Geçenlerde Okan Bayülgen’in Uykusuzlar Kulübü deprem konulu programına katılan sinema eleştirmeni Murat Tolga Şen, sinemada ya da televizyonda depremi fon olarak kullanan birkaç film olduğunu ama büyük oranda depremi konu edinen yapımlar olmadığını sorguladı. Buna psikolojik olarak insanların bir süre sonra depremden konuşmayı ya da bununla ilgili görüntüler izlemeyi istemeyeceği ve dolayısıyla izlenmeyeceği düşünülen bir işe de hiç bir yapımcının girmeyeceği gibi bir yorum yapıldı. Ben de depremle ilgili dayanışmaya çalışırken ve depremin acısını içimizde taşırken bir yandan da soğukkanlı olmaya çalışarak depremin sadece bir ayna görevi gördüğünü ve zaten hepimizin toplumsal ahlak ve yönetim anlayışı olarak bir enkaz yığınının altında yaşadığını tekrar fark etmemizi sağlayabilecek bir filmden bahsetmek istiyorum.

Değirmen filmi, Reşat Nuri Güntekin’in romanından uyarlanmıştır. Yönetmeni Atıf Yılmaz olan film, 1986 yılında yapılmış ve filmde Şener Şen, Serap Aksoy ve Levent Yılmaz gibi önemli oyuncular yer almaktadır.

MV5BZDQ5ZDVhMmYtZmRlOC00YjMxLTg1Y2ItOWZmOTI3M2ViY2IyXkEyXkFqcGdeQXVyMjExNjgyMTc@._V1_FMjpg_UX1000_

Film, Osmanlı’nın son dönemleri olduğunu düşündüğümüz zamanlarda Sarıpınar ilçesinde geçmektedir. İlçenin kaymakamı Halil Hilmi Bey, evinde eğlenceler düzenlenen Ömer Bey’in konağına gelir. Eğlence esnasında bina sallanır ve eğlencedeki biri, “zelzele oldu” diye bağırarak herkesi telaşa verir. İnsanlar telaşla binadan kaçmaya başlarlar. O sırada kaymakam merdivenlerden düşer ve sakatlanır. Bu konuyu bir haberci telgraf çekerek merkezi idareye bildirir.

Ama binalar yıkılmamıştır, halk depremi hissetmediğini söyler. Ancak deprem oldu haberi sınırları aşıp yurtdışına dahi yayılmıştır. Merkezden yöneticiler geleceği haberi duyulunca da çözüm olarak zelzele olmuş gibi gösterilmesine karar verilir. Ancak yöneticiler gelir, halkın yoksulluğunu görür ve anlaşılır ki ilçe zelzeleden değil yoksulluktan harap halde yaşamaktadır.

Gerçekler yöneticilerin yüzüne çarpmıştır ancak bu gerçekleri zelzeleye bağlamak herkesin işine gelmektedir. Devlet bir iddiayı yalan da olsa savunmaya başladığında onu tüm topluma yayabilir. Hatta zelzele olmadı diyen bir vatandaşa diğeri şöyle der: “dün gece elindeki testi düşüp kırılmadı mı? “ Yani olan olayları zelzeleye bağlayarak halk manipüle edilmeye başlanır. Bir de zelzele için yardım parası gönderilir. Gelen yardımları çok önceden zarar görmüş olan okulun tamiri için kullanmak isteyenler de olur. Ancak kaymakam “zelzeleden zarar görenler için gönderilmiş paradan başka yere sarf etmenin devlet mevzuatına uymayacağını bilmeniz gerekir” şeklinde cevap verir. Ömer Bey, boş durmaz elbette hayır işlerinde kullanılır diyerek yardım getiren kurumun temsilcisini sarhoş edip “işi bağlayıp” malzemeleri kendi deposuna aldırır. Dolayısıyla mesele sadece devlet meselesi değildir, mesele, güç sahibi kesimlerin-özellikle de boşluk bulunan alanlarda-olan biteni kendine yonttuğu ve bunun için hak, hukuk, vicdan dinlemeyen bir çıkar grubu sistemi meselesidir.

Filmdeki her sahne incelikle düşünülmüş ve kurgulanmış. Örneğin bir sahnede kaymakam ilçe komisyonunu toplar. Yaşlı bir adamın ölümü hakkında konuşurlar. Bir tanesi, adam zelzeleden değil, parmağı yaralıymış zaten kangrenden ölmüş der. Mühendis karakteri ise hastanede adamın tedavisinin baştan savma yapılıp gönderildiğini söyler. “Adamı hem öldürmüşüz hem mezar parasını vermiyoruz” diye de ekler. Yani film, bunun gibi sahnelerle aslında ülkenin ahval ve şeraitini tüm vehameti ile ortaya koymaktadır.

Bu sırada Kaymakam Halil Hilmi Bey görevden alınmış yerine genç bir kaymakam atanmıştır. Durumu ele alan yeni yönetim ve merkezi idare, olayları kapatmaya örtbas etmeye çabalarken Halil Hilmi Bey görevden alınsa dahi onları uyarmaya ve vatandaşa yardım etmeye çalışmıştır. Bir yandan da marangozluk yapmaya başlamıştır. Halil Hilmi Bey yaşlı bir amcayla konuşurken depremin yer depremi değil keyif depremi olduğunu, Ömer Bey’in evinde gerçekleştiğini ve Naciye’nin dans ederken göbeğini sallaması yüzünden olduğunu söyler. Aynı ülkemizdeki her depremden sonra yayılmaya çalışılan halkın ahlaksızlığından başımıza geldi bunlar dedikoduları gibi.

Filmin bir başka sahnesinde şehzadenin ziyarete geleceğini öğrenen Vali telaşlanır eli ayağı dolaşır, çaresizdir. Eski kaymakam olarak Halil Hilmi Bey valiye bir çözüm önerir. Köyün zaten 4’te 3’ünün harap olduğunu ve halkın evlerinden çıkarılıp çadırlara yerleştirilmesi gerektiğini söyler. Aynı zamanda yardım malzemelerini bağ evine stoklayan Ömer Bey’in evine halkı yönlendirip yardım malzemelerini aldırır. Aynı zamanda, Ömer Bey’in evi ve şehzadenin geçeceği sokaklardaki evler yıkılarak şehzadeye deprem olmuş gibi gösterilecektir. Hazırlıklar tamamlanır. Depremin olduğunu kanıtlamak için horozun kafasını bile bandajlarlar. Sonunda Şehzade inandırılmıştır. Halil Hilmi Bey, bu iş bitti diyerek işi kotardığını düşünüp sevinir. Yardımcısı Hurşit ise “az bekle bey bu Osmanlı’da daha ne oyunlar var “ der. Filmin sonunda ülkede seferberlik ve savaş ilan edildiği duyulur. Toplanan yardımların onun için harcanacağı söylenir. Yıkılan binalar… der susar kaymakam. Nasıl yıktırdıysan öyle yaptır der Vali. Halil Hilmi Bey ise “asıl zelzele şimdi başlıyor” der ve film biter.

Günümüzde yaşadıklarımızla filmdeki olayları tek tek özdeşleştirmeye gerek bırakmıyor film. Halkın elbet bir suçu yok ama “olmayan”ı dile getirme sorumluluğu var. Kulak asılmazsa eğer, bir komplo teorisi ya da felaket tellallığı olarak değil tarihi bir tespit olarak hatırlatma ihtiyacı duyuyorum: Filmde özetlendiği gibi yönetenler, başım belaya girmesin(matbaa sahibi), ben parama ve kazancıma bakarım (alemleri düzenleyen Ömer Bey), astığım astık kestiğim kestik (Vali) gibi zihniyetlerle yönetmeye devam ederse devletler yıkılmasa bile çürümeye, çürümese bile sarsılmaya ve gerilemeye mahkum olacaktır.

Herkes, yarın ne olacak endişesi olmadan, geçim derdi yaşamadan, sesinin duyulduğu, hakkını aldığı, hukukun üstün olduğu adaletli bir ülkede yaşamak ister. Ülkemizde yaşanan ise kapasitenin, imkanların olduğunu bildiğimiz halde bunları yaşayamamaktır. Bunları yaşamak için de halkın ödemesini zar zor karşıladığı evlerinin sağlam olup olmadığıyla korkutulması yerine sosyal devletin varoluş amacı olan barınma, sağlık, eğitim vb hakları vatandaşına sağlayacak mekanizmaların var olduğunun ancak kötü politikalar ile yok edildiğinin ve tekrar ayağa kaldırılmasının elzem olduğunun hatırlatılması gerekir.

Kamunun toplumun faydası için çalıştığı, refahın eşit paylaşıldığı sosyal devlet politikalarına dönmemiz gerekmektedir. Geçmişte var olan ancak bugün ya işlevi değiştirilen ya da kapatılan kurumlar mevcuttur. Bu kurumların yeniden işlevsel hale gelmesi ve kamu yararı için çalışması gerekmektedir. Arsa Ofisleri, Emlak Bankası , TOKİ, Devlet Planlama Teşkilatı, güçlü yerel yönetimler, Köy Enstitüleri, Hıfzıssıhha, Kızılay gibi daha birçok kurum ve kuruluşun kamusal düzen etrafında yeniden kamu yararı esasına göre şekillenmesi zorunlu bir ders olarak toplumun önünde durmaktadır.

Bunların hayata geçirilmesi için vicdanlı ve kararlı yöneticiler gerek elbet. Çok uzatmadan…Bu reçeteler, işini iyi yapan uzmanlarca çok daha kapsamlı haliyle dile getiriliyor zaten.

Filmlerden ve uzmanlardan ders almamız umuduyla…