Bakan Faruk Çelik, Akçakale Olayı ile ilgili "… itibarıyla hiçbir kardeşimizin kanı yerde kalmadı, gerekli işlemleri, muameleyi anında gördüler" dedi. Nasıl bir zihniyettir ki ölümleri bu şekilde kanıksar ve kanı kanla eşitler... Savaşın dili, dini, rengi, ırkı yok dedikleri budur herhalde.

***

Halkın desteği olmadan savaşa girmeye kalkan AKP, savaşı kendi halkına karşı da yürütüyor. “Düşman” dediklerini yenmek için, önce kendi halkını yenmek zorunda çünkü. Akçakale'de 5 kişinin ölümünde olduğu gibi misilleme sıradan bir tavır gibi hemen bombayla cevap veriyor. Başarılı olduğu zannına kapılarak. Acaba başarının kriteri nedir ki? Artık başarı, dışarıda da içeride de sevilip sayılan olmak değil, “güçlü” olmaya endekslenmiş durumda. Vatandaşlar içeride susturularak, hukuk da iyice köşeye kıstırılmaya çalışılıyor.

 

Hele hele “demokrasi”, “uzlaşı” denen oyun, tek taraflı gırtlağına kadar silahlı güç ile yürütülen, burjuva sınıf egemenliğinin örtbas edilmesi hali, yani savaş halinin örtülü yürütülmesinden başka bir anlam taşımamakta. Ve eğer savaş biterse inşallah başka bir iktidara…

 

Peki, AKP'nin tavrını nasıl okumalı?

 

Şüphesiz toplumu sinik bir kitleden ibaret düşünen kişiler küçük bir alevin, bir kır yangınına yol açabileceğindan haberdar değil.

***

Anlaşılmaz, açıklanamaz olan; Suriye’ye girip sözde “barış”ı ararken özde kirli bir maşa olmak. Kendi iç sorunlarını halletti de, artık bir de dışarıya el atayım dedi herhalde, ama tablo bu kadar da parlak değil…

 

Tabloya bir göz attığımızda öncelikle, ABD için, “başarılı” Irak deneyiminden sonra Suriye’ye girmek yerine ”Kendini Aslan Sanan Şola” misali Türkiye gibi bir ülkeyi öne sürmek daha cazip olsa gerek… Türkiye’nin, komşularla sıfır sorun politikası da böylelikle iflas etmiş durumda…

 

BARIŞIN VİZESİ SAVAŞ TEZKERESİ Mİ?

Başbakan’ın "barış için savaşa hazır olmak gerektiği” ifadesinde de belli ettiği gibi şu ana kadar Kürt sorunun aşılmasına yönelik politikalarında “tek” çözüm yolu olarak gördüğü yöntem daha fazla savaş. Bu tarz söylemler artık halk tarafından da rağbet görmüyor ama o kimi inandırmaya çalışıyor belli değil.

 

Başbakan’ın Esad’a ithafen sarf ettiği ''Kendi halkına, kendi şehirlerine, kendi kültürel mirasına değer vermeyen, kendi yerleşim yerlerini bombalayan böyle bir anlayışın tek bir tanımı olabilir: O da devlet terörüdür. Şu anda Suriye'de devlet terörü estirilmektedir'' sözleri Kürt halkına reva gördüğü şeyleri itiraf eder gibi... “Barış için savaş” söylemi basit gibi görünse de savaşın bedeli o kadar da basit değil. Olan kadınlara, çocuklara, savunmasızlara oluyor, "güçlü" olana değil…

***

Jet hızıyla geçti TBMM’den tezkere, o zaman jet hızıyla meclis gitsin askere!

 

AKP ve yandaşları, Suriye’ye ve PKK’ye dönük sınır ötesi operasyonlara tezkere kabul edilmeden çoktan başlayan iktidarın yaptıklarını “meşru” bir zeminde daha “geniş yetkilerle” uygulamak için tezkereyi “zaman kaybetmeden” jet hızıyla geçirttiler TBMM’den.

 

Dikkat edilmesi gereken bir nokta da tezkerenin içeriği ile ilgili. TBMM’de görüşülmesi beklenen Irak’a sınır ötesi operasyon konusunda hükümete verilen yetkinin bir yıl süreyle uzatılmasını öngören tezkerede "Irak’ın kuzeyine" dönük bir yetki isteniyor. Oysa hükümetin Suriye için getirdiği tezkerede, sadece Suriye'ye dönük bir yetki yerine "yabancı ülkelere asker gönderilmesi" için izin istenmesi ifadesi dikkat çekiyor.

 

Bu durumda Türkiye’nin gerekli gördüğü hallerde "zaman sınırı, zamanı ve miktarı" hükümet tarafından belirlenmek üzere asker gönderme yetkisi verildiği dikkat çeken bir ayrıntı. Bu geniş yetkiyle "cihan savaşı" bile çıkabilir.

 

On dokuzuncu yüzyılda yaşayan bir sosyalistin, dilenciye para uzatan arkadaşına, “Devrimi geciktirme!” diye haykırdığı rivayet edilir. Şu an bulunduğumuz zeminde kimilerince devrim bir ütopyanın adı olsa da, yürütülen kirli planlar, uygulamalar, katliamlara bir gün kimse sessiz kalamayacak...