HDP Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, Meclis’te düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Kobani davasına değinen Beştaş, “Kobanî protestoları ve bu kumpas davasına ilişkin bu önemli gelişmeyi hem kamuoyunun dikkatine sunmak istiyoruz hem de söylediğimiz sözlerin doğruluğunun bizzat yüksek yargı tarafından teyit edildiğini, AİHM’in ardından AYM kararıyla da bunun ortaya çıktığını söylüyoruz. Geçen hafta basına yansıyan başka bir haber vardı. Tarsus İlçe Emniyet Müdürü, “Kobanî protestolarında olayların önlenmesi için HDP’lilerle birlikte çalıştık” dedi. Bu da başka bir yerden yapılan bir açıklama. Biz ne dediğimizi biliyoruz, hakikat neyse onu ifade ediyoruz ama karşımızda kumpas davaları ve iftiralarıyla yol yürümek isteyen bir iktidar aklı var. Bu vesileyle bütün katilleri bulun diyoruz. Bunları ilelebet gizleyemeyeceksiniz. Kobanî Kumpas Davasını geri çekin” dedi.

10 OCAK ÇALIŞAN GAZETECİLER GÜNÜ

HDP Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş’ın açıklamaları şu şekilde:

Bütün gazetecilerin 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Gününü kutluyorum. TGS verilerine göre hala 34 gazeteci tutuklu. Uluslararası Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü verilerine göre Türkiye 180 ülke arasında 153 üncü sırada.

Basın özgürlüğünü araştıran Freedom House son 15 yıldan beri kısmen özgür olarak nitelediği Türkiye’yi, 2021 yılında özgür olmayan ülkeler kategorisine aldı.

Bu çok önemli ve vahim bir gelişme. Basının kamu denetleme görevi her türlü tartışmanın dışındadır ve bu yük gazetecilerin omzundadır. Siyasal iktidar her gün gazeteciler üzerindeki baskısını artırmaktadır. Tek sesli, tek kumandalı, tek manşetli bir medya isteyen AKP iktidarı, medya sermayesinin yüzde 90’ını kontrol altına almıştır.

Kontrol edemedikleri gazete dergi, televizyon ve radyo kanallarını ise cezalar ve RTÜK eliyle susturmaya çalışıyorlar. Haberler, soruşturma ve tutuklama gerekçesi olabilir. Mesleğin onurunu koruyan, kalemi yere düşürmeyen, soru sorma cesaretini hala gösteren ve hakikat peşinde koşmaktan vazgeçmeyen gazetecilerin gününü kutluyorum. Basın kartlı, basın kartsız gazetecilik ayrımının da AYM kararına rağmen sürdürüldüğünü ifade etmek istiyorum.

PARİS KATLİAMININ ARKASINDAKİ GÜÇLER ORTAYA ÇIKARILMADI

Dün 9 Ocak’tı. Paris Katliamının 9. yıl dönümüydü. Türkiye ve dünyanın birçok merkezinde bu katliam protesto edildi. Bu katliamın arkasındaki güçlerin halen korunduğunu ve tetikçinin cezaevinde ölmesinden sonra dosyanın kapatılmasına izin verilmeyeceğini yüz binlerce kadın haykırdı.

Türkiye’de ve birçok yerde anma etkinlikleri gerçekleştirildi. Maalesef Türkiye ve Fransa hala bu katliamın arkasındaki güçleri, bu organizasyonu, bu örgütlü yapıyı ortaya çıkarmadı. Çıkaramadı demeyeceğim çıkarması için yeterince delil var ancak maalesef bu katliam da kapatılmaya çalışılıyor.

Paris Katliamının aydınlatılması durumunda Çözüm Sürecinin kimler tarafından engellenmek istendiğinin, engellendiğinin ortaya çıkarılacağını söylemek istiyoruz. Paris’te katledilen Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez’in anısı önünde saygıyla eğildiğimi ve katilleri ortaya çıkarma mücadelemizden vazgeçmeyeceğimizi ifade etmek istiyorum

‘AYM’NİN AYNUR KUDİN KARARI, DEVLETİN FAİL OLDUĞU CİNAYETLERDE İŞLEYEN SÜRECİ ORTAYA KOYUYOR’

AYM, 6-8 Ekim protestolarıyla ilgili çok önemli bir karar verdi. Aynur Kudin kararı. Yaşam hakkı ihlalinden bu kararı verdi. Basında küçük küçük yazıldı ama maalesef hak ettiği tartışma olmadı. Bu da iktidarın ve yaygın medyanın istemediği bir şeydi. Neydi Aynur Kudin’in davası. Aynur Kudin, 6-8 Ekim protestoları sırasında Viranşehir'de polis saldırısı sonucu yaşamını yitiren bir kadın. İhlal kararında aslında Anayasa Mahkemesi aşama aşama bu cinayetin üstünün nasıl örtüldüğünü çok ayrıntılı bir şekilde izah ediyor. Bu, devletin fail olduğu bütün cinayetlerde ve katliamlarda sürecin nasıl yaşandığını özetler nitelikte bir karardır.

‘KATİLLER ISRARLA KORUNUYOR, CİNAYETLERİN ÜSTÜ ÖRTÜLÜYOR’

Kobanî protestoları sırasında kolluk gücü, korucular, kontra güçleri gibi güçlerce öldürülenlerin katillerinin korunduğunu sıklıkla ifade ediyoruz. Cinayetlerin üstü örtülmeye çalışılıyor. 7 yıldır failleri bulmamakta direnen bir devlet aklı var. Cinayet dosyaları ya yok, öylesine tozlu raflara kaldırılmış ya da bir milim ilerleme olmamıştır.

Kobanî protestoları nedeniyle katilleri aklayan, aramayan, davaları sonuçlandırmayan ve bunun üstünü örtmeye çalışan iktidar, bu protestoları bahane ederek 6 yıl sonra HDP’liler hakkında, partililerimiz hakkında bir kumpas davası açmayı da ihmal etmedi. Oysa Kobanî protestoları ve o dönem yaşanan sürecin asıl sebebi ve faili AKP iktidarıdır.

"ETKİN SORUŞTURMA YAPILMADI, DELİLLER TOPLANMADI, BİLGİ-BELGE SAKLANDI" DİYOR AYM

Açıkçası AYM’nin vermiş olduğu karar, bu tezlerimizi de AİHM’in kararını da tamamen destekler nitelikteki bir karardır. Her şeyden önce Demirtaş AİHM kararı, Kobanî protestolarında HDP’lilerin hiçbir sorumluluğu olmadığını not ettiği halde, arkadaşlarımız tutuklu yargılanırken katiller korunmaya devam ediyor.

AYM’nin kararında özetle şunlar var: Etkin soruşturma yapılmadı diyor, evet yapılmadı. Deliler toplanmadı diyor, evet toplanmadı. Zamanında yapılması gereken tahkikatlar yapılmadı diyor, evet yapılmadı. Polis teşkilatının bilgi belge ve delil sakladığını söylüyor, evet bunu görüyoruz. Adli Tıp  Kurumunun suçu gizlemeye çalıştığını söylüyor, evet bu da var. Bunun dışında Servet Turgut gibi cinayet dosyalarında bu gibi verilerin olduğunu biliyoruz.

‘BÜTÜN KATİLLERİ BULUN, KOBANÎ KUMPAS DAVASINI GERİ ÇEKİN’

Kobanî protestoları ve bu kumpas davasına ilişkin bu önemli gelişmeyi hem kamuoyunun dikkatine sunmak istiyoruz hem de söylediğimiz sözlerin doğruluğunun bizzat yüksek yargı tarafından teyit edildiğini, AİHM’in ardından AYM kararıyla da bunun ortaya çıktığını söylüyoruz. Geçen hafta basına yansıyan başka bir haber vardı. Tarsus İlçe Emniyet Müdürü, “Kobanî protestolarında olayların önlenmesi için HDP’lilerle birlikte çalıştık” dedi. Bu da başka bir yerden yapılan bir açıklama. Biz ne dediğimizi biliyoruz, hakikat neyse onu ifade ediyoruz ama karşımızda kumpas davaları ve iftiralarıyla yol yürümek isteyen bir iktidar aklı var. Bu vesileyle bütün katilleri bulun diyoruz. Bunları ilelebet gizleyemeyeceksiniz. Kobanî Kumpas Davasını geri çekin.

‘YASA OLMADAN KUR KORUMA MEVDUAT SİSTEMİ UYGULANIYOR, YASADIŞILIK GİZLENMİYOR ARTIK’

Bu hafta Meclis gündeminde iki konu var. Biri Plan ve Bütçe Komisyonundan geçen torba yasa. Meclis’in bir pratiği haline geldi bu. Diğeri de öğretmenlerle ilgili bir teklif. Milli Eğitim Komisyonunda görüşülmeye başlanacak. Bireysel Emeklilik Sisteminde devlet katkı payını arttıran bir teklifle karşı karşıyayız. Çünkü enflasyon karşısında hızla eriyen bir meblağ. Artık ihtiyaçları karşılamaktan oldukça uzak. İktidar mucitmiş gibi Kur Korumalı Vadeli Mevduat Sistemini uydurdu.

Bu daha yasası çıkarılmadan ilan edilen bir şey. Yasa olmadan bu kur koruma mevduat sistemi uygulanıyor. Yasadışılık artık gizlenmeden uygulanan bir sistem haline geldi. Siz yıkın hukuk arkanızdan gelsin mantığı şu anda Kur Korumalı Vadeli Mevduat Sisteminde uygulanıyor. Bunu uygulayanlar, talimatını verenler aslında hep birlikte suç işlediler ve işlemeye devam ediyorlar. Şimdi bu yasayla da bu suçu meşrulaştırmak ve yasallaştırmak istiyorlar. Bu teklif, uygulamadan 3 hafta sonra geldi. Bu yasadışılığı her yerde söylemeye devam edeceğiz. Tabii ki şunu da söylemek isterim, suçun yasallaştırılması aslında hiçbir iktidarın uhdesinde değildir. Vatandaşların, yasa ve anayasaların nasıl hiçe sayıldığını ortaya koyuyor.

Nerede bir hataları varsa yasadışılıklarla üstü örtülüyor. Merkez Bankası (MB) nezdinde başka bir düzenleme var. Yabancı ülke merkez bankalarına ait alacak para ve mal varlıkların haczedilemeyeceği, üzerine ihtiyati tedbir ve haciz konulamayacağı yasal hükme bağlanıyor.

Her fırsatta dış güçler ülkemizi bölüyor yıkıyor diyorlar, enflasyon onlara bağlı, çatışmalı ortam onlara bağlı diyorlar ama diğer yandan dış güçleri rahatlatmak için inanılmaz bir Meclis mesaisi harcıyorlar. Ne diyorlar burada; yabancılara dair mallar, alacaklar, haklar haczedilemeyecek.

Demek ki haciz edilme tehlikesi var. Bu düzenlemeyle bu tehlikenin olduğunu ilan etmiş oluyorlar. Neden gereksinimi duyuldu, her zamanki gibi bunu açıklamıyorlar. Ancak burada yabancı ülkeleri rahatlatmak ve garanti vermek amacı olduğunu tartışmaya bile gerek yok. Nerede bir açıkları varsa, nerede bir hataları, yasadışılıkları varsa bu tip yasalarla üstünü örtmeye çalışan bir iktidar var karşımızda.

‘DIŞ GÜÇLERE "MERKEZ BANKASI SİZİNDİR" DENİLİYOR’

Yabancı devletleri rahatlatan bu düzenleme kendi ülke vatandaşlarına çok görülüyor. Çiftçinin traktörü haczediliyor, tarlasına el konuluyor; esnafın kredisine, öğrencinin kredilerine el konuluyor. Kendi vatandaşına hiçbir garanti yok ama dış güçlere garanti veriliyor. Aslında MB için dış güçlere şöyle bir beyanda bulunuluyor; Merkez Bankası sizindir. Dükkan sizin demeye getiriyorlar. Bunu da görmemek mümkün değil. Ve şimdi bu yasal düzenlemeyle kendi vatandaşını hiçbir şekilde düşünmeyen ve ekonominin ne kadar kötüye gittiğini biraz daha ilan eden bir anlayışla karşı karşıya olduğumuzu ifade etmek istiyoruz.

‘AKP TİPİ BİR ÖĞRETMEN YARATMA ARAYIŞI VAR’

Bir diğer düzenleme öğretmenlerle ilgili. AKP, biliyorsunuz çoklu baroyla kendi barolarını yaratmak istedi. TBB seçimiyle bunun hiç de kolay olmadığını aslında herkes gördü. Şimdi AKP tipi bir öğretmen yaratma arayışı var. O alanı da dizayn etmeye çalışıyorlar. Her şeyden önce bu teklifin sendikaların ya da öğretmenlerin demokratik katılımıyla oluşmadığını hepimiz gayet iyi biliyoruz. Kamusal bir niteliği yok. Türkiye’nin onayladığı ILO, UNESCO ortak belgesiyle öğretmenliğin statüsü tavsiye kararı da tamamen yok sayılmış. 18 milyon öğrenci ve 1 milyona yakın öğretmenin çalışma koşullarının iyileştirilmesine dair hiçbir plan yok.

‘3600 EK GÖSTERGENİN ARKASINDA YANDAŞ SENDİKALARA ÜYE YAPMA ZORLAMASI VAR’

Öğretmenler teklifle birlikte ayrıştırılıyor. Aday öğretmen, öğretmen, uzman ve başöğretmenlik gibi ayrıştırılıyor. Kariyer basamaklarına ayrılıyor. Bu, eşitsizlik doğuracak ve çalışma barışını bozacak nitelikte bir düzenleme. 3600 ek göstergeyle ilgili bir düzenleme de derde deva bir düzenleme değildir.  Bir yıl sonra yürürlüğe gireceği söyleniyor. Tamamen liyakat ve tecrübeye dayalı değil. Başka olgulara dayanmış; yandaş sendikalara üye olma, buna zorlama gibi bir anlayışın arkasında olduğunu tabii ki görüyoruz. Çünkü kademe ilerleme cezası almamak gibi bir kriter var. Bu da öğretmenleri yandaş sendikalara üye olmaya zorlayan bir düzenleme. Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması bu düzenlemede var. Bu da  öğretmenlik mesleğinde fişlemenin, önyargıların, iktidara bağlılığın tekrar aranacağını bize gösteriyor. Partili öğretmenlik anlayışı dayatılıyor.

İktidar her şeyin içini boşalttığı gibi öğretmenlik mesleğinin de evrenselliğinin ve bilimsel ölçülerinin değerini bırakmamaya çalışıyor. Günümüzde mesleğini icra edemediği için fabrikalarda güvencesiz çalışan öğretmenler var. Ataması yapılmayan milyonlarca öğretmen var. Sözleşmeli ya da ücretli öğretmenlik gibi dayatmalara maruz kalan, özlük haklarından yoksun olan hatta asgari ücretin altında çalışan öğretmenler var. Özel okul patronlarının iki dudağı arasına sıkışarak çalışmak zorunda kalan öğretmenler var. Bunun bizzat örneğini öğretmenler verdiler.  "Sadece yol ve yemek ücreti karşılığında ben felsefe öğretmek istiyorum" dedirten, bunu iş görüşmesinde özel okul yöneticilerine ifade ettirecek kadar ciddi bir vahamet var. Öğretmenlere müjde diye sunulan açıklamanın aslında öğretmenlerin derdi yokmuş gibi bir yola saptığını ver partili öğretmenlik anlayışın dayattığını görüyoruz. Tıpkı partili yargı, memur, avukat gibi bu durum eğitim alanında da geçerli hale getirilmek isteniyor. Bu iktidarın, sürekli olarak eğitim ve öğretimle uğraştığını biliyoruz. Bilimsel eğitimle, liyakatla, eğitimcilerle bir sorunu var. Sürekli bir mücadele halindeler. Güvenlikçi yaklaşımı artık eğitim alanına sirayet ettiriyorlar. AKP tipi bir eğitim getirip öğretmenleri dizayn etmeye çalışıyorlar. Atanamamış, intihar eden, ihraç edilen ve daha birçok sorunu olan öğretmen gerçeğini görmek zorundayız. Hem öğretmenlikle ilgili teklife hem de diğer torba yasaya güçlü bir şekilde muhalefet edeceğiz.

‘İŞSİZLİK DALGASI TÜRKİYE EKONOMİSİNİN ÖNÜNDEKİ EN BÜYÜK TEHLİKELERDEN BİRİDİR’

İşsizlik oranları da açıklandı. TÜİK'in rakamlarına göre Kasım ayında % 11.2 seviyesinde işsizlik gerçekleşti. Yani işsizlik 39 bin kişi artarak 3 milyon 777 bin oldu. Ekim ayında % 11.2’ydi. Sahte zafer ilanlarında bulunan iktidar TÜİK'e göre dahi işsizliği düşüremedi. TÜİK'in bile gözlerini kapatamadığı geniş tanımlı işsizlik yüzde 22.1 oranındadır. Bu ülkede gençlerin işsizlik oranı % 33 oranında gerçekleşmiştir. Her iki gençten birinin işsiz ve umutsuz olduğu bir kez daha ortaya çıkmıştır. 2022 yılı asgari ücretinin belirlenmesinden sonra iktidar ve muhalefete çokça çağrı yaptık, işten çıkarmalar yasaklansın dedik. Bu çağrılarımıza sessiz kalan iktidar, maalesef işten çıkarmaları artırmıştır. TÜİK'in hormonlu verilerinin dahi gizleyemediği işsizlik dalgası, Türkiye ekonomisinin önündeki en büyük tehlikelerden biridir. İşten çıkarmayı yasaklayacak ve istihdamı artıracak politikalara acil bir şekilde ihtiyaç var.

‘HER ŞEY ONLARIN OLSUN İSTİYORLAR, GÖZLERİ DOYMUYOR’

Ekonomideki çöküşün maliyeti arttıkça yandaşları daha fazla korumak ve maliyetini halka ödetmek için iktidar zam ve vergi yoluyla adımlarını hızlandırıyor. Garantili mevduat üreten gözleri ışıltılı ekonomistten sonra yeni bir ekonomist de çıktı. Erzurum Büyükşehir Belediye Başkanı "ben ekonomistim" diye başladığı sözlerinin devamında altın küpe, bilezik sertifikası teklifi yaptı. Hazine battı, Merkez Bankası eridi, vatandaş güvenmiyor. BAE ve Katar bile güvenmiyor. Şimdi gözleri halkın kolunda, cebinde ve parmağındaki yüzükte maalesef. Her şey onların olsun istiyorlar. Gözleri doymuyor, vatandaşta bir kan bir can kalsın istiyorlar. Hakikaten gerisi hep onların olsun diye projeler üretip her sabah yeni bir ekonomist olarak uyanıyorlar. 2019 yılında baş ekonomist, aynı zamanda sosyolog ve tüccar ve dış politika uzmanı yani her şey olan AKP Genel Başkanı Erdoğan “Bunlara göre dolar 10 lira olacak, enflasyon yüzde 30’u aşacak, bankalar tökezleyecekti. Ne oldu, bunlar oldu mu?” diye soruyordu. Evet, baş ekonomist Erdoğan’ın bu sözlerinin üzerinden iki yıl geçti. Döviz 10 değil 14 lira artık. Döviz alıp satan yandaşlar için hayaldi gerçek oldu. Enflasyon, yüzde 30 değil yüzde 36 oldu. Politika faizini düşürdüler, enflasyonu uçurdular ama reel sektör bir tek puan bile faiz düşüşünden yararlanamıyor.

‘ÖTV KALDIRILSIN’

Bu iktidarın hayalleri Türkiye halkları için korkunç bir felakete dönüşmeye devam ediyor. Bu felakete dur demek için belirli bazı konularda hızlıca adım atılmalı. Biz muhalefet partisi olarak bu konudaki çalışmalarımızı yoğunlaştırıyoruz. İlk önerimiz de Özel Tüketim Vergisine dair. Bu verginin kaldırılmasını istiyoruz. Herkesle görüşmeye de devam ediyoruz. Merkezi Yönetim Bütçesinde, 2022 yılında beklenen ÖTV geliri 220.7 milyar TL’dir. Devlet bütçesinden bu rakamı çıkarıp halkı hayat pahalılığına karşı koruyabiliriz. Devlet bütçesine ise daha büyük katkı sağlamak için imkan mevcut. 2022 yılı bütçesinden yandaşlara verilen vergi istisna ve muafiyeti 335 milyar TL’dir. Bu istisna ve muafiyetin üçte birinden vazgeçmek hem vatandaşı ÖTV'den kurtarır hem de devlet bütçesinde kaynak eksik olmaz. Diğer yandan KDV’nin de temel gıda ürünlerinden kaldırılması gerekiyor. KDV ile ilgili vergi adaletini sağlayacak düzenlemelerin yapılması da gündemimizdedir. Diğer muhalefet partilerine de iktidara da açık çağrı yapıyoruz.

Yargıtay Başkanını unutmadım. Yargıtay Başkanı kadın cinayetlerinin az olduğunu buyurmuş. Her gün ölmeye devam edelim o zaman. Daha fazla kadın öldüğünde rahatlayacak mı? Açıklamasında neyi düzeltecek, bunu anlamak mümkün değil. Zaten kadın cinayetlerinin bu kadar artmasının en temel sebeplerinden biri de cezasızlık politikası. Bu cezasızlık politikasından ve kadına yönelik şiddete dair iktidarın yaklaşımından cesaret alıyorlar. Yargıtay Başkanına sesleniyorum: Siz bu cezasızlık politikası ile mücadele edin. Kadınlar daha az ölüyor diyerek daha fazla ölmemizi salık vermeyin!

‘SEMRA GÜZEL’İN FOTOĞRAFLARI ÇÖZÜM SÜRECİNDE ÇEKİLMİŞTİR’

SORU: Diyarbakır Milletvekili Semra Güzel ile ilgili bazı fotoğraflar ortaya çıktı, kendisi de bir açıklama yaptı ama siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Öncelikle Diyarbakır Milletvekilimiz Semra Güzel basına bir açıklama yaptı. Açıklamasında da bu fotoğrafların ne zaman, nasıl çekildiğini ve nasıl bir ortamda çekildiğini ayrıntılarıyla izah etmiştir. 2014 yılında çekilen fotoğraflar bunlar. Biz de kendisinden bilgi aldık. 2014'te Çözüm Sürecinin olduğunu ve birçok insanın bu tür ziyaretlerde bulunduğunu, görüşmelerin resmi kanallardan gerçekleştirildiğini, hatta iktidarın bizzat içinde olduğu süreçle birlikte heyetlerin de gidip geldiğini buradan ifade etmek istiyorum. 2 gündür milletvekilimize karşı çok çirkin ve çok ileri düzeyde bir saldırı var. Yargısız bir infaz var. Milletvekilimizin çektirdiği fotoğraflar kendisinin de ifade ettiği gibi okuldan arkadaşı olan ve aileler arasında söz kesilen sözlüsüne aittir. O dönemde ziyaret etmiştir. O dönemden bugüne 8 yıl geçmiştir. 8 yıl sonra bu fotoğraflar servis edilmiş. Buradan kendi yorumumu yapmak istiyorum.

FOTOĞRAFLAR 5 YILDIR DAVA DOSYASINDAYDI, NEDEN BUGÜN BASINA SERVİS EDİLDİ?

Araştırdık, bu fotoğrafların galiba Malatya’da bir dava dosyasında bulunduğunu tahmin ediyoruz. 5 yıldır yani 2017’den bu yana bu fotoğraflar o dava dosyasında ve yargı fezleke hazırlamamış, basının haberi olmamış. Bu daha devam ediyor. Ama 2022 yılında bu büyük bir habermiş gibi her tarafa servis ediliyor. Biz şunu sormak istiyoruz. Basına kim verdi? Bu dava dosyasındaki bilgi ve belgeler hangi amaçla servis edildi? İktidar, halkın sorunlarını çözerek ve siyaset yaparak seçim çalışmalarını yapmak yerine bu şekilde kumpaslarla, saldırılarla muhalefeti kriminalize etmeye çalışıyor. Muhalefeti halkın gözünden düşürmeye çalışıyor. Bu bir seçim çalışmasıdır. Kesinlikle zamanlaması da servis ediliş biçimi de siyasi ahlaka uymayacak ölçülerdedir. Bu konuda söyleyecek çok şey var ama şunu ifade etmek istiyorum; bir milletvekiline karşı bile bu kadar hunharca, düzeyi düşük ve aşağılıkça cinsiyetçi küfürler eşliğinde cinsiyetçi saldırılar yapılmasını asla kabul etmiyoruz, kınıyoruz. Bu konuda esas alınması gereken, Semra Güzel’in açıklamalarıdır. Bu konuda hakikat neyse kamuoyuyla paylaşmıştır.

‘SİYASİ AHLAKLA BAĞDAŞMAYAN YÖNTEMLERLE SEÇİM KAZANACAKLARINI SANIYORLARSA YANILIYORLAR’

Buradan onlara ekmek çıkmaz. HDP’yle her türlü yöntemle uğraştıklarını görüyoruz, biliyoruz. Onlarla ilgili ortaya atılan iddialar ve büyük suçlar karşısında kılını kıpırdatmayanlar, bir fotoğraf ortaya çıktı diye ortalığı ayağa kaldırıyorlar. Semra Güzel doktordur, tıp hekimidir. Üniversite okumuştur. O dönemde ne HDP üyesidir ne milletvekilidir ne de bir bağı vardır. 2018 yılında milletvekili olarak seçildi. 2017 yılında ele geçen sözde bu fotoğraflar neden milletvekilliğinin üzerinden üç buçuk, olayın üzerinden 8 yıl geçtikten sonra servis ediliyor. Bunu sanırım çokça da tartışmaya gerek yok. Bu kumpaslarla, siyasi ahlakla bağdaşmayan yöntemlerle seçim kazanacaklarını sanıyorlarsa çok büyük yanılıyorlar. Halk gerçeklerin farkındadır. Çok istiyorlarsa kendi bakanlarının, milletvekillerinin işlediği suçları bir soruştursunlar bakalım. Kendi bakanlığında dezenfektan satan bakanlar var, uyuşturucu ticaretinde adı geçen bakanlar var. Yok efendim, maaşını başka yerlerden alan vekil iddiaları var. Bu iddialar karşısında sus pus olanların böyle bir duruma sığınmaları büyük acziyet ve saldırganlık örneğidir.