bundan tam yirmi altı yıl evveldi. zamanın bu kadar çabuk geçmesine insan yaşı ilerledikçe şaşırıyor, o zamanlar zaman çabuk geçmezdi, ileriki zaman  bizden o kadar uzakta dururdu ki hep bir sonraki dakikanın sabırsızlığı o anımızı zehir ederdi tümümüze.

21 mart günü günlerden.. newroz diye bir şeyi öğreneli birkaç yıl olmuştu, newroz diye bir şey vardı ve bir bayramın şenlikli kutlanması militan bir eylem gibi anlaşılıyordu. hıdrellezde ateşten atlamayı bir mahalle rutini olarak bellemiş bizler, bir başka ateşin yakılıp üstünden atlamanın aman da ne kadar yasaklı ve korkulası bir şey olduğunu öğrenmiştik.

tarih o tarih olunca, birkaç yıldır üniversiteye girerken beyazıt meydanındaki panzerlerin adedini sayardık -o zamanlar toma yoktu, panzerdi bizim robot canavarlarımız- sayardık ve ne kadar kalabalık bir kutlama yapacağımız konusunda fikir edinirdik. kaç kişimiz maskeli olacaktı kaç kişimiz bilinmeyen bir dilde iki cümle edebilme cesaretini gösterecekti. zira o bilinmeyen dilde ne dendiğini anlamadığımız iki cümlenin kurulması için bile maske takmak gerekiyordu ve bizler ne olduğunu anlamadığımız o dilde konuşmanın bile ne kadar ağır bedelleri olduğunu anlayalı birkaç yıl olmuştu henüz. biz şehrin çocuklarıydık, üniversitede görmüştük hıdrellezin ateşine benzemeyen bir ateşin 21 martlarda yakıldığını ve hiç de hoş karşılanmadığını. ve hıdrellezlerde yugoslavca konuşan komşularımızı garipsemediğimiz halde 21 martlarda bilinmeyen dilde iki kelam eden arkadaşlarımızı kollamayı sağdan soldan.. o zamanlar böyleydi..

bundan tam 26 sene evveldi. her insanın yaşamında belki böyle bir gün vardır, var mıdır bilmiyorum. gerçek midir, etkisi ne kadar hayata benzer, gerçeğe uyar bilmiyorum. benim hayatımda böyle bir gün var, sivri kocaman bir kaya parçası gibi o zaman içime oturmuş ve bir milim bile kıpırdatmayı başaramadığım. hayatım sanırım hep o kaya parçasının etrafından dolanarak geçti, üzerine çıkamadım ortadan kaldıramadım, orta yerde hep duruşunun kapattığı bir manzaraya bakarak yol aldım.

dört arkadaştık, yasak ateşten atlamış o ateşi görememiştik bile. üniversitedeydik. tümü de benim bilmediğim bir ana diline sahiptiler, birisi hiç konuşamıyordu. bilinmeyen dilde konuşmaların yapıldığı forum meydanından selametle ayrılmış, hiç kimseyi gözaltına aldırmadan okuldan çıkmıştık. köprü altına gidecektik, bu gizli bir seyahatti… o zamanlar köprü altı denen, sonradan yok edilmiş tarihimizin en yok edilmişlerinden galata köprüsünün, yarı sallanan, sidik kokulu, altındaki birahanelerin olduğu yer. sanki gençliğimiz, öğrenciliğimiz ve yoksul maceracılığımızın ismiydi bu, köprü altı gençleriydik biz. oraya gidecektik. zira bilmediğim anadile sahip olanlardan bir tanesinin aynı zamanda kendine doğum günü olarak bellediği gündü de o gün. aslında doğum günü o gün değildi, o da bilmiyordu ama o günü bellediğini ve bize de bellettiğini biliyorduk.. kabul etmiş onu o gün doğmaya layık bulmuştuk, 21 martı kendine doğum günü bellemiş birine söz etmek çok ayıptı, yargılamak bize düşmezdi.

üzerimizde kot pantolonlarımız ve montlarımız vardı, doğum günü olanın montu koyu mavi.

dördümüz ilk kez köprü altına gitmiştik, birbirimizden saklamadan açıkça bira içmeye karar vermiştik, asıl saklama gereği duymayan koyu mavi montlu olandı.. biz zaten içebilirdik ama o i-çe-mez-di. o günün bir özelliği vardı, doğum günüydü ve artık boğazına kadar konuşma ihtiyacı vardı, biliyordum, mecburdu. o da biliyordu, diğer iki kişi de biliyordu.. o gün konuşacaktı ve bunun için bizim dışımızda bir yere ihtiyacımız vardı..

yıllarca beklemiştim, konuşacaktık.. ucundaydı ipin newroz o gün.. öyle güçlü idi ki içimdeki dünyayla olan bağım aradan geçen yıllara rağmen çözülemedi hala..

 ve paramızın yettiği kadar belki birkaç tane gencecik bünyemiz ne kadarını kabul etti ise artık, yarısı sudur bu bardağın diye çokça alayını yaptığımız biralardan içtik. ben hiç konuşmadım, konuşamadım, yıllarca unutamayacağımı bildiğim bir konuşmaya hazırlıyordum kendimi, konuşursam unutabilir sonra hayatın normal bir günü imiş gibi yaşayıp gidebilirdim hayır konuşmayacaktım, bir şeyler oluyordu ve bu gün konuşmamalıydım, yazmak önemliydi, susmak ve yazmak.

ve sonra köprünün üstüne çıktık, hava ılıktı bugün gibi.. dünyanın en zor konuşmasını yapacağımı ve en ağır konuşmasını dinleyeceğimi biliyordum, diğer iki arkadaşa da bunun ağırlığı yavaş yavaş çökmüştü görüyordum, suskun bir çaresizlik hakimdi biranın yarattığı genç sarhoşluğumuza rağmen dördümüze de.. sonra iki arkadaş önden yürüme başladılar, ötemizde denizi izlemeye koyuldular.. biz arkada kaldık. mavi montlu olanla ben denize baktık, anadolu yakasını, üsküdar’ı izliyorduk, boğazdan beni üşütmeyen, üşütmeyi başaramayan bir rüzgar esiyordu.. birbirimize hiç bakmadık, kimi karanlık sulara gözlerinin gömüldüğünü fark ediyordum, o karanlık sulara gömülen gözlerim orada onun siyah gözlerinin karanlığı ile suların daha da karardığını fark ediyordu. o zamanlar sanırım bizler birbirimize pek bakmıyorduk, yüzümüz hep uzaklarda bir ufuk çizgisinde belirsiz noktalara bakardı, belki de bana öyle geliyordu.

yüzyıllarca süren bir sessizlik oldu, o anda bu sessizliğin yüzyıllarca süren bir sessizlik olarak ruhuma kazınacağını biliyordum, hala da süren bir sessizlik bu. hiç konuşmamasını diledim, ama ikimizde konuşması gerektiğini biliyorduk bunun ağırlığı vardı onun da üstünde, belli belirsiz hissetmekten kaçsam da biliyordum. ve yüzyıllarca sürecek sessizliğimi sağlayacak cümlesini kurduğunda, hayatımın orta yerine oturacak o kaya parçasının, hayatımın orta yerine düşeceğini bilerek bekledim, bekledim.. ne kadar süre bilmiyorum, hala bilmiyorum.. ve o cümleyi kurdu:

olamayacak, yasak..

hiç soru sormadım, hiç cevap vermedi, soru soramaz ve cevap alamazdık.

benim için 21 martlar hep bu cümle ile geçti.. herkesin newrozu benim ‘olamayacak yasak ‘cümlem oldu..

olabilecek günleri diliyorum herkes için.. bir gün kimse için hiçbir şeyin yasak olmayacağı newrozlar olsun. ama ben yarını yine içimdeki o kaya parçasının dibinde geçirmek istiyorum, katılamadığım tüm newroz etkinlikleri için ateşlerin tümünden özür diliyorum şimdiden..

olamayacak yasak olmayan günlerde bir gün belki katılırım ben de. bir gün..

newroz piroz be!