Mustafa Güçlü / Demokrat Haber

İlk romanı Metronom’la okuyucularının karşısına çıkan Selahattin Bilici ile yazarlık serüveni, kitabının basım süreçleri ve beklentilerini konuştuk.

“Kurtlar sofrası” olarak nitelendirdiği yayıncılık alanında ilk kitabını bastırırken yaşadığı zorlukları okuyucularımız için anlatırken bu yola yeni çıkacaklara verebileceği ipuçlarına da değindik…

Mustafa GÜÇLÜ: Okuyucularımıza kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz?

Selahattin BİLİCİ: Merhaba. Öncelikle gösterdiğiniz ilgiden dolayı çok teşekkür etmek istiyorum. 1974 İzmir doğumluyum. Eğitim hayatımın tamamı yine İzmir’de geçti. 1997 senesinde Ege Üniversitesi İletişim Fakültesinden mezun oldum. Sonrasında çeşitli gazete ve dergilerde muhabir olarak çalıştım. Devrim adında bir oğlum var. Hayatım boyunca iyi bir okuyucu olduğumu düşündüm. Sonrasında yazmaya karar verdim. Kısa öykü ve denemelerle başlayan süreç, bir romanla taçlandı.

sel 2 (1)

MG: Metronom geçtiğimiz günlerde Şey Yayınları’ndan çıktı. Bir ilk roman olma özelliği taşıyan kitabınızın yayına hazırlama sürecini anlatabilir misiniz?

SB: Metronom’un hazırlanma sürecinin hayli sancılı geçtiğini söyleyebilirim. Elbette bu üretkenlikten kaynaklı bir sancıydı. Kafamda tasarladıklarımı kâğıda dökmek öyle sandığım kadar kolay olmadı. Bazen düşüncelerinizi ifade edecek sözcükler bulmak hayli zor oluyor. Romanın yazım aşaması yaklaşık bir yıl sürdü. Ancak esas zorluk yazmaktan ziyade basım sürecinde yaşandı. Ülkemizde yayıncılık sektörünün adeta bir kurtlar sofrası haline geldiğini görmek üzücüydü. Başvurduğum yayınevlerinin hiçbirinden olumsuz bir cevap almadım ama istedikleri astronomik fiyatlar ve dayattıkları şartlar kabul edilebilir cinsten değildi. Özellikle kendini belirli kimlikler üzerinden tanımlayan insanların piyasaya böyle adapte olmalarını, hatta piyasanın kendisinden daha piyasacı olduklarını görmek farklı bir deneyim oldu. Şey Yayınları bu anlamda farkı bir duruşu simgeliyor. Piyasanın dayattığı koşulları reddetmeleri, kolektif bir yayıncılığı hayata geçirme çabaları hepimiz için bir umut kaynağı. Açıkçası tam vazgeçmişken, Şey Yayınları Genel Yayın Yönetmeni Önder Bıyık’la tanışmamız benim açımdan büyük bir şans oldu.

MG: Bay X bir memur, hayatı oldukça düzenli ve dakik biri. Kuşatılmış bir dünyanın iktidarı ancak kurallara uyarak kendini var edilebiliyor. Bay X günümüz küresel insanı açısından ne ifade ediyor? Günümüzdeki iz düşümünü nasıl yorumlarsınız?

SB: Bay X, başlangıçta çok sıra dışı bir karakter gibi görünse de aslında yaşadığımız dünyanın soğuk yüzünü oluşturuyor. Günlük hayatınızda farklı versiyonlarına sıkça rastlayabileceğiniz bir kişilik. Mevcut sistemi iliklerine kadar hisseden, kendisini onunla tanımlayan ve o sistemi yaşatabilmek için ne gerekirse yapmaya hazır bir yapısı var. İnsanlar yaşadıkları sistemin küçük bir maketini kendi yaşamları üzerinden kurguluyor. Büyük çarkın dönüşü bu küçük dişliler sayesinde gerçekleşiyor. Günümüz insanı, koca bir cezaevine dönüşmüş dünyada volta atan tutsaklardan farksız. Yedikleri, giydikleri, gördükleri, düşünceleri, hayalleri; aklınıza gelebilecek ne varsa hepsi bir yanılsama ve aynılaşmadan ibaret. Kapitalizm insanları aynılaştırıp kendi belirlediği bir yaşamın içine hapsederken, aynı zamanda onlara farklısınız hissini doyasıya yaşatıyor. Hayır, farklı falan değiliz. Hepimiz Bay X kadar o kuralların köleleriyiz. Küreselleşmenin ekonomik, siyasal, ideolojik yönlerini bir kenara bırakalım. Onlar ayrı bir tartışma konusu. Kültürel açıdan bir yok oluşu ifade ettiği tartışılmaz bir gerçeklik. Bay X, küreselleşmenin gönüllü kölesi ve aynı zamanda celladıdır. Sıradan insanın sıra dışı gücünün temsilidir.

MG: Kitapta iktidar ve sıra dışı düzeneklerin bozulması ile iktidarın nasıl bir bilinmeze sürüklendiğini anlatıyorsunuz bir yandan da. Kaos ve iktidar arasındaki ilişki konusunda Bay X'ten neyi öğrenebilir okur?

SB: Bana göre Bay X’den öğrenebileceğimiz tek gerçek, o sarsılmaz sandığımız gücün bir yanılsamadan ibaret olduğudur. İktidar kavramı, maddi bir temelinin bulunmasının dışında aynı zamanda düşünsel bir süreç. Asıl gücünü de bu düşünsel yenilmezlik altyapısından alıyor. Doğduğumuz andan itibaren kafamıza kazınan algı, bizi onun bir parçası olmaya zorunlu kılıyor. Bu benden önce vardı, benimle var ve benden sonra da olacak. Ne kadar rahatsız olursam olayım uyum sağlamak zorundayım. Elbette insanlardan Bay X örneğinde olduğu üzere tümden bir reddediş beklemek ham hayal olur ama şu da açık bir gerçekliktir ki, insanlar sistem ve iktidar kavramları arasında var olmaya çalışırken en büyük istekleri ikisinin de dışında bir yaşam hayali. Mutsuz kalabalıklar bir arayış içinde. Belki henüz ne aradıklarını dahi bilmiyorlar. Her sabah yataktan aynı bezginlik ve sıkıntıyla kalkıyorlar. Onlara bir sebep lazım. Başka bir dünyanın anahtarını vermek lazım. Bay X aynı zamanda anahtardır. O aranılan yeni dünyanın anahtarı. Kendisi hiç bilmese dahi sıradan insanların sıra dışa gücünün vücut bulmuş halidir özetle

MG: Metronom distopik bir kitabın kıyılarına yanaşıyor yer yer. Bir yüzleşmeye çağırıyor okuru. Yanılıyor muyum?

SB: Tam anlamıyla distopik demek doğru olmaz kanımca. Evet, yer yer distopyanın kıyılarında dolaştığı tartışılmaz bir gerçeklik ama özlemini kurduğumuz ütopya da başını kaldırıp el sallıyor. Söz gelimi Orwel, ‘‘1984’’ kitabında distopyanın eşsiz bir örneğini sunmuştur. İnsanların yaşadıkları sıkışmışlık ve çaresizliği iliklerinize kadar hissedersiniz. Kendilerine nefes alacak vahalar yaratma gayretine girseler de iktidar değişmez tek gerçekliktir ve eninde sonunda kazanır. Oysa Bay X’in içinde umut her daim vardır. Ne yaparsanız yapın insanların arayışlarında can bulan umudu yok edemezsiniz. Yüzleşme konusunda işe kendimden başladığımı itiraf etmem gerekiyor. Olayları kurgularken, Bay X’i yaratırken nesnellikten ziyade öznel bir bakış açısı geliştirdiğimi düşünüyorum. Bir nevi kendimle yüzleşme. Elbette bu toplumun bir parçası olarak yaşadığım sıkışmışlık hissi, diğer insanlardan çok farklı değil. Yüzleşmemiz gerek. Hayatımızı çalanlarla, bize hayat diyerek tel örgülerle çevrili avluyu reva görenlerle yüzleşmemiz gerek. Önce kafamızın içindeki tel örgüleri, sonra dünyayı kuşatan tel örgüleri yıkmaktan başka şansımız yok. Özgürlük dediğimiz kavram bu yüzleşmeyi zorunlu kılıyor. Dünya gönüllü kölelerin omuzlarında değil, özgür bireylerin düşüncelerinde gerçek anlamıyla yaşanılacak bir yere dönüşecektir.

MG:-Bay X'nin olumsuzlanması üzerinden yeni bir yaşam kurgusuna yönlendirmek gibi dertle mi yazdınız bu kitabı?

SB: Kesinlikle öyle diyebilirim. Farklı bir bakış açısı oluşturmaya çalıştım. Yaşam asla boşluk kaldırmaz. Eğer bir şeyi yıkıyorsanız yerine mutlaka yenisini koymanız gerekir. Günümüzde insanların büyük çoğunluğunun kafasında mevcut sistem yerle yeksan olmuştur. Sorun yerine koyacakları yeninin eksikliğidir. Mutlu bir azınlık dışında kime sorsanız, “batsın bu dünya” der. Öte yandan korkar; batan dünyanın yerine gelecek olan bilinmezlikten korkar. Önümüzde uzun bir yol var. Bütün iş o ilk adımı atmaya bakıyor. Korkularımız, kaygılarımız, tereddütlerimiz adımlar çoğaldıkça azalacaktır. Romanda özellikle egemenlerin suç kavramına bakışını irdelemeye çalıştım. Yasaları uygulamada gösterdikleri esneklik gayretini vurgulamak istedim. Onlar açısından suç, fiili varlıklarını tehlikeye düşürecek her türlü girişimdir. Bu girişimin hukuk kitaplarında yazıp yazmamasının bir önemi yoktur. Tek başına hiç olanların eylemsizliği, bir araya geldiklerinde suça dönüşür. Değilse bile dönüştürülür. İnsanlar çıktıkları yolda sorularının cevaplarını bularak yeni bir hayatın tohumlarını da ekeceklerdir. Elbette bu tümden bir kendiliğindenlik olarak ifade edilemez. Kahramanlara ihtiyaç duymayan, aksine her biri kendi hayatının kahramanı olan bireylerin bilinçli yürüyüşüdür. Yürümeye devam ettikçe eski geride kalacak, yeni görünür olacaktır. Biz tek tek, dünyayı onların gözünden görmemizi sağlayan gözlükleri kırdıkça değişim de kaçınılmaz olacaktır. Bu anlamda Bay X hem umut hem de umutsuzluktur. İçimizde yaşadığımız distopyanın dışa vurmuş halidir. Ancak her haliyle çelişkidir ve çelişki yeni bir yaşam kurgusuna atılan ilk adımdır.

MG: Son söz olarak yayına hazırladığınız dosyalarınız var mı? Gelecekteki planlarınız hakkında bilgi verebilir misiniz?

SB: Sanırım benimki de başlayan bir yolculuk. Bu yolculuğun mümkün olduğu kadar uzaması en büyük temennim. Yazmak harika bir duygu. Yazdıklarımı başkalarıyla paylaşmak ise tarifsiz. Çok büyük bir aksilik yaşanmazsa, Ekim ayında ikinci kitabım çıkacak. Yine roman tarzında olacak. Sonrasında ömrüm yettiği sürece ortaya yeni çalışmalar koymaya çalışacağım. Aklımda o kadar çok kurgu var ki, umarım hepsini gerçekleştirecek vaktim olur. İlginiz için tekrar teşekkür ederim.