“Benim hasmım, sınıfımı aç bırakan,
bağırınca da ona
yaylım ateş açan bir hasımdı,
şimdi de öyledir,
ve öyle olacaktır... ”

Panait Istrati

3 Y ile mücadele diye geldiler. Yoksulluk, yasaklar ve yolsuzluk. Ne güzel değil mi? Kimin söylediği önemli. Halkçı bir iktidar acaba bundan farklı ne söyleyebilirdi ki, görmek ne kadar güzel olurdu. Şili halkına görmek nasip olmuş gibi, bize de coşkusunu buralardan hissetmek düşüyor.

Şili demişken, onların kara 11 Eylül'ü, bizim de kara 12 Eylülümüz var. Benziyoruz demek birbirimize, dünün kara günleri benzer, aydınlık günleri neden benzemesin...

Hatırlanacaktır 12 Eylül sonrası “demokrasiye geçiş”te Turgut Özal da kapatılan partileri (AP, CHP, MSP, MHP) kastederek dört eğilimi temsil ettiğini söylüyordu. İki elini kaldırıp yukarıda birleştirerek “birlik” mesajı veriyordu halka. Dört büyük partiyi cunta kapatmıştı ama cuntanın has evladı Özal, kapatılan partilerin kendi partisinde olduğunu gözlerimize sokuyordu.

Özelleştirmenin cevval kahramanı Özal, kamuya ait ne varsa satacağını söyledi, hepsini satmayı başaramazsa da satış öncüsü olduğunu bize gösterdi. Daha iktidara gelmeden önce satıp soymayı kafaya koymuştu. O vakitler parti liderleri tek kanal olan TRT'de tartışa biliyorlardı. Halkçı Parti lideri Necdet Calp ile İstanbul'un tek boğaz köprüsü için satarım, sattırmam tartışmasına girmişti.

Millet satarım diyeni iktidar yapmıştı. Özal iyi satış yapardı, şimdikiler Özal'ın izinde yürüyor demek haksızlık olur, iz ne kelime, yeni ve öyle derin izler, yaralar açtılar ki; Özal'a rahmet okuttular.

Aradan geçen yıllarda yeni partiler kuruldu Özal da partisi de tarih oldu. Her gelen yenilikçiydi (!)Özal “anayasayı bir kerecik delmekten bir şey olmaz”. ”Benim memurum işini bilir” demişti. Yıllar sonra Özal gibi “dört eğilimi” kendi partisinde toplayanlar iktidara bir geldiler pir geldiler. 'Bir kereden bir şey olmaz'ı tekrarladı durdular. Geldiler kaldılar. Gitmemeye kararlı oldular hep. Onlar kiracı değil ev sahipleri mübarekler. İktidarı “bu beceriksizlere bırakamayaklarını” da söylemekten çekinmezler. Kaybettikleri seçimleri yeniden yaptılar. Atı almışlardı bir kere Üsküdar'ı geçmek onların hakkıydı hep.

Yaradılanı yaradandan ötürü seviyorlardı hesapta, Özal gibi, “ben zenginleri severim” demediler ama hep sevdiler. Hısım gibi göründüler, sadakayı "ulufe" gibi dağıtarak halkla aradaki "mesafeyi" kaldırdılar, ne vakit tarlasına, merasına, ormanına barajlar, maden ocakları yapılmaya başlandı, canı yanan köylü itiraz etti karşılarında hasım gördüler. İşçi grev yapamaz oldu yasakla karşılaştı, gençler, kadınlar bir bütün halk itiraz edince terörist oldular. Kendi zenginlerini sevdiler, büyüttüler. Kimine de ayar verdiler ama sevdiler hep. Hadi yatırım yapsanıza falan filan diyerek azarlansalar da hep sevildiler. Özal'ın prensleri birer çömez kalırdı beşi bir yerdeki müteahhitlerin yanında.

Yoksullukla, yasaklarla, yolsuzlukla “mücadele” dediler. Yoksulluk had safhada, yasaklar dersen düşman başına. ”Yasak hemşeriimm” diyerek sokak dilini kullanmıyor, yerine göre kaymakamlık yerine göre valilikler kanunun şu maddesine aykırı olduğunu söylüyor, uysa da uymasa da yasaklarda durum bu. Yolsuzluk da ne anlama geliyor “duymamış olalım”yok aslında yoksulluk, yok aslında yasaklar, yok aslında yolsuzluk dediler. Akıl hocalarından biri söylemişti, ”İktidara zarar verecekse doğruları söylemek caiz değildir. ”

3 y mücadelesi başarıya ulaşınca(!) üçü dörde çıkardılar adına “rabia” dediler. Arka fonda Mısırlı kızın mektubu, parmaklar hemen her yerde, dördü gösteriyordu. ”Tek Millet, Tek Bayrak, Tek Vatan, Tek Devlet”. Bunlar da bir yere kadar tabi. Millet açtı, aç. Gerisi hikaye olacaktı, yeni şeyler de bulmak lazımdı elbette. Artık dört parmak gösterilmiyor, Mısır ile barışacağız, ”yerli ve milli”yiz şimdi. Sonra "faiz sebep enflasyon sonuç". Ve "bir gece ansızın"!

“Bir gece ansızın gelebiliriz” şarkı sözü olmaktan çoktan çıkmıştı, “m” harfi gidip yerine “z” harfi geldiğinden beri. Birileri geceleri sevmekle kalmıyor “ansızın” sözcüğü ile gizemli tehdit savruluyordu. Bir gece ansızın bir konuşma “TL”ye yeniden “itibar”(!) kazandırdı. Günlerdir tırmanışa geçen dolar “ansızın” neye uğradığını şaşırdı. Çıktığı hızla inişe geçti. Sekizlerden onsekizlere çıkmış, ”ansızın” onbirleri görmüştü.

Asgari ücrete yapılan artış dolar karşısından daha ele geçmeden erimeye başlaması konuşulurken “ansızın” doların karşısına dikildiğini gördük. Malatyalı vatandaş önden davul zurnayla kutlamaya başladı. “Osmanlı Tokadı” yemişcesine sersemleyen dolar, “TL” mevduat faizi kur farkıyla birlikte sermaye lehine otomatiğe bağlandı.

Dünya nüfusunun sadece yüzde 1'inin serveti yüzde 99'a denk. Dünya böyle bir dünya .

Türkiye farklı mı?

TÜİK 2020 verilerine göre; ”Türkiye'de en yüksek gelire sahip yüzde 20'lik grubun toplam gelirden aldığı pay, yüzde 47, 5'e yükselirken, en düşük gelire sahip yüzde 20'lik grubun aldığı pay yüzde 5, 9'a geriledi. ”

Ücretli çalışan nüfusun neredeyse yarısının geliri asgari ücret seviyesinde. Milyonlarla ifade ediliyor işsiz sayısı. Bankalardaki mevduatın yüzde altmış küsuru döviz cinsinden, yüzde otuz küsuru da “TL”. Mevduat belli sürelerle bankaya yatırılan paraysa, mevduat sahibi de para sahipleri. Para kimde. Asgari ücretli veya daha az gelirli emekli de olacak değil ya. Traktörünü hacze kaptıran veya haciz korkusu yaşayan üreticide de olmayacağına göre kimde. Nüfusun binde 3'ünde.

Mevduat hesabı olanlar artık çekinmesin “TL” mevduatını bozdurup dolara geçmesin, ”yastık altındakiler” çıksın mevduata yatsın. Bakan Nebati'ye göre “Altını yastık altında tutmak inanca uygun değil”!

Nerede tutmak inanca uygun, bankada tutmak mı, faizle ve kar ortaklığıyla mevduata yatırmak mı inanca uygun. Faizin yükseği mi alçağı mı inanca uygun.

Döviz kurunun altında kalırsa faiz geliri, bir grup rantiyere hazine garanti verecek, kur farkını ödeyecekmiş. Emekçinin dolar alacak hali mi var. Bir gece de Merkez Bankasının 1 milyar dolarını, bir haftada 9 milyar dolarını emekçiler satın alamayacağına göre kim almış olabilir, açıklanacak mı! Mümkün değil. 128 milyar dolar ne oldu, ne dediler.

Kimi kefen parasını, kimi dişinden tırnağından artırdığı üç beş kuruşu kendini koruma refleksiyle aldığı doları bozduracak mevduata yatıracak halde mi?

Genellikle patronların zenginliğinin nedeni olarak, kendi emek ve birikimlerinin sonucu olduğu düşünülür. Öyle midir peki? Gerçekten çok çalışan patronlar da vardır ama kapitalist toplumda çalışarak zengin olunmaz. Koçlar, Sabancılar, Cengiz'i Limak'ı ve diğerleri gibi tekellerin zenginliklerinin kaynağı devlet güvenceli ihalelerden (geçiş garantili yollar, köprüler, hava limanlar vb. ek olarak döviz spekülasyonlarından, şimdi artı kur fark ile hazine garantili mevduattan) yoğun işçi sömürüsüyle bu günlere gelmişlerdir.

Oysa bu çarpık düzenin kaymağını kim yediyse onun faturayı ödemesi gerekmez mi . Yoksulluk ve hayat pahalılığını yaratanlar koşulları düzeltmeyeceğine göre Şili halkının yaptıklarını hayata geçirmek için seçimleri mi beklemek gerekiyor? Şili halkı evde mi beklemişti seçimleri?