laikliği, "dinsizlik" gibi görürken, toplumumuzun kimi kesimleri, ciddi bir, "İslam şeriatı devleti" korkusu içinde. Belli grupların, bunun aksini dile getirmelerini de "takiyye" olarak değerlendiriyorlar.

Dördüncü olarak, "yasa devletinden", "hukuk devletine" geçiş yolları aranacaktır. Bunun çaresi de yasalarımızın "çağdaş, evrensel hukuk anlayışına uygun olarak değiştirilmesidir." Yeni anayasa bu konuda zorlayıcı olabilir.

Sanıyorum, bugünlük bu kadar ipucu yeter. Zaten zamanı geldikçe bu konuları ele almayı sürdüreceğiz…