Mustafa Güçlü / Demokrat Haber

Halen İzmir Tiyatroları Derneğinin yönetim kurulu başkanlığını yürüten Ege Tiyatro Kooperatifi’nin kurucu üyeleri arasında yer alan Özgür Başkaya ile emekçilerin örgütlenmesinden yola çıkarak tiyatronun toplumsal dönüşümdeki yeri ve önemini konuştuk...

MUSTAFA GÜÇLÜ: Okuyucularımıza kendinizi kalıplaşmış ifadeler dışında sizi en iyi şekilde yansıtacak sözcüklerle tanıtın desem neler söylersiniz?

ÖZGÜR BAŞKAYA: Amatörlüğü gerçek anlamıyla özümsemiş, hümanizması yüksek, tiyatroya gönlünü vermiş bir komünist, derim.

MG: Sanatçıların geçmiş yaşantıları özellikle çocukluk çağları onların sanatsal üretim süreçlerinde önemli yer tutar. Çocukluğunuzda yaşadıklarınız sanatınıza nasıl yansıdı. Sizi tiyatroya yönlendiren ya da tiyatroyla buluşturan özel biri var mı?

ÖB: Çocukluğumdan beri güzeli sevdim, naifliği ve narinliği sevdim iri yarı biri olmama rağmen. Çocukluğumda insanların birbirlerine karşı duyarsızlığı beni hep üzdü. Ayrıntılarla ilgilenmemeleri de kabalıkları da. 13 yaşındayken sevgili hocam Mehmet Kartal beni okul tiyatrosuna aldı. O gün bu gün tiyatro, insanlara-insanlığa ilgim dışında hayatımdaki en önemli şeydir. Hocama teşekkür etmekten başka bir söz bulamıyorum.

MG:İzmir Tiyatrolar Derneği” ile birlikte hareket ediyorsunuz. Geçenlerde “Ege Tiyatro Kooperatifi” ni kurdunuz Yine bu minvalde sanat ortamında birlikte hareket eden pek çok kolektif yapı bulunmakta. Sanat alanında bu tür kooperatif, birlik, dernek vb. adı altında örgütlenen yapıların yeri ve işlevi nedir? Bu yapılar arasında piyasacı sanata karşı oluş halini örgütleyen bir dayanışma ağı neden kurulamıyor?

ÖB: Halen İzmir Tiyatroları Derneğinin yönetim kurulu başkanıyım. Bahsettiğiniz gibi Ege Tiyatro Kooperatifi’nin de kurucu üyesiyim. Bugüne değin ülkemizde var olan birçok sanat örgütlenmesinin içinde yer aldım, kurucusu oldum. Emekçilerin örgütlenmesinin ne denli önemli olduğu herkes tarafından bilinir. Sanat emekçilerinin örgütlenmesi de her ne kadar azımsansa da aslında çok önemlidir. Kapitalizme ve onun işbirlikçilerine karşı emekçilerin ve sanat emekçilerinin örgütlenmesinden başka herhangi bir kurtuluş yolu düşünülemez. Velhasıl örgütlenme dünyanın sonunu eşitsizlikle hızlandıran kapitalist sürece karşı başarılı olamazsa, yarınların eşit ve özgür bir dünyaya ulaşma şansı bulunmamaktadır. 12 Eylül açık faşizminin toplumda bıraktığı büyük yaraların (elli kişinin idam edilmesi, binlerce kişinin işkencelerden geçirilmesi, on binlerce kişinin hapislerde çürütülmesi) dışında, isyan etme kültürümüze ve düşünme yetimize vurduğu büyük darbe asıl sorunu oluşturmaktadır. Bu örgütlenme ve dayanışma ağlarının kurulamamasında önemli bir yere sahiptir. Atalet ve cesur olmamamız da bu olumsuz süreçte var olan önemli diğer etmenlerdir.

MG: Pandemi döneminde özellikle sahne sanatlarını icra edenler salonların kapalı tutulması nedeniyle tıpkı müzisyenler gibi var olan durumdan olumsuz etkilendi. Siz aynı zamanda “Özgür Tiyatro” kurucusu ve bir bileşeni olarak bu süreçte neler yaşadınız? Bu zorlukları aşmak için kendi özelinizde neler yaptınız?

ÖB: Öncelikli olarak 2020 Mart’ından bugüne değin herhangi bir oyun oynayamadık. 27 Mart Dünya Tiyatro Günü kutlamaları yapamadık. Seyircimizle yüz yüze gelemedik. Bunlar yeterince acı verici. Ancak dayanışma kültürünü geliştirmek adına başka tiyatrolarla ortak projeler ürettik ve kendimizi daha çok tiyatronun kuramsal yapısıyla geleceğe hazırlamaya çalıştık.

MG: Ülkemizde Tanzimat’tan başlayarak Batılı anlamda tiyatronun gelişiminin özellikle 1950’li yıllardan sonra çeşitlenerek sürdüğünü görüyoruz. Özellikle köyden kente göç, köy sorunları, kentleşme, işçi vb. sorunları ele alan toplumsal duyarlılığı olan tiyatrolar bu dönemde ortaya çıkmaya başlıyor. Günümüzde ise birçok tiyatro grubu çeşitli sorunlarla boğuşuyor hatta geçen yıl AST ekonomik anlamda sıkıntıya düştüğü için kapandı. Genel anlamda tiyatronun ve toplumcu gerçekçi tiyatronun gerileme sebepleri nelerdir?

ÖB: Bu soru sosyolojik ve toplumcu olarak, buradaki kısa röportajla yeterince açıklanamaz. Kapitalizmin bu döneminde, yani her şeyin alınıp-satılmaya çalışıldığı ve paranın iktidarının bizleri yaraladığı bu zamanda, tiyatronun yaşanılan süreçten bağımsız olarak ayakta kalması mümkün değildir. Toplumun çöküşe gittiği ve insanlığın büyük kayıplar yaşadığı bu süreçte maalesef tiyatro bir çığlık olarak kalmanın ötesine geçememektedir. Ancak tiyatrocuların umudu yitirmemeleri ve bu yozlaşma-çürüme sürecinde insan ve insana bağlı değerleri korumak için cansiperane bir tutum sergilemeleri gerekir. Toplumcu gerçekçi tiyatro (sanat) bir gerileme içinde değildir. Sadece tüm olumsuz etkiler nedeniyle bir durgunluk süreci yaşadığını söyleyebiliriz. Ancak rüzgârın yönünün değişeceği varsayılırsa ki değişecektir, toplumcu gerçekçi tiyatro da insanlığın kendini ve dünyayı kurtarma serüveninde gerekli rolü üstlenecektir. Umudu kesmemek gerekir.

MG: Niçin Biz internet sitesinde yayımlanan “Ödül Sistemi” adli yazınızda sanatta ödül ve yarışmalara cepheden tavır alan bir yaklaşım sergiliyorsunuz. Özellikle kendi alanınızda ödül ve yarışmalara karşı tutumunuz neden bu kadar katı açıklayabilir misiniz?

ÖB: Ödül ayıptır. Diyalektik bir düşünce biçimiyle bakarsanız cezayı içinde barındırır. Sanatın ve sanatçının cezalandırılamayacağı çünkü sanatta işlenecek herhangi bir suçun olamayacağı gerçeği bir tutum olarak ödüllere neden karşı olmamız gerektiğini bize anlatır. Kapitalizmin kendini yeniden üretmesinin bir yönteminin de yarışma ve ödüllere bağlı olduğu görüldüğünde kapitalizme düşman biri olarak neden bu kadar katı olduğumu siz ve okuyucular anlayacaktır. “Ödül Sistemi” yazım beklediğimin üstünde ses getirdi. Zamanı değil diyen dostlar oldu. Ben buna katılmıyorum. Kapitalist hegemonya nasıl bize her an darbe vuruyorsa, biz de gücümüz doğrultusunda bu kusmuk sistemi tırpanlayacağız. Kendi istifralarında boğulacaklar.

MG: Yaptığınız bir söyleşide, “Sanatın görevlerinden biri olan “Yarınları Oluşturmak” tek ödüldür.” (1) diyorsunuz. Yaptığınız sanatsal çalışmalarınızı toplumsal değişim ve tarihsel gelişim içerisinde nasıl bir yerde konumlandırıyorsunuz? Amatörlüğü öne çıkaran bir tiyatrocu olarak şimdi ya da gelecekte nasıl bir tiyatro düşlüyorsunuz?

ÖB: Toplumsal ve tarihsel gelişim süreçleri dünyanın lanetlilerinin kendi kaderlerini çizme süreciyle ilgilidir. Sanat bir kendini ifade etme biçimidir. Hakikat erleri yaşadıklarını öneren kişilerdir. Sanatçılar yaptıkları ve yaşadıkları ile değerlendirilirler çünkü yaşamınız kimliğinizdir. Benim dünya görüşüm özgürlük ve eşitlik üzerine kuruludur. Bu anlamada kapitalist akışın tersine çevrilmesi için yaptıklarım konumumu gösterir. Amatörlük sorusuna gelince, basit anlamıyla amatörlük herhangi bir işi aşkla yapmak gönül bağıyla bağlanmak, ondan bir fayda beklememek anlamlarına gelir. Geleceğin tiyatrosunun biçimini bilmiyorum, ama insanların özgürce ve tiyatronun diliyle kendilerini ifade etmeleri o tiyatronun nasıl şekilleneceğini belirleyecektir. Amatörlük üzerine yazdığım yazının okunması bu konuda daha açılımlı olacaktır.

MG: “Özgür Tiyatro”yu kurma fikri nasıl ortaya çıktı? Amatör bir tiyatro ekibi olarak izleyiciyi nitelikli sanatla buluşturmanın zorlukları nelerdir? Kültür Bakanlığının sanata ve tiyatroya desteği hakkında neler düşünüyorsunuz?

ÖB: Eskiden uvriyeristtim. Tiyatro bölümünü bitirirken işçi sınıfı ve emekçilerin “tiyatroyla yaşamlarını kurmaları” düşüncesi beni Özgür Tiyatroyu kurma fikrine getirdi. Bir işçici oyun olan ‘’Lefty’i Beklerken’’ Özgür Tiyatronun ilk projesi olarak gerçekleşti. Solu bekliyorduk. Geleceğine inanıyorduk. Burada “Lefty” bir işçi önderinin ismidir ve oyunun sonunda öldürülür. Neyse, 1994 yılından bu güne Özgür Tiyatro sosyalizme endeksli bir demokrasi kültürü ve eşitlikçi-özgürlükçü bir dünya düşüyle çalışmalarını sürdürüyor. Ben sanat yönetmeni olmaya devam ettiğim sürece de bu böyle olacak. Amatörlerin herhangi bir ekonomik beklentide olmadıkları gerçeği, onların işlerini “aşkla” yapmalarını gerektirir. Aşkla yapılan işler tüm titizliğiyle yapılacağından amatörler zaten nitelikli sanat yaparlar. İşi acemilikle karıştırmayalım. Kültür Bakanlığının sanata ve tiyatroya, devletin anayasanın 64. Maddesinde belirttiği koruma ve kollama işini bile yapmadığını söylemek bu sorunun son yanıtı olacaktır.

Engellemesinler başka ihsan istemez.

MG: Eskiden gezgin tiyatrolar vardı, en ücra köşelere köylere kadar seyirciyle tiyatroyu buluşturmayı amaçlayan devrimci gruplardı bunlar. Ezilenlerin özgürleşmesinde sanatın özellikle tiyatronun önemli rol üstlendiğini ve bu yüzden iktidar sahiplerince tehlikeli görüldüğünü biliyoruz. İşçileri, köylüleri sanatla tiyatroyla buluşturmak için neler yapılabilir?

ÖB: Devrimci tiyatro, işçilerin-emekçilerin dertlerini baz almalıdır. İşten çıkarılanların yanında olmalı, iş kazaları denilen cinayetleri konu edinmeli, yoksul kesimin sesi olmalıdır. Ancak bu “tiyatronun” tek başına yapabileceği bir şey değildir. Sınıf temelli politika ve örgütlenme çalışması yapan tüm çevreler, tiyatrolardan destek istemeyi bırakıp, tiyatronun önemini kavrayarak hareket ederlerse akıllıca bir iş yapmış olacaklardır. Kültür ve sanat çok etkili ve tehlikeli bir silahtır. Geniş kitlelere ulaşabilmenin yolu biraz da buradan geçer. Elbette siyasi örgütlenmelerle ve kendini Sol’da gören çevrelerle birlikte hareket ederek bu gerçekleşebilir. Sanatçılardan destek istemekle değil sanatçılarla dayanışılırsa bu söylediğinizin gerçekleşme olanağı bulunabilir.

MG: Son söz olarak neler eklemek istersiniz?

ÖB: Sorularınızın çoğunun içinde yanıtların bulunduğunu görüyorum, bu anlamda ortaklaştığımız anlaşılıyor. Bu röportajı okuyup daha geniş fikirler edinmek isteyenler için sizin de bahsettiğiniz “niçin.biz” internet sitesindeki ve “ozgurbaskayablogspot.com” adresindeki yazıların okunmasını öneririm.

Ayrıca bu röportajı benimle yaptığınız için teşekkürlerimi bir borç bilirim.

________________________________

(1) https://tiyatrodergisi.com.tr/tanrisal-odul-sisteminden-pazarin-odul-iktidarina/