Osman Kavala 1 Kasım 2017 gününden beri tutuklu. Tutuklanmadan önce 13 günü de ‘gözaltında’ geçirdiği düşünüldüğünde, kısa süre sonra tutukluluğu beş yılı geride bırakacak.

Kavala’ya bu süre içerisinde iki temel suçlama yöneltildi. Gezi Parkı protestoları aracılığıyla “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs”; diğeri de “siyasi veya askeri casusluk”…

Ancak casusluk suçlaması ile yargılandığı davada 11 Ekim 2019 günü re’sen tahliye edildi.

İlk savunmasını tutuklandıktan 20 ay sonra yapabildiği “Gezi ile hükümeti yıkma” suçlamasına dair davada ise 18 Şubat 2020 günü tüm sanıklar için beraat ve tahliye kararı verildi. Kavala’nın hemen serbest bırakılması gerekiyordu. Fakat tahliye edilmesi beklenen Silivri Cezaevi’ne yakınlarından önce siyasi polis gitmişti. Tahliye günü kapıda tekrar gözaltına alındı ve “terörle mücadele” şubesine götürüldü. Ertesi gün de tekrar tutuklandı.

Devlet, uç uca yakılan sigaralar gibi, uç uca tutuklatacak suçlamaların fitilini yakıyordu. Yeni suçlama, 11 Ekim 2019’da tahliye edildiği “siyasi veya askeri casusluk” ile 15 Temmuz darbe girişimi davası kapsamındaydı. Erdoğan gündüz saatlerindeki AKP grubunda “Biliyorsunuz, bir manevrayla dün onu beraat ettirmeye kalktılar” demiş, aynı gün casusluğa ilişkin “yeni deliller” ortaya çıkmıştı.

‘Yeni delil’ dediklerinin temel dayanağı, kısa bir süre ABD Dışişleri Bakanlığı’nda da görev yapan, Henri Barkey ile “yoğun iletişim içinde” oldukları iddiasıydı. Bu iddia HTS kayıtlarına dayandırılıyor, Kavala ve Barkey’in telefonlarının sinyal aldığı baz istasyonları üzerinden bir örüntü kurularak ikilinin “yoğun temas” halinde olduğu öne sürülüyordu.

Savcı Hasan Yılmaz, Henri Barkey ile Osman Kavala’nın, darbe girişiminden üç gün sonra İstanbul Karaköy’deki bir lokantada yemek yediklerini de iddia ediyordu.

Kavala’nın avukatları, ikili arasında hiçbir telefon görüşmesi olmadığına dair HTS kayıtlarını mahkemeye sundu. Henri Barkey, tutuklamanın ertesi günü, Deutsche Welle muhabiri Tunca Öğreten’e konuştu ve “Osman’la telefonda 93 saat görüştüğümü iddia eden savcılık, ciddi bir savcılık değildir. Bir kez bile telefonla konuşmadım” dedi.

Normalde, suçlamanın çökmesi için bu kadarı bile yeterliydi. Ama elbette durum normal değildi. İktidar medyası, özellikle “darbeden üç gün sonra Karaköy’deki yemek” iddiasını köpürttü.

Gezi Davası'ndan Kavala ve diğer sanıklara beraat veren heyet hakkında HSK incelemeleri başlatılır ve karar üst mahkemede bozulup yeni heyetlerle yeniden açılırken Kavala’yı ‘içeride tutan’ “yoğun iletişim” ve “akşam yemeği” iddiaları oldu. Kavala, yeniden görülen Gezi Davası'nda bu kez müebbet hapis cezasına çarptırıldı.

Ve 2,5 yıl sonra, geçen 31 Temmuz’da Henri Barkey bir kez daha konuştu. Bu kez o akşam Osman Kavala ile yemek yemediğini söylemekle kalmıyor, Kavala ile karşılaşıp ayaküstü sohbet ettiği lokantada “ünlü bir Türk gazeteciyle” yemekte olduğunu belirtiyor ve “benim asıl yemek yediğim kişinin belirtilmemesi fazlasıyla ilginç bir durum” diyordu.

KRT TV muhabiri Sultan Eylem Keleş, Barkey’in ünlü gazeteci dediği ismin Aslı Aydıntaşbaş olduğu bilgisine ulaştı ve tarafları aradı.

Aydıntaşbaş, “Böyle bir iddia var ama bu olayla bir ilgim yok” cevabını vermiş ve “Barkey'le yemek yiyen siz miydiniz” sorusuna karşılık da “Röportaj vermek istemiyorum” demişti.

Birkaç gün sonra (6 Ağustos) Barkey’den yeni bir açıklama daha geldi. Barkey, bu kez yemek yediği gazetecinin adını da veriyordu: Aslı Aydıntaşbaş...

Bu açıklamadan sonra aynı gün Aydıntaşbaş da yazılı bir açıklama yapmak durumunda kaldı. Barkey için “Bu şahsın şimdi konuşması manidardır” diyor; “Sevgili Osman” diyerek andığı Kavala'nın ‘bilgisi dâhilinde sessiz kaldığını’ ve ‘kötü niyetli bir operasyonla karşı karşıya kaldığını’ öne sürüyordu.

Nihayet dün gece Barkey Tele1 TV yayınına katıldı ve ifşaatının nedenini şöyle açıkladı: “Aslı ‘ben orada değildim’ demeye başladı. Ardından bana duyumlar gelmeye başladı, benim hakkımda ağır şeyler söylemeye başladı.”

Duvar’ın Medya Politik bölümünde aktarıldığına göre, yine dün (8 Ağustos) Osman Kavala’nın konuyla ilgili açıklamasını da hatırlatalım. Kavala “Savcılık bu gerçeği baştan beri gayet iyi biliyordu” diyor ve ekliyor:

“Emniyet görevlileri lokantada yaptıkları araştırmada, o akşam kimlerin hangi masalarda oturduğu bilgisine ulaşmıştı; Emniyet’te yapılan sorgumda da bu durum teyit edilmişti.”

Kavala, ‘casusluk’ iddialı ikinci iddianamede, bu olayın birdenbire ‘planlı bir buluşma’ olarak değiştirildiğini ve AİHM yargıçlarının da bunu tespit edip, “aynı olayın iki farklı biçimde anlatılması tutukluluğun sürdürülmesi çabasıdır” dediklerini hatırlatıyor. Ve nihayet şu haklı değerlendirmeyi yapıyor:

“Gezi davasında verilen beraat kararları bozulduktan ve iktidarın istediği türden cezalar verildikten sonra, ne pahasına olursa olsun tutukluluğumu devam ettirmek için hazırlanmış olan bu düzmece casusluk suçlamasına gerek kalmadı.”

Konu açısından en bağlayıcı olan, kuşkusuz, Osman Kavala’nın açıklamaları. Bu açıklamalarda, Aslı Aydıntaşbaş’ın “Sevgili Osman’ın bilgisi dâhilinde sessiz kaldım” sözlerini destekler nitelikte hiçbir ifade olmadığına dikkat çekelim ve son olarak böyle bir hararet içinde gözlerin aradığı iktidar medyasının tuhaf tutumuna değinerek sorulara geçelim…

Barkey’in açıklamaları ilk olarak 31 Temmuz günü KRT TV’de ve takiben diğer pek çok yayın kuruluşunda haber olmasına, Barkey, Gerçek Gündem muhabiri Sami Menteş’e açık demeç vermesine rağmen, iktidar medyası konuya karşı uzun süre ‘tam kayıtsızlık’ sergiledi.

Bu başlıca enteresan. Şimdi çökmüş, aslında hiçbir zaman ‘ayakta duramamış’ iddiaları çarşaf çarşaf yayınlamanın kefareti midir bu?

Fakat söz konusu gazete ve TV’lerin ‘kefaret’ konusunda pek iman sahibi olmadıkları düşünülürse yeni sorulara ihtiyaç oluyor. Nitekim Barkey-Aydıntaşbaş gündemi ortaya çıktıktan günler sonra, 5 Ağustos’ta, Yeni Şafak’ta İbrahim Karagül’ün boşluğunu dolduran Tamer Korkmaz tuhaf bir gönderme yapıyor önce. O günkü iki bölümlük yazısının ikinci bölümü “İbretlik bir hatıra” başlığını taşıyor ve ta 1995’te, Fener-Rum Patriki Bartholomeos’un bir basın gezisine ilişkin, Leyla Emeç Tavşanoğlu’nun muhalif.com.tr sitesinde yer alan yazısından geniş bir alıntı içeriyor.

Fakat Tavşanoğlu’nun yazısı başlığından içeriğine açıkça bu yeni olaya ilişkin olmasına rağmen Yeni Şafak yazarı konuya hiç girmiyor ve 95’teki anıyla yetiniyor. Üstelik Tavşanoğlu’nun “Şimdi ise bir casusluk davasının başkahramanı olarak gündeme oturdu…” sözlerini de alıntılamış bulunuyor. Bir Yeni Şafak okuru çıkıp da “Bu suçladığınız gazeteci hanım hangi casusluk davasının başrolüne oturmuş bugünlerde Tamer Bey, bizim haberimiz yok” dese, yeridir. Çünkü Yeni Şafak da yazarları da konuya hiç girmemiş!

İktidara müzahir gazeteler ancak 8 gün sonra, dün yavaş yavaş girmeye başlıyorlar konunun ‘esası’na. Akşam ve Diriliş Postası bildik terennümlerle manşet yapıyor meseleyi. Ve Akşam’da Kurtuluş Tayiz, “CIA, Türkiye'deki dostlarını tehdide başladı” diye bir yazı yazıyor. Barkey, Aslı Hanım şahsında CIA’nin Türkiye medyasındaki bağlantılarını tehdit edip "ya harekete geçin ya da hepinizi yakarız" mesajı veriyormuş... Zira 2023 için ibre yine Erdoğan’ı gösteriyormuş… Eh, bunun da çok dikkate alınır bir yorum olmadığı ortada. O halde genel bir değerlendirmeyle iktidar medyasının bu konuya ‘hazırlıksız’ yakalandığını söyleyebiliriz. Vaktiyle Barkey’in HTS ve gümrük kayıtlarını ‘resmi kaynaklar’dan alıp alıp yayınlayan Türkiye gazetesinden hiç ses yok, örneğin.

Tüm bunların dikkat çekici detaylar olduğunu söyleyerek sorulara geçelim artık:

1. Aynı zamanda Türkiye vatandaşı olan ve tüm bu olaylar nedeniyle artık Türkiye’ye giremeyen ve kendi deyişiyle “akademik kariyeri zedelenen” Henri Barkey, bu netlikte açıklamalar için neden bu kadar beklemiştir? Şimdiki demeç verme ihtirasının motivasyonu nedir?

2. Aynı soru Aslı Aydıntaşbaş için de geçerlidir. Şubat 2020’deki tutuklama gerekçesini çürütecek bir nesnel bilgiyi iki yılı aşkın süre boyunca niçin hiç gündeme getirmemiştir? Eğer bu tutumu gerçekten Osman Kavala’nın ‘bilgisi dâhilinde’ ise Kavala konuya ilişkin açıklamasında niçin buna hiç değinmemiştir? Aydıntaşbaş’ın çok ihtiyacı olan teyidin Kavala açıklamasında olmaması, Kavala’nın nazik üslubu düşünüldüğünde, başlıca bir işaret midir?

3. Aslı Aydıntaşbaş’ın kendisine dönük ve zamanlamasını manidar bulduğu operasyonun ‘mana’sı nedir? Aydıntaşbaş, bu konularda, ‘manidar’ ve ‘operasyon’ gibi zamane klişelerinin ötesine geçip tatmin edici açıklamalar yapmadıkça, konu şimdiki gibi aleyhinde bir noktada kalmayacak mıdır?

4. Türkiye’de ‘muhalif’ konumda yer alan pek çok yayın kuruluşunun da bu habere uzun süre kayıtsız kalması nedendir? Bazı durumlarda kişisel ilişkiler, arkadaşlıklar, hakikati kovalamayı geciktirmekte midir?

5. Önümüzdeki dönemde, buna benzer ve hatta bundan çok daha çarpıcı ifşalar ortaya çıktığında gerekli refleksleri göstermek için yeterli ders alınmış mıdır?

6. Ve elbette, zaten hiç bina olmamış iddialarla hapiste tutulan Osman Kavala’nın tutuklu kalması için kurulan kumpaslar bunca açığa çıkmışken, bu siyasi dava daha ne kadar mağduriyet üreterek, ömürden çalarak cari kalacaktır?