İstanbul beyefendisi tavrı vardır, her adım ölçülüdür; ya da kızların yüksek sesli gülmesi bizde ayıp sayılır, güler gibi yapacak, gülümsemeyi dudağının kenarına yapma bir ben gibi iliştirecek.

Cumartesi günkü yazımı yazdığımda Mübarek henüz gitmemişti, pazar günü ise yazı günüm değildi, olsaydı eğer şimdi okuduğunuz bu yazı yerine başka yazı olacaktı, o gece dayanamayıp oturup yazdım ama Mübarek sonrası yazılara, yorumlara bakınca bir kenara koydum onu, iyi mi yaptım bilmem. O yazıyı yayımlasaydım her halde pek çok “yorumcu” benim için “görmemişin bir oğlu olmuş” derdi, heyecan dozu fazla yüksekti zira.

Tamam, benimkisi fazla olabilir ama be kardeşim, Mısır halkının yaptığına biraz olsun heyecanlanmaz mı insan?

Bizim mübarekler sanki tarih baba, herşeyin öncesini de sonrasını da onlar biliyor. Mısır’ın geçmişinden çıkarak hepimizin bildiği salt dış gözleme dayalı yüzeysel bilgilerle derin analizler yapıyor ve şaşmaz öngörülerde bulunuyorlar. Kimileri ise ne olur ne olmaz, biz ihtiyatlı yazalım da yorumlarımız sonra ters köşeye yatmasın havalarında, “amalar, fakatlarla” yapılmış kenar süslemeleri içinde ne dedikleri kaybolup gidiyor. İlle de doğrudan yana olacaklar, öldüklerinde –Allah geçinden versin- mezar taşlarına “Bu yazar hep doğruyu gördü” diye yazılsın istiyorlar.

Olaylara bir tarihçi gibi de değil, vakanüvis edasıyla bakıp yazanların yorumlarındaki ortak payda “Mısır’da demokrasi geleneği yok, buradan demokrasi çıkmaz, demokrasi beklemek safdilliktir” düşüncesidir. Aynen böyle yazanlar da var. Arap halkını küçümseyen ırkçı düşüncelere değinmiyorum bile onlara söylenecek bir laf yok.

Beni daha çok “demokrasi adına” yapılmış yorumlar ilgilendirdi. Mısır halkının geleceğinden duyulan kaygılar sayıp dökülüyor. Hele Mısırlı solculara, İran-TUDEH (komünist parti) örneğini göstererek akıl verenler yok mu, insan bu şaşılığa bakıp şaşı kalıyor. En çok da “devrimci “kardeşlerimiz yapıyor bunu. Öteden beri, düşüncelerimden dolayı bu eleştiriyi çok almıştım, yanıtlamıştım da, ama Mısır Devrimi şimdi TUDEH’in geçmişteki duruşunu anlamayı çok kolaylaştırdığı halde hâlâ baktığını göremeyenlere şaşırmayıp da ne yapalım?

Ne yapsaydı Mısırlı solcular, Tahrir Meydanı’na inmeseler miydi? Halkın isyanı içinde halk olmasalar mıydı? Silahlansalar mıydı? Yoksa kenara çekilip işçi sınıfının öncü olacağı gelecek güzel günleri mi bekleselerdi? Ayrıca nerede onlar? Nerede Mısır halkını desteklemek için Batı’da, kapitalizmin kalbinde grev yapan, sokağa dökülen işçiler, sendikalar? Bizde Yargı Reformu Yasası’nı protesto edenler neredeler?

Öyle anlaşılıyor ki, gayet “akılcı” bir entelejansiyamız oluşmuş, olayların gelişimi karşısında hiç kül yutmuyor, filmin sonunu görmeden film seyretmiyor. Heyecanlı bir polisiye film seyretmek için sinemaya giden adamın kulağına bahşiş alamayan yer gösterici eğilip “beyefendi size bir iyilik yapacağım, kadının katili kocasıdır” deyivermiş. Ama Mısır’da bahşişçiler bile isyan ettiler, filmin sonunu önceden söyleyecekler de kalmadı.

“Muhalefet hareketi örgütsüz, başsız bunlar Mübarek’i deviremezler” diye yazanlar da oldu. Mübarek devrildi şimdi aynı kalemler “ama gelenekleri yok demokrasiyi kuramazlar” diyorlar.

Kurarlar kuramazlar, bu Mısır halkının işi ama demokrasi diye ayağa kalkan halka demokrasi dersi verenler acaba “demokrasiden” ne anlıyorlar? Örneğin Tahrir Meydanı’nın heterojen yapısını yansıtan bir meclis kurabilirlerse yine örneğin o mecliste başı açık kadınlar olduğu gibi başı kapalı kadınlar da olur ise, hangi demokrasi daha demokrasi olur, başı kapalı diye kapı dışarı edilen Merve Kavakçı’nın olduğu bir meclisin temsil ettiği demokrasi mi, yoksa onlarınki mi?

Mısır devrimi “demokrasi konsepti üstüne yeniden düşünmeyi şimdiden önümüze koyuyor. Mısır’ın geleceğini merak etmek elbette çok normal ama biz şimdiden Mısır barışçı devriminin kendimiz için derslerine bakalım.

Herşey bir yana böyle yazanların özürleri kabahatlerinden büyük.

Demokrasi geleneği yok denen bir ülkede milyonlarca insan demokrasi için sokağı günlerce zapt etti. Tarihte benzer bir örneği hatırlamıyorum. Hangisini görmek gerekli? Geçmişteki geleneği mi, daha bugünden yaratılmış olan yeni geleneği mi? Tarihçileri bir yana bırakıyorum, o milyonlarca insan çocuklarına, torunlarına göğüslerini gererek Tahrir Meydanı’na nasıl koştuklarını, o meydanda nasıl günlerce direndiklerini anlatacaklar; Hüsnü Mübarek’i nasıl devirdiklerini hikâye edecekler, şiirler, romanlar yazılacak, şarkılar bestelenecek; gelecek kuşaklar “devrimci bir geleneğimiz var” diyecekler.

“Devletçi muhalefet geleneğine” sahip bizde, Mısır halkına bakıp demokrasi için azıcık heyecanlanmak hepimize iyi gelecek, inanın...

Gelecek günlerde lâzım olacak.