AKP iktidarının seçimlerden sürekli oylarını arttırarak çıkmasının önemli bir nedeni de geçmişe nazaran daha başarılı bir dış politika yürütüyor olmasıydı. Cumhuriyet tarihinden beri sürekli dış düşman üretme çabasında olan ‘Türkün Türk’ten başka dostu yoktur’ anlayışını insanlara dayatan ve her komşusundan bir düşman yaratan sistem artık insanlara çekici ve inandırıcı gelmiyordu. Erdoğan’ın komşularla sıfır sorun politikası insanları etkiledi. Ve bu yeni anlayış oy olarak AKP’nin hanesine yansıdı. İlk döneminden itibaren Erdoğan’ın Ortadoğu’da prestijli bir lider olmak istediği anlaşılıyordu. Özellikle İsrail-Filistin sorunundaki tavrı Arapların dikkatini çekmişti. Bir zamanki dostları Muammer Kaddafi ve Beşar Esad tarafından Davos konuşması takdirle karşılanmıştı.

 

Ancak Erdoğan’ın siyasi ihtirasları onun gerçekleri görmesini engelliyor. 12 Haziran seçimlerinden sonra Erdoğan’ın ustalık dönemi diye adlandırdığı sürecin ‘’Arap Baharı’ ile aynı döneme rastlaması “komşularla sıfır sorun’’ politikasının da terk edilmesine yol açtı. Erdoğan, Tunus ve Mısır’daki değişimlerde daha çok bekle gör politikasını uygulamaya zorlandı. Bu durumu siyasi ihtiraslarına kabul ettiremedi. Libya’da yaşanılan değişimde daha aktif bir rol almak istedi. Sarkozy daha erken davranınca istediği yine gerçekleşmedi. Erdoğan tüm bunlardan sonra bütün gücünü Suriye için kullandı. Öyle ki Başbakan’ın Suriye konusundaki demeçlerini takip edenler onu adeta Suriye –Sünni- muhalefetinin sürgünde yaşayan lideri sanabilirler. Başbakan Suriye’de kader tayin edici bir rol üstlenmek istiyor. Ortadoğu’nun komplike etnik ve kültürel yapısını görmezden gelen ve yeni dış politikasını sadece Sünnilik üzerine kuran Başbakan Batı’dan da gerekli desteği alamayınca Suriye konusunda da sınavı geçemedi - geçemeyecek. Bunu kendisi de algılıyor mu bilmiyorum. Açıkça uzlaşmacı – gerçekçi bir dış politika yürütmeyi geri adım olarak algıladığı için politikasında bir değişikliğe gitmek istemiyor. Kürtlere ve Alevilere karşı daha faşizan bir tutum takınıyor. Bunun sonucu olarak yanlış tavırlardan doğru sonuç çıkmıyor. Suriye’de düşürülen Türkiye uçağı sonrası hükümetin açıklamaları bir çocuk oyununu andırıyor. Dünya kamuoyunda gülünç bir duruma düşüyor. Başbakanın psikolojisi bozuldukça bozuluyor. Giderek vücudu ve üslubu daha da sertleşiyor.

 

Her ne kadar dış politikada kan kaybetse de bunu iç politikada görünür kılmak istemiyor hükümet. Bu yüzden toplumda milliyetçi duyguları daha da kabartarak oy oranlarını korumayı hesaplıyor. Batı Kürdistan’daki kazanımlara bu derece sert yönelmeleri mevcut Suriye yönetimini Alevilik kimliği üzerinden vurmak istemesi iç kamuoyundaki milliyetçi muhafazakâr tabanı daha da radikalize etme çabası. Tarihi “ötekiye” karşı katliamlarla dolu olan ülkemizde Başbakan’ın Sünni-Türkçü politikaları son bir haftada Malatya ve İstanbul’da meyvelerini verdi. Memleketin mevcut kamplaşmış ruh hali ve hükümetin faşizmi teşvik edici politikaları sürdürdükçe de vermeye devam edecek.

 

YA ÇÖZECEK, YA ÇÖKECEK

Hükümet mevcut milliyetçi-muhafazakâr politikalarından geri adım atmayacak gibi görünüyor. Gerginlik siyasetinin tüm sağ oyları kendisine getireceğinin hesabını yapıyor. Belki bu siyaset bir dönem daha Erdoğan’a iktidar koltuğunu verebilir. Ancak takke düşmüş kel görünmeye başlamıştır. Kendi ülkesindeki katliamlara sahip çıkan Başbakan’ın başka ülkelerdeki katliamlara karşı sesini yükseltmesi samimi değildir. Suriye’deki muhalefeti destekleyen Erdoğan ve hükümetinin orada kendi yönetimlerini kurmaya çalışan Kürt nüfusuna karşı beslediği etnik düşmanlık anlaşılamaz. Başbakan kendi ülkesindeki Kürt sorununa barışçı bir çözüm politikası ortaya koymadıkça dış politikadada başarılı olamayacaktır. Kürdistan’ın herhangi bir parçasındaki Kürtlere yapılan tehdit ve baskıların diğer parçadaki Kürtler tarafından sert tepki görmesi kaçınılmazdır. Bu politikalar Türkiye’yi bölgede lider bir ülke konumuna getirmek yerine tam tersi daraltacaktır. Ülkeyi kendi içerisindeki sorunlara esir edecektir. Bu politikalarla Erdoğan bir dönem daha iktidar olabilir. Ancak Kürt sorunu özellikle Ortadoğu’da ki son gelişmeler doğrultusunda kendi çözümünü daha acil olarak dayatmıştır. Bu çözüm Uludere’de yapıldığı gibi devlet terörüyle, askeri ve siyasi operasyonlarla türünün son örneği İçişleri Bakanlarıyla yada işkenceci polislerle engellenebilecek bir süreç değildir. Tam tersi engellemeye çalışan zihniyeti çökertecek bir süreçtir. Başbakan’ın iktidar ihtirası ve psikolojisi şu an bu süreci kavramaktan uzak. Ancak demokratik çözüm için hala vakit var. Öcalan ve Kandil’le zaman kaybetmeden müzakerelere tekrar başlansa, Yeni anayasa sürecine hız verip AKP anayasası yerine ülkedeki tüm farklılıklara eşit mesafede yaklaşan çoğulcu bir metin yazılsa, Ortadoğu’daki olaylara popülist, etnik ve mezhepsel yaklaşmak yerine halkların hak ve özgürlükleri bağlamında yaklaşılsa; Türkiye Ortadoğu ve dünyada model olur mu bilinmez ama daha özgür ve demokratik bir ülke olabilir. Şu andaki mevcut politikalar ülkeyi geriye ve gerginliğe götürmekten başka bir şeye hizmet etmiyor. Sanırım Başbakan’ın bunları kavrayabilmesi için iyi bir psikoloğa ve danışmanlara aynı zamanda da ciddi bir muhalefete ihtiyacı var.