Ben ve Muhsin, 'Ofsayt nedir, yanında penaltı da verilir mi' tartışmasına girince Yılmaz'ın cezvesi taştı. 'Kalkın gidin lan evimden!' dedi.

Ben futboldan anlamam. Ahir ömrümde bir yeşil sahada maç seyretmişliğim yoktur. Lucescu’nun, bazılarınca ‘amele hali’ olarak aşağılanan dervişane bilgeliğini görünce Lucescucu olmuştum. Hele futbolcularına felsefe düşünürlerinin kitaplarını okutma çabasını da öğrenince iyiden iyiye takip etmeye başlamıştım.
Futbol adına televizyonlarda ahkâm kesen birçok yorumcunun dingil hallerini görüp umutsuzluğa kapılmamak elde değil.
Dingil olmayanlar bu sözümü üzerine alınmayanlardır.
Lucescu Galatasaray’dan binbir kullapla gönderilince, ben de onunla beraber Beşiktaşlı oluverdim. Bilenler böyle bir şeyin olmayacağını falan söyleseler de aldırmadım. Beşiktaş ‘Çarşı Grubu’nun skor önemsemeyen ruhunu, zekâsını ve mizah anlayışını da görünce orada ikamet etmeye karar verdim. Ettim de n’oldu, maçlara mı gittim? Hayır!
İnönü Stadyumu’nu sadece Grup Yorum’un tarihi konserinde gördüm. Sağ olsunlar, beni Yıldırım Demirören’in koltuğuna oturttular. Bu bilgiyi de birlikte oturduğumuz yaman Beşiktaşlı Zeki Demirkubuz’dan öğrendim.
Luis Cesar Menotti, “Sadece futboldan anlayan, futboldan da anlamaz” diye hikmetli bir laf etmiştir. Bizim futbol yorumcularına bakınca, çoğunun futboldan bile anlamadığını görürsünüz. Kanal 24’te program yaptığım günlerde futbol adına bir tek konuk aldık, o da GS’li Metin Kurt’tu. Futbolu büyük sermayeye peşkeş çekenlere inat, bütün ömrünü futbol emekçilerinin örgütlenmesine vakfetmiş, hayatı da bu örneklikte yaşamış bir güzel, sosyalist abimizdir. 

Yılmaz Erdoğan beni nasıl kovdu!
Yılmaz, sinema dünyasında bana ilk güvenenlerdendir. Ömründe düğün videosu bile çekmemiş olan bana Beynelmilel’de yapımcı olmuştur.
Sıklıkla buluşur, sanat, siyaset ve hayat üzerine sabahları bulan sohbetler ederiz.
Karşılıklı bir saygı ve sevgimiz vardır. Ben bunu hiç bozmadım ama Yılmaz bir kere bozdu. Evine gittiğimde Beşiktaş’ın önemli bir maçı vardı. Benim futbol ahvalimden pek bir farkı olmayan Muhsin de gelince biz başladık Yılmaz’a oyun hakkında sorular sormaya. Yılmaz önceleri büyük bir sabırla cevaplar veriyordu.
Benim tüm oyun zaaflarına karşı tek argümanım Lucescu’nun kadrinin bilinmeyişi ile sınırlıydı. “Yok ağa, Lucescu’yu göndermeyecektiniz” deyip manalı bir suskunluğa bürünüyordum. Yılmaz’ın edebinden vazgeçme anı şöyle oldu: Beşiktaş bir gol yedi. Yılmaz gölün ofsayt olduğuna hükmetti. Hakem, Yılmaz’ın bu kanaatini paylaşmayınca Yılmaz’ın tansiyonu yükseldi. Muhsin de topa girmek ve bin yıllık arkadaşını rahatlatmak için ofsaytın yetmeyeceğini bir de rakip takım delikanlı gibi davranmadığı için penaltı verilmesi gerektiğini söyledi. Ben ve Muhsin ne zaman “Ofsayt nedir, yanında penaltı da verilir mi?” tartışmasına girdik, işte o zaman Yılmaz’ın cezvesi taştı. “Kalkın gidin lan evimden!” dedi. Giderken Muhsin çok üzgündü ama ben bu muameleyi içine sindirecek adam değildim. “Yılmaz, Yılmaz! Lucescu’nun ahı indirir şahı!” diyerek son lafımı da etmiş oldum. 

Organize olmayan tribünler
Eskiden bir olağanüstü hal valisi vardı. Adını dersem dava açar. Ama size şöyle söyleyim: En kanlı hak ihlalleri onun valiliği sırasında olmuştu. Gözaltılarda kaybedilme vakaları onun zamanında başlamıştı. Saçını Erzurum taşı rengine boyardı. Kamuoyu onu, zalimliği ve saçını-başını boyaması yanında iki özelliğiyle daha hatırlar. Seyrek akıllı bir çocuğuna yurtdışından diploma aldırtıp, olmayan bir denklik uydurtarak memleketimize armağan etmişti. Bir de günahı söyleyenlerin boynuna ama yüklüce bir örtülü ödenek parasını iç ettiği söylendi. Kendi savunmasını gerçek kabul edersek durum daha da vahim. Mealen, bölgedeki fitneyi arttırma çalışmalarında kullandığını söylemişti.
İşte bu zatın valiliği sırasında, bölge takımlarından birinde Abdullah isimli bir topçu vardı. Bölge halkı uzun isme tahammülsüz olduğundan ona kısaca Apo diyorlardı.
Ragıp Duran, anlatacağım vakayı İletişim’in bir dosyasında güzelce nakletmişti.
Top ne zaman Apo’nun ayağına gelse bütün tribünler bilinmeyen bir dilde ‘yaşa’ anlamına gelen ‘Biji Apo’ diye alkışlamaya başlıyorlardı. Üstelik rakip takım da bölge takımı olduğunda, onlar da alkışlamaya başlıyorlardı. Antrenör bir maçta Apo’yu kenara almak istediğinde iki takımın seyircileri de bir protestoya başlarlar, Arena Stadı’ndaki protesto ne ki! İşte bu vali her derde çare buldu ama buna bulamadı. O yıl bütün bölgenin tribünlerinde ‘Biji Apo’ sloganı çınladı durdu. Apo o sezon tüm maçlarda 90 dakika oynamak zorunda kaldığından hışırı çıktı. Futbol hayatı tez bitti de tribün dalgası duruldu.
Arena Stadı’ndaki protestoyu soruşturmak isteyenlere ilanen duyurulur.