Geçtiğimiz günlerde Gürcistan Meclisi'nde "Çarlık Rusya'sının Çerkeslere soykırım uyguladığı" kabul edildi.

Bunun arka planını oluşturduğunu söyleyebileceğimiz ve geçtiğimiz yıl, 19-21 Mart 2010 tarihleri arasında Çerkes Soykırımı gündemli olarak Tiflis’te düzenlenen konferansın olağan bir konferans olmaktan ziyade Gürcistan ve ABD’nin Rusya’yı köşeye sıkıştırmak için geliştirdiği bir proje olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Önemli bir ayrıntı ise söz konusu projede Gürcistan ve ABD‘nin Çerkes Diasporasının desteğini yanına almaya çalışmasıdır. Ancak Çerkes diasporası arasında bu konuda ciddi fikir ayrılıkları bulunmaktadır. Bu konferansın akabinde geçtiğimiz günlerde Gürcistan parlamentosunda "Çerkes soykırımı" tasarısı oylandı. Tasarıya hayır ve çekimser oyu çıkmadı. Kabul edilen tasarıda "Rusya'da 18 ve 19. yüzyıllarda Çerkeslerin yüzde 90'ından fazlası Çarlık rejiminin askeri cezai operasyonları sonucunda zorla sürgün edilmiş ya da öldürülmüştür" ifadeleri yer aldı. Bütünüyle doğru ve Çerkes soykırımını dünyaya duyurmakta yararlı olacağı kaçınılmaz olan bu adım söz konusu adımı atan daha üç yıl önce Abhazya ve Güney Osetya’yı işgal ve ilhak ederek bölgede yeni sürgünler ve katliamlar planlayan Gürcüstan olunca bütün veçheleriyle incelenmeyi hak ediyor.

Açıkçası Gürcüstan parlamentosunun 1864 Çerkes soykırımını kabulü iki yüzlü bir tavırdır, öncelikle kendi tanıdıkları "soykırım" Rusların yaptığı soykırımdır. Bunu iki nedenle yapıyorlar, Gürcistan’daki faşist Saakashvili hükümetine karşı Rusya’yla "iyi" diplomatik ilişkiler geliştiren Adige, Abhaz ve Osetleri zor durumda bırakmak ve Rusya ile ilişkileri düşmanca olan Çeçen ve Dağıstanlılar arasında bir ayrışma yaratmak.

Tabii bir de Rusya’yı uluslararası alanda 2014 Soçi kış olimpiyatları öncesinde zor durumda bırakmak. Peki bunu niye istiyorlar. Çerkesya’nın kadim halkları olan Abhazlara ve Osetelere ait toprakları ilhak etmek yeni bir Çerkes soykırımı ve tehcirine kapı aralamak için, elbette 1864 ve sonrasında yaşananlar bir soykırımdır. Ve bunun vebali Rusya’ya aittir. Sadece Çeçenya’da yaptıkları vahşet bile başlıbaşına soykırımdır velakin Kafkasyanın "çakma ABD'si" Gürcistan'ın faşist lideri Saakashvili’nin Abhazya’da ve Güney Osetya’da yaptıklarını da gayet iyi biliyoruz. Açıkçası soykırım sopasıyla Rusya’yı ehilleştirmeye çalışıyorlar. Ancak bu siyasetin Çerkes’lere bir faydası olacağını iddia etmek oldukça zor, zira bölgedeki gücün emperyal hevesleri olan ABD destekli Gürcüstan’a kayması Çerkeslerin tarihsel bir hesaplaşma uğruna Abhazya ve Güney Osetya üzerinden güncel bir sorunla baş başa kalmasına yol açacaktır.

Gürcistan ve ABD’nin bu girişiminden bağımsız düşündüğümüz zaman, Çerkes diasporası’nın özellikle 2014 Soçi olimpiyatları çerçevesinde Çerkes soykırımının tanınmasını sağlama çabaları halihazırda Rusya’yı rahatsız etse de pek fazla gündeminde görünmemekte. Bununla birlikte, Gürcistan ve ABD’nin bu girişimde Çerkes Diasporasının da desteğini aldığını varsaydığımızda Rusya’nın ne tepki vereceği önemli. Bu bağlamda meselenin görünen iki tarafı var aslında. Birincisi, Çerkes Diasporası’nın bu meselede kendini nasıl konumlandıracağı. İkincisi ise, Rusya’nın, süregelen bu gelişmelere ne şekilde cevap vereceği konusudur.

Osiya Esra Kızılbuğa’nın Kafkasya Forumunda belirttiği üzere “Çerkes Diasporası içerisinde bu meselede ortak bir tavır geliştirildiği ya da geliştirileceği söylenemez. Diaspora içindeki bir takım çevrelerinin Rusya’ya olan yakınlığı ortada iken bu konuda sergileyecekleri tavır pek fazla soru işareti barındırmıyor. Diğer yandan, “Çerkes soykırımı” söylemini uluslar arası kamuoyuna taşımak için çaba gösteren, Soçi olimpiyatlarını bu gerekçeyle protesto eden bir diğer grubun bu meselede nerede nasıl duracağını bilmek ciddi derecede önemli.” Bu nedenle mesele artık birilerinin nesnesi olmaktan çıkıp özne durumuna gelebilmek… Halihazırda günümüzde soykırımın farklı şekillerde “modern” görünen yöntemlerle yapılmaya devam edildiği gerçeği göz önünde bulundurularak, kendimizi sırf amaçlarımız görünürde benzeşiyor diye Gürcistan ve ABD yanında konumlandırmak, bizi eskiden olduğu gibi ve günümüzde de özne olmak için çabaladığımız bu süreçte, maalesef nesne olmaktan öte bir duruma taşımayacak. Bu durumda önemli bir sorunsal, nerede duracağımız ile ilgili. Ne yapmamamız gerektiği maalesef bu durumda bize ne yapmamız gerektiği konusunda bir ipucu vermiyor.

Olası bütün bu gelişmelere Rusya’nın ne şekilde tepki vereceği ya da ne şekilde tepkisiz kalacağı meselenin ikinci önemli tarafını oluşturmaktadır. Diaspora olarak ne yapmamız gerektiği konusunda da bize önemli ipuçları verebilir. Böyle bir konuda varsayımlarla adım atmak şüphesiz pek sağlıklı olmasa da, Rusya’nın olabilecek tepkileri konusunda bir takım varsayımlardan ya da olması muhtemel durumlardan bahsedebiliriz. Birincisi, Gürcistan-ABD girişiminin Rusya’ya “Çerkes soykırımı” konusunda ihtiyaç duyabileceği savunma mekanizmasını sunacak olmasıdır. Fehim Taştekin bu durumu şöyle ifade ediyor: “Gürcistan ve Jamestown Foundation gibi Amerikalı kuruluşların karışması Rusya’nın işine gelen bir durumu ortaya çıkarabilir. Moskova yönetimi kuşkusuz bunu, Çerkes soykırımının tanınmasıyla ilgili talepleri sulandırmak ve savsaklamak için kullanacak, ‘soykırımının tanınması kampanyasının Batılı düşmanlar ve Kafkasya’daki uzantılarının Rusya’ya zayıflatma aracı olduğu’ savunmasına yatacaktır.“

İkincisi, bu durumun Rusya’nın hiçbir şey yapmasına gerek kalmadan, Abhazya ve Güney Osetya’nın tamamen kaybına yol açma tehlikesidir. Özellikle bağımsızlıkları Rusya tarafından tanındıktan sonra, RF ile farklı bir niteliğe dönüşen ilişkileri göz önünde bulundurulduğunda, “Kuzey Kafkasya” ideali için Çerkes diasporasının Abhazya’yı tamamen kaybetme lüksünün olmadığı gerçeği göz önünden kaçmamalıdır. “Gürcistan’ın Rusları aratmayacak şekilde son 100 yılda gerek Abhazya, gerek Güney Osetya’ya yaşattığı acılar yüzünden Çerkesler de soykırımın tanınması kampanyasında Gürcistan’la aynı paydada yer almamaya özen gösterecektir. Hatta Çerkesler Gürcü ve Amerikan emellerine ortak olmamak için kendi davasını ötelemeyi yeğleyecek, Rusya da büyük bir prestij meselesi haline getirdiği Soçi badiresini atlatacaktır.”

Bütün bunlar göz önünde bulundurulduğunda, Çerkes diasporasının bütün bu gelişmeleri yakından dikkatle takip etmesi gerektiğidir. Zira, fevri ve ani, agresif çıkışlar ve düşünmeden atılan adımlar, Çerkes diasporası içerisinde de önemli bir ayrışmaya sebebiyet verebilir. Birinci temel nokta Çerkes Diasporası olarak mevcut durumumuzdan farklı olarak, daha derin ayrışmaları kaldırabilecek güçte olup olmadığımızdır. Abhazya’yı ve Abhaz diasporasını tamamen ayrıştırmak, mesela, orta ve uzun dönemde Çerkes diasporasına nasıl bir fayda sağlayabilir? Sağlayacağı fayda kaybettirdiklerinin yanında ne kadar fazla olabilir? En önemlisi de böyle bir durumda Gürcistan ve ABD’nin yanında yer almak bizi özne olmaya çalıştığımız bu süreçte nesne olmaktan ne kadar kurtaracak? Rusya’nın nesnesi olmaktan kurtulup şimdi Gürcistan ve ABD’nin nesnesi olarak mı yola devam edeceğiz? Düşünmek gerekir! Bazen içinde bulunduğunuz süreçte radikal olarak belirleyici olmadığınız durumlarda yer almak bazılarının sizi kullanmasından öte bir anlam taşımaz. Bu hataya düşmeye ihtiyacımız olmamalı.

Bütün süreç ve gelişmeler göz önünde bulundurulduğunda, bazı ironik durumlar da yok değil! Gürcistan’ın henüz kendisi yakın tarihteki şovenist uygulamalarının hesabını vermeden, “Çerkes soykırımı”nı tanımaya yeltenmesi de hepimizin aklında soru işareti uyandırmalı. ABD’yi yanına alarak Rusya’yı köşeye sıkıştırmaya çalışan bir Gürcistan var karşımızda.

Ya da Gürcistan’ı bir kez daha bölgedeki stratejik çıkarları için kullanan bir ABD’nin bölgede Rusya ile bir kez daha karşı karşıya gelmesi söz konusu olan.

Görüldüğü gibi nerden baktığınıza bağlı olarak resmi okuma şekliniz farklı olabiliyor. Bütün bu gelişmelere Rusya’nın tepki verme ya da tepki vermeme şekli ise maalesef belirleyici olan nokta. Yukarıda bahsedildiği gibi bütün bu gelişmeler maalesef Rusya’ya ihtiyaç duyacağı savunma mekanizmasını verebilir. Diğer yandan ise söz konusu bu gelişmelerin Rusya-Gürcistan ilişkilerine Ağustos 2008 savaşından sonra nasıl yansıyacağı ve sonuç olarak Abhazya ve Güney Osetya konusunda nasıl sonuçları olacağı bizim için önemli olmalı. Kuzey Kafkasya genelinde ise bütün bu gelişmeleri Gürcistan’ın Rusya’yı bypass ederek Kuzey Kafkasya cumhuriyetlerine işbirliği, karşılıklı anlayış ve hoşgörü çağrısından bağımsız düşünmemek gerekir. 

Şubat 2010’da Gürcistan Parlamentosu'nun Kuzey Kafkas Parlamentolarıyla Dostluk Grubu’nun özel bir çağrı yayınlayarak kabul ettiği belge "Rusların araya girip müdahale etmesi sonucu Gürcistan ve Kuzey Kafkasya halkları arasında olumsuz bir hava oluşturulduğunu" tanımlıyor. Belge "Gürcistan ve Kuzey Kafkasya ülkeleri arasında kültürel ilişkileri tamir etme ihtiyacı olduğunu, bu amaçlar için siyasi toplantılar ile bütün Kafkasyalıların çıkarlarının formüle edilmesi gereksinimi" olduğunu öne sürüyor. Diğer yandan, Gürcistan’ın NATO ve GUAM aracılığıyla Abhazya ve Güney Osetya üzerinde kontrolü yeniden sağlama çabaları da göz önünde bulundurulabilir. 12 Mart'ta Brüksel’deki NATO Karargâhında NATO - Gürcistan Komisyonu arasındaki toplantıda ön hazırlık olarak ABD Devlet Departmanı, Avrupa Konseyi, BM ve AGİT tarafından onaylan belgede özellikle, Gürcistan'ın Abhazya ve Güney Osetya'yı barışçıl yollarla geri kazanma niyetini vurgulanması tesadüf olarak görülmemeli.

Başka bir önemli nokta, Gürcistan içerisindeki iç politik gelişmeler olarak göze çarpıyor. Muhalif Demokratik Hareket- Birleşik Gürcistan Partisi açıklamasında "Saakaşvili iktidar koltuğunun tehlikede olduğunu anlıyor, bu yüzden yeni bir provokatif adımla ülkeyi bir başka savaşa sürüklemeye hazırlanıyor dedikten sonra Saakaşvili'nin kendi halkı tarafından sürgün edilmektense Rusya tarafından devrilmesinin daha iyi olacağını tercih ettiğini" belirtiyor. Bütün bu gelişmeler ekseninde, bölgede Gürcistan ve Rusya’nın karşı karşıya kalması; Gürcistan’daki muhalif çevrelerin Saakashvili karşısındaki tutumları ve açıklamaları da göz önünde bulundurulduğunda, ne kadar kırılgan bir yapı içerisinde bütün bu gelişmelerin hüküm sürdüğünü ve bu durumdan kimin hangi koşullarda daha zararlı çıkacağı aşikâr haldedir.

Hiç kuşkusuz mesele Kafkas cumhuriyetlerinin Rusya’nın mı yoksa Gürcüstan’ın mı adamı olacağı meselesi olarak konduğunda sorunun öznesi olan Çerkesler hızla uluslararası diplomatik siyasi bir hesaplaşmanın nesnesi, dolgu maddesi haline gelebilirler. Bunun Türkiye’de ki Kafkas diasporasında yaratacağı etki çok daha travmatik ve yıkıcı olacaktır. Zaten ciddi örgütsel zaafları olan “hareket” bu ikircikli ve birbiriyle örtüşmeyen hatta ters düşen taleplere sahip halkların bir arada oldukları yapıları önce ayrışmaya sonra da çatışmaya yöneltmesi kaçınılmazdır. Kendi farklılıklarını koruyan Adıge, Abhaz ve Çeçen yapılanmalarının, Türkiye’de birleşik bir demokratik Kafkasya cephesini kurmaları gerekir, bulunduğu ülkede güçlü olamayan bölük pörçük iradesiz bir diaspora ve örgütlerinin anavatana da hayrı dokunmayacaktır. Gözünü Kafkasya’ya dikip Türkiye’de gelişen süreçlere müdahil olmayan hatta yaşadığımız bu coğrafyayı önemsemeyen ve bunu da marifet sayan zihniyetin hızla terk edilmesi gerekir. Bu nedenle Türkiye’de ki derneklerin demokratik birleşik konfederatif bir örgütlenmesi genişleyerek Gürcü, Laz ve Megrellerin  taleplerini de savunan çözüm üreten irade ortaya koyan yeni bir yapıya ihtiyaç vardır. Yoksa Gürcü ve Rus oligarklarının Türkiye’deki tetikçileri konumuna düşmek bunca yaşanan tarihsel olaydan sonra oldukça aşağılayıcı olacaktır.