Muhakeme yetisi olanlar açısında TV artık seyredilmeye değer bir medya aracı olmaktan çıktı.Birkaç istisna dışında Türk kanallarını seyretmek bir nevi işkence, seyrederken sık sık söylenmek kızmak, öfkelenmek, hayıflanmak durumunda kalıyor insanlar. Haberler ve sözde dokümanterler mutlaka ulusalcı hamasete dayandırılırken, diziler yoğun duygu sömürüsü araçlığıyla yapay bir dünya pompalamaktan öteye gitmiyor.

Yapay Dünya

Zengin-fakir makasının iyice açıldığı ülkelerde, yoksullar görsel medyada kendi hallerini anlatan yapımlar görmek istemiyor. Tersine zenginliği, lüks hayatı ve konforu tercih ediyor. Dolayısıyla orta sınıflar bu ülke medyalarına pek yer almaz. Oysak ki refahın görece daha iyi olduğu ülkelerde TV ve medyada orta sınıf halen görünür durumdadır. Görsel medyanın en önemli güçlerinden biri arz yarama gücüne sahip olduğunu hesaba katarak söylersek, fakir seyirciye yapay bir dünya sunmak, talepten kaynaklı bir arz değil, bu daha çok görsel medyanın yaratıcılığı, çok iyi satıcılığıyla alakalı ve iyi bir arz yaratma makinesi olduğunu gösteriyor.

Hep yoksul bir evi, sefil bir sokağı ve hep çirkin mahallesi olan bir seyirciyi düşünürsek bu ortamdan kurtulmak istemesi çok doğal. Bunu yaşayan her seyirci zengin, ünlü veya her iki özelliğe birden sahip birinin yerinde olmayı neden istemesin? Yoksul seyirci bunu yaparken “kaybettiği” bir şey yok, tersine kendisine bir rahatlama olanağı yaratmış oluyor. Yapay bir dünya vadeden bu dizilerin başrol oyuncusunun yerinde olmak, görünürde sıradan yoksul bir seyirci için ne zor, ne de masraflı bir şey.

Görsel medyanın diziler yoluyla yarattığı bir dizi formatlar var.  Son yıllarda bunlardan en belirgin ve çok tutanı; eğitimi düşük fakir kızın güzel ve tatlı bir görüntü vermesi; biraz becerikli, biraz canlı ve fedakâr oluşu öne çıkıyor. Zengin veya ünlünün gönlünü çeliyor olması sıkça kullanılan bir klişe format. Dizilerde zengin kişi veya zenginin oğlu rolündeki aktör çevresindeki zengin ve eğitimli kızlara rağmen tesadüfen karşılaştığı bir fakir kızı tercih ediyor. Bu formatta en büyük yanılsama tabi ki fakır kızın hiçbir çaba göstermeden, hatta kendi olarak kalma olanağını elde etmesi onu daha da cazip kılıyor.

Eski Yeşilçam filmlerinde en önemli formatı zengin kız-fakir erkek, ya da tersiydi. En azından bu alanda bir nebze eşitlikçilik vardı. Son yirmi yıl içinde Türkiye’nin film ve dizi dünyasında giderek zengin kız fakir erkek formatı iyice yok oldu ve yerini holding patronu veya holding patronunun oğlu ile fakir kız formatı almış oldu.

Yeni Bir Bakış Açısı

Türkiye'nin Avrupa'ya göre en önemli farkı Türkiye toplumunun birbirinin farklığını normal görmemesi, Avrupalı toplumlarsa birbirinin farklığını peşinen kabul etmesi olarak özetleyebiliriz. Türk- İslamcı toplum yaratma modelinin artık çürümeye yüz tuttuğu günümüzde, Türkiye sanki yeni bir toplum tasavvur etmenin çıkmazını yaşıyor. Bu çıkmaz çok nadir de olsa kare aralıklarında kendisini gösteriyor. Bir Başkadır biraz böyle bir dizi. Türk-İslamcı toplum modeline onay veren geniş kitlelerde bir çözülme yaşanırken, günümüze kadar bunun karşısında duran laik kesime aslında tarihsel bir fırsat doğmuş durumda, ama bu kesimin bunun farkında olup olmadığı bile çok net değil.

Yüzü batıya dönük laik kesimde geleneksel olarak var olagelen kibir ve kendi geçmişini kusursuz ve en ideal görme tavrı bu tarihsel fırsatı değerlendirmesine önemli düzeyde engel oluşturmaktadır. Genel tavrı hep "Bu toplum adam olmaz", "Koyun olunca, çobanı elbet bulunur " ucuz bir bakış açısı dışına geçememektedir. Halbuki kendi eksikliğini ve mükemmel olmadığını görebilse daha rahat bir sürecin başlamasına pekâlâ önayak olabilir ve önüne çıkan bu tarihsel fırsatı değerlendirebilir. Batı’yı hararetle savunduğunu sık sık unutarak, Atatürk'ü Tanrı yerine koymaya devam ediyor, bütün delilleri ve şahitlerine rağmen Dersim Katliamını hâlâ görmek istemiyor. Kendi karşıtı olarak kodladığı İslamcı kesimi aşağılama dozajını yükselttikçe konuyu daha rahat kapatabileceğini sanıyor. Bu patetik tavır laiklik mahallesine geçmeyi isteyen İslamcı birilerinin yer bulmasına bile engel teşkil ediyor. Yeni gelene birde günah çıkarma seansı vermesini talep ediyor.

Bir Başkadır’ın Farkı

Dizideki baş karakterlerin hepsi de yer yer ön plana çıksalar da bunların içinde en gerçekçi olan ve dizinin başında da sonunda da kendini var eden Meryem karakteri çok önemli bir yer tutuyor. Yakın ve şimdiki zaman Türkiye'sinin çok farklı sınıf ve katmanlarını bir arada veren Bir Başkadır dizisi aslında herkese bir ölçü ayna tutuyor. Tutulan bu ayna daha çok neden farklı olan insanları şimdiye kadar yok saydığını veya reddettiği görmesini sağlamaya çalışıyor. Bu arada Bir Başkadır dizisi adındaki her harfin farklı karakter ve desende olması bile dizinin neyi amaçladığını daha dizi başlamadan seyirciye vermiş oluyor.

Dizinin geçtiği şehir İstanbul olsa da dizilerden bildiğimiz Boğaz, lüks apartmanlar, nezih deniz manzarası, temiz sokaklar ve hotellerin yer aldığı göz kamaştırıcı İstanbul’dan öte, daha gerçekçi, fakir semtleriyle, tesettürü ve tesettürsüz kadınların neredeyse merkezde olduğu ve içinde yaşadığı bir İstanbul. Dizide sadece alışık olduğumuz üst sınıfın lüks apartman daireleri yer almıyor, fakir veya dar gelirli ailelerin yaşadığı mekanlar çok sahici biçimde veriliyor; çay bardağından, çöp kutusuna, ocaktan, ocağın üstünde yer alan basit tencereye kadar gerçekçi şekilde verilerek alışık olduğumuz o yapaylıktan bizi kurtarıyor. Meryem karakteri de ayni minval üzerinden söylersek sadece konuşma tavrıyla değil, bütünlük arz eden vücut dili yürüyüşü ve mimikleriyle hayatımızda var olabilen tanıdık biri gibi.

Meryem derdini anlatmaya çalıştığında özellikle de erkekler tarafından susturulduğunu dizi boyunca görüyoruz. Susturulma karşısında Meryem küçük fısıldamalarla konuşasına devam etmesi de tepkiyle karşılanıyor. Fısıldamasına müdahale günümüz Türkiye’si için önemli sembolik bir anlam ifade ediyor gibi. Sadece abisi değil imam, terapist Peri de onu dinleyemiyor. Peri sözde Meryem'i dinliyor gibi görünse de aslında dinlemiyor. Çünkü kafasında Meryem'i cinsel ve romantik açlığı olan, "evde kalmış" biri kalıbına koymuş durumda.

Gülbin ve Ablası Türkiye'deki Kürt sorununa sembolize eden iki karakter olarak dizide yer alıyor. Bu karakterler adeta şehirde yaşayan Kürtlerin bir yansıması gibi. Gülbin herkesi anlamaya çalışan Kürt kimliğinden olumlu anlaşma karşılığında bazı tavizler vermeye yatkın siyasal bir kişilik. Buna karşılık ablası AKP'li bir Kürt gibi olarak da daha fazla Kürt kimliğini barındırıyor. Ama siyasallaşmış Kürdleri AKP gibi yok etmek isteyen öfkeli bir karakter. Gülbin, 90lı yıllarda annesinin karnına tekme atan iktidarla şu an iktidarda olan AKP aynı zihniyete olduğu kanısında, ablasıysa 90lı yılların iktidarının AKP olmadığından hareket eden bir karakter.

Sinan; beyaz Türk'ü temsilen eden biri olarak önemli özelliği, kimseyi dinlememesi ve kendi arzularını yaşamaya endekslenmiş bir kişilik. Bütün karakterler dizinin sonuna doğru kısmen birbiriyle iletişim kurmayı ve birbirilerini anlamayı deneseler de Sinan bunu yanaşmayan tek karakter olarak kalıyor.

Yasin, özünde iyi insan olarak görülse de sürekli kadınlara fiziksel olmasa da duygusal bir şiddet uygulayan bir karakter. Hayatta tek başardığı şey komando olmak. Bu mesleğinin daha sonra onun aile ve sosyal yapısında ne tür etkilere neden olduğunu görüyoruz. Yasin aslında dizide bir nevi post travmatik bir karakter olarak yer alıyor.

Basma kalıp laflarla durumu idare eden imam, az bir şey okuduğu üzerinden hakimiyet kurmaya çalışan Hilmi, lezbiyen ilişkisi ima edilen Hayrinüsa tiplemelerin de günümüzde karşılığı olan insanlar.

Sonuç

Kısaca dizideki karakterlere değindiğimiz Bir Başkadır dizisi üstüne bugünlerde çokça tartışılıyor. Bunun için yeterli sebep olduğu aşikâr.

Dizinin temel tezi; toplumun farklı kesimlerinin birbiriyle iletişim kuramadıkları, hatta yok saydıklarını vurgulamak. İletişim içinde olmayan toplum kesimlerinin birbirini dinlemelerinin mümkün olmadığı ve dolayısıyla da anlamalarının da mümkün olmadığına dayanıyor.

Dizi özellikle muhalif patilerin bize sunması gereken ama sunamadığı bir boşluğu ima ederek; 18 yıllık AKP iktidarının yarattığı boşluk, çaresizlik ve kanıksanmanın aşılması gerektiğini söylemek istiyor. Yeni bir Türkiye toplumu hayalini muhalif partiler veremiyor. HDP gibi bunu vermeye çalışanlar da, iktidarın ulusalcı ve devletçi reflekslerini kullanıp diğer muhalifleri de arkasına alarak ezmeye çalıştığından dolayı bu boşluk doldurulamıyor.

Bu dizi bize, bizim gibi olmayanlarla iletişim kurmanın önemini hatırlatıyor. Yüzleşmeyi ve karşı tarafı anlamayı beceren bir toplum veya siyasal hareket, yeni bir dünyanın mümkün olduğuna insanları inandırabilir.