Babam öldü. Yüzü kömür karasında... Dün gece haberi geldi. Göçük altında kalmış. Babam öldü. Yüzü kömür karasında. Yüzünde is...

Sokaktayım. Haykırmaya, babam öldü... Babam öldü... Babalarımız öldü... Demeye. Bağıramıyorum sesim çıkmıyor. Barikatlar... Sesim çıkmıyor... Sesin çıkmıyor... Yıllar birikti... Sen de, ben de... Şehrin başka köşelerinde babalarımıza ağlıyoruz. Sahi senin de baban ölmüştü... Sen ortaokul dönüşü...

Bak acılarımız da benzedi... Bana... Sana... Babaları ölmüş... Babaları öldürülmüş... Öfkeli... Öfkesiz... Çocuklarız... Yıllar birikti sende... Neden haykırmıyorsun?... Sustun...

Topuklarımı çıkardım. İstiklal boyunca yürüyorum. Silahlar... Gazlar... Korkuyorum. Babam öldüğünde yüzünde kömür karası... Dudaklarında susuz çatlak... Çatlak... Yarım cümleler... Konuşsaydı... Konuşabilseydi... Sözcüklerinde. Sözcüklerinde belki... Belki dağılacaktı... Baba olamamanın... Evlat olamamanın... Nefessizliği...

Dardayım... Babam öldü. Dün gece... Yıllar birikti. Sen gideli. Bağıranlar sustu. Susturuldu. Öfkeli babasızlar. Küstüler. Babalarını alan kömür karasına... Babalarını öldüren patron babalara... Patron babaların babalarına babalarına...

Sustum. Yürüyorum. Yolumda tiner çeken... Oğlan. Yolumda. Yolumda. Babası ölmüş. Babası öldürülmüş. Babası hiç olmamış. Babası hep susmuş. Koynuma girdi. Gece. Bana morluklarını gösterdi. Cop izlerinde morluk. Soyundu. Benimle sevişmek istedi. Dokundum. Zayıf tane tane çıkmış kaburgalarına. Ağladı. Dokunma... Acıyor... ”Bir yer ki sızısı parmaklarında kalır geçmez kalır bende”... Dedi...

Sabah oldu. Sokaklar boş... Barikatlar yok. Gaz yok. Sabah telaşı... Otobüsler... Yüzler... Gülücüklü... Gülücüksüz... Babalar... Gömüldü. Barikatlar kaldırıldı. Geçiş serbest. Bir pastaneye gittim. Sıcak şekerli bir süt bir poğaça söyledim. Televizyon açık. Alt yazı akıyor... Tuzla Tersanelerinde patlama... Ölü var. Ölüler var... Diyor... Öldü. Baba... Biri homurdanıyor kanalı değiştiriyor. Bir şarkı dağılıyor... Babalar... Gömüldü.