Ülkemizde siyasi partilerin bazı konulara ağırlık verdikleri, hatta bazı değerleri istismara kadar götürdükleri herkesçe bilinmekte. AKP din (İslam) ve dini değerleri yoğun olarak kullanmakta, halkın büyük çoğunluğunun Müslüman ve dindar olmasından yararlanmaya çalışmakta. CHP ise “Atatürk’ün partisi” imajı ile, “laik” kesimlere yönelik olarak, “Atatürkçülük” üzerinden siyaset yapmakta ve halkın Atatürk sevgisinden yarar sağlamaya çaba göstermekte. MHP’nin “Türk milliyetçiliği” ve BDP’nin de “Kürtlüğü” siyasette kullandıkları da bilinen bir gerçek.

 

“Dindar”, “Atatürkçü”, “laik”, “milliyetçi” gibi kimliklerle özdeşlemiş olan bu partiler, son zamanlarda üzerlerine yapışmış olan bu etiketlerin dışında farklı söylemler de kullanmaya başladı. Örneğin AKP, Atatürk’ün CHP tarafından sahiplenilmesine tepki olarak, kendilerinin de Atatürk’ü benimsediklerini ve Atatürkçülüğün kimsenin tekelinde olmadığını vurgulamaya başladı. Başbakan Erdoğan 17 Nisan’daki grup toplantısında, M.Kemal’in 22 Nisan 1920’de göndermiş olduğu telgrafta “en yüce merciin Büyük Millet Meclisi olduğu” ifadesini dile getirerek AKP ile M.Kemal’in sözleri arasında paralellik olduğunu ortaya koymayı amaçlıyordu.

 

CHP lideri Kılıçdaroğlu da partisindeki “değişim”i açıklarken CHP’nin dine saygılı olduğunu, kendilerinin de Müslüman ve dindar olduklarını sık sık dile getirmekte. AKP’nin kendilerine yönelik İslam’a karşı olma suçlamalarına yanıt verebilmek için, neredeyse AKP ile dindarlık yarışına girmekteler. Kılıçdaroğlu da 17 Nisan’daki grup toplantısında “İnönü’nün dine saygılı olduğunu, yasakladığı kitapların hurafe içerdiği için yasaklandığını” belirtti. Ayrıca Konya’da Alaattin Camii’nin CHP tarafından ahır yapılması konusundaki eleştirilere karşı da “savaş zamanında bazı camilerin zorunlu olarak askerlere tahsis edildiğini” açıkladı.

 

AKP sahip olduğu “dindar, İslamcı” kimliği yanında Atatürk’ü de söylemlerinde kullanarak, Atatürk’ü CHP’nin tekeline bırakmak istememekte. Benzer biçimde CHP de “Atatürkçü, laik” kimliği yanında dindarlık ve İslam söylemlerine giderek artan oranda yer vererek bu koz’un AKP tarafından kullanılmasına engel olmayı amaçlamakta. Ancak bu partilerin, rakiplerinin “kozlarını” kullanarak siyaset yapmaları gerçekten yarar sağlamakta mı? Bana göre hayır. Bir şeyin aslı varken, kimse taklidine prim vermez. Bir dindar, salt CHP dinden söz ediyor diye AKP yerine CHP’ye oy vermeyi düşünmez. Ya da hiçbir Atatürkçü, AKP de Atatürk’ten söz ediyor diye CHP’yi bırakarak AKP’ye oy vermez. Öte yandan parti ve kişilerin iyi bilmedikleri konularda karşı tarafla polemiğe girmeleri yarardan çok zarar getirebilir. Nitekim CHP lideri dini konulara girdikçe, Erdoğan polemiği derinleştirerek Kılıçdaroğlu’nu hata yapmaya zorluyor ve sonra da bu hataların üzerine giderek CHP ve Kılıçdaroğlu’nu zor duruma düşürebiliyor. Bu partilerin, karşı taraftan oy alacağım derken, yeni söylemlere karşı olan kendi tabanından oy kaybına uğramaları da bir başka gerçeği oluşturuyor. Özellikle “laiklik” konusunda aşırı duyarlı olan CHP tabanında, dindarlık söylemlerine karşı tepkiler olduğu gözlenmekte.

 

Bana göre bu politikaların, söylem değişikliğinin en büyük sakıncası inandırıcı olmaması. Örneğin CHP İslam’dan, dindarlıktan vb. söz ettiğinde, oy almak istediği dindar kesim “neden türban yasasına karşı Anayasa mahkemesine başvurdunuz ve yasayı iptal ettirdiniz?” ya da “İmam Hatip okullarına ve derslerde peygamberin hayatının okutulmasına neden karşı çıkıyorsunuz?” sorusunu soracaktır. Ya da AKP’nin Atatürk’ten ve Atatürkçülükten söz etmesi karşısında, türban, İmam Hatip vb. uygulamaları öne sürülerek bu söylemin inandırıcı olmadığı vurgulanacaktır.

 

CHP inandırıcı olmak, toplumun her kesiminden oy almak istiyorsa yapması gereken dini söylemler kullanmak değil, çağdaş sosyal demokrasinin, özgürlükçü solun ilkelerini savunmasıdır. Demokrasiden taviz vermeden her türlü darbe ve darbecilere, Ergenekonculara karşı “ama’sız” kesin tavrını koymalı. Tüm ezilenlerin ve ayrıma uğrayanların yanında olmalı, emekçilerin, Kürtlerin, Alevilerin, azınlıkların haklarını savunmalı ve emeğin, doğanın sömürülmesine karşı politikalar önermeli. Laikliği türbana indirgeyen “elitizm” yerine “özgürlükçü laikliği” savunmalı, zorunlu din derslerine ve Diyanet İşleri Başkanlığına karşı çıkmalı. 12 Eylül Anayasası’nın tümden değiştirilmesi, demokratik, eşitlikçi, özgürlükçü bir yeni anayasa için çaba göstermeli.

 

Çağdaş sosyal demokrat, özgürlükçü solu savunan bir partinin ne Atatürk’ü ne de dini sömürmeye ihtiyacı yoktur. Ezilenin, mağdurun, sömürülenin yanında olan, herkes için demokrasiyi savunan bir CHP için iktidar hiç de uzak olmayabilir. Bir gün Atatürkçü, diğer gün dindar, bir başka gün “milliyetçi” görünerek kimseyi inandıramayacağı açık. Kendine inancı olmayan bir partiye halkın inanmasını beklemek sadece hayalcilik. Mevlana’nın dediği gibi “Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol”.