Başlıktaki söz Emma Goldman’a ait değil, ancak bunun bir önemi yok kanımca. En azından Goldman’nın “Hayatımı Yaşarken” adlı otobiyografisini okuduğumda bu fikre de kapıldığımı eklemeliyim: “Beni ben yapan, ah fukara çocukluğum!” Evvela Emma Goldman da bunu söylemiş olabilirdi.

Başlayalım: “Derken aniden içimde bir şey harekete geçti; yalnız ve acıklı çocukluğum, işkencelerle geçen ergenlik çağım, mutsuz gençliğim -tümünü ağzıma geldiği gibi babamın yüzüne vurdum. İthamlarım yüzünden donakalmıştı. Suçlamalarımın önemini vurgularcasına her seferinde tahta fırçasını güm güm yere vuruyor; başımdan geçen çekilmez olayları teker teker gözler önüne seriyordum. Ambardan bozma evimiz, babamın tüm evde öfkeyle yankılanan sesi, hizmetçilere ettiği kötülükler, annemi ezen demir pençesi- günlerimi korku, gecelerimi karabasanlarla geçirten ne varsa, nefretle dile getiriyordum. Bana durmadan söylediği gibi oruspu olmadıysam eğer, bu onun hatası sayılmamalıydı. Bir değil, birçok kez kendimi sokağa atmak istemiştim. Helena’nın (üvey ablası) sevgi ve bağlılığı olmasa, sokağa düşmekten kurtulamayacaktım.”

Emma dizlerinin üzerinde tahtaları ovalarken babasının “İffetsiz bir kadınsın! Kendini de aileni de rezil ediyorsun!” sözlerine tepki olarak açmıştı ağzını o gün.

Abraham Goldman kaba ve despot bir babaydı, bunu Emma’dan öğreniyoruz. Yüzyılının çoğu özelliklerini barındıran çoğu erkekler gibi baba Goldman, bir erkek çocuğun hayalini kurarken yerine bir kız çocuk doğar. Emma Goldman, babasının ona karşı nefretinin kökeninde yatan gerçeğin biraz da bu olduğunu söyler.

“Sabahın köründe kahvaltı için ekmek, süt ve çikolata almaya gider, gece geç saatlere kadar yatak yaparak, çamaşır yıkayarak bir saniye boş durmadan çalıştırıldım. Bir süre sonra yemek de pişirmeye başladım ama eniştemi memnun etmek asla mümkün değildi. Gün boyunca yontulmamış sesiyle yağdırdığı buyruklar bana soğuk terler döktürüyordu. Köle gibi yaşıyor, geceleri yatağımda ağlaya ağlaya uyuyordum”

Bir süre okula gitmek için başka bir şehre, anneannesi ve teyzelerinin kaldığı daracık bir evde kalır. Teyzelerden biri evlidir ve enişteyle birlikte evin en güzel odasını kapmışlardır, öbür teyze ise hastadır kendi sorunlarıyla ancak baş edebilmektedir. Eniştenin baskısına tam da bu sırada maruz kalır, hele bir ara anneanne başka bir yere gider, bir süre de dönmez, işte o zaman baskı dozu daha artar. Bu arada eklemeliyim, Emma henüz sekiz yaşındadır. Emma’dan dinleyelim: “Özellikle çok yorulduğum bir günün ikindisinde eniştem mutfağa gelerek bir paket daha götürmem gerektiğini söyledi. Adresten, gidilecek yerin çok uzak olduğunu anlamıştım. Yorgunluktan mı, yoksa adama duyduğum aşırı nefretten mi bilmiyorum, ayaklarımın çok acıdığını, bu yüzden götüremeyeceğimi söylemek cesaretinde bulundum. Bunun üzerine eniştem, ‘Yediğini hak etmiyorsun, miskin!’ diyerek suratımın ortasına bir tokat aşk etti. O çıkar çıkmaz koridordaki basamaklara çökerek hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Ancak birden bire sırtımda bir tekmenin acısını duydum. Can havliyle tırabzana tutunmak istediysem de başaramadım; merdivenin dibine kadar yuvarlanarak orda yığılıp kaldım.”

emma-goldman

İnsanın yaşamının biçimlenmesinde içinde bulunduğu ilk çevrenin, çocukluğunun ve ergenliğe henüz adım attığı ilk yılların koşullarının ne kadar da önemli olduğu söyler bize Emma Goldman. Emma insanların hatta henüz çocuk denilebilecek yaştaki kişilerin karın tokluğuna on iki saatten fazla çalıştığı bir yüzyılda doğmuştu. Gerçi bizimki gibi yolsuzluğa ve hukuksuzluğa gırtlağa kadar batmış politikacıların ve zengin azınlığın bolca yaşadığı bir coğrafyada şimdi de pek farkımız yok gibi: İşçi sınıfı bir nevi köle sınıfı gibi. Yer altındaki işçi çocuklar bir yana, bunlar daha ilkokulun birinci sınıfından başlayarak at koşturur gibi koşturulurlar ebeveynler ve eğitim camiası tarafından, zira ekmek artık aslanın ağzında değil de midesinde. Buraya da not düşelim: yıl 2022. Ama Emma Goldman’lar bizden çıkar mı, işte bunda kuşkuluyum. Bu arada unutmadan, yukarıdaki alıntıda bahsi geçen kahvaltıda; ekmek, süt ve çikolatanın çocuk Emma’nın midesine indiğini sanmayın sakın.

“Toplumsal sorunlara duyduğum ilgi, doğrudan doğruya Chicago trajedisinin yarattığı şoka mı, yoksa kökleri geçmişimde, çocukluğumun koşullarında bulunan bir şeyin filizlenmesine mi bağlıydı, merak ediyordu.” Merak eden kişi de daha sonra “Tanrım gibiydi” dediği ünlü anarşist Johann Most, en azından o zamanlar ünlüydü.

Emma’yı Emma Goldman yapan, ömür boyu pes etmeyip yol boyunca yaşadığı her şeydir muhtemelen. Ancak kimse ilk izlerin gücünü yadsıyamaz, buraya hepsini elbette yazamayız: Ah benim fukara çocukluğum!

Kaynak: Emma Goldman, Hayatımı Yaşarken, Çev: Beril Eyüpoğlu, Metis Yayınları