Medyada bir süredir “İslamcılık” üzerine bir tartışma sürüyor. Bu tartışmaya geçmeden önce İslamcılık nedir sorusuna hızlı bir cevap verelim. 1990 yılında “Ayet ve Slogan: Türkiye’de İslami Oluşumlar” adlı kitabımı kaleme alırken imdadıma İsmail Kara’nın İslamcılık tanımı yetişmişti. 22 yıl sonra yine Kara’nın (kendisi artık profesör), “Türkiye’de İslâmcılık Düşüncesi” adlı müthiş başvuru kitabından istifade etmekte bir sakınca yok. Ona göre İslamcılık “XIX-XX. yüzyılda, İslâm’ı bir bütün olarak (inanç, ibadet, ahlâk, felsefe, siyaset, eğitim) yeniden hayata hâkim kılmak ve akılcı bir metodla Müslümanları, İslâm dünyasını batı sömürüsünden, zâlim ve müstebit yöneticilerden, esaretten, taklitten, hurafelerden kurtarmak, medenÓleştirmek, birleştirmek ve kalkındırmak uğruna yapılan aktivist ve eklektik yönleri baskın siyasî, fikrî ve ilmî çalışmaların, arayışların, teklif ve çözümlerin bütününü ihtiva eden bir hareket”tir.

İslamcılığın evrimi

Prof. Kara’nın İslamcılığın kapsama alanını alabildiğine geniş tutmasına şaşmamak lazım çünkü 19. yüzyıl sonlarından günümüze kadar İslam coğrafyasının her bir köşesinde kendilerini İslam’la tarif eden ama birbirine hiç benzemeyen, hatta kimi durumunda birbirleriyle kavgalı nice hareket ortaya çıktı. Başlangıçta marjinal görülen bu hareketlerin zaman içinde bulundukları toplumların en önde gelen akımları haline geldiklerini gördük. Bunlardan kimisi devrimle (İran), kimisi seçimle (Türkiye), kimisi halk hareketlerinin ardından gelen seçimlerle (Tunus, Mısır...) iktidara da geldi.

Sonuçta İslamcılık düşüncesi ve İslami hareket dendiğinde çok zengin ve dinamik bir tarihten söz ediyoruz.

Lakin yazının başında sözünü ettiğimiz ülkemizdeki son İslamcılık tartışması için aynı şeyi söylemek pek mümkün değil; hayli yavan ve ufuk açıcı olmayan bir polemikler toplamıyla karşı karşıya olduğumuz bile söylenebilir. Halbuki tartışmaya birbirlerinden farklı isimler katılıyor: Kimisi kendisini hâlâ İslamcı görüyor, kimisi İslamcılıkla bağını (yumuşak ya da sert, önemli değil) bir şekilde koparmış, kimilerininse İslamcılıkla hiç ilgisi olmamış ama bu hareketi anlamaya çalışıyor, hatta içlerinde Müslüman olmayan da var.

Prof. Hanioğlu’nun katkısı

Son İslamcılık tartışmasının, başından beri kısır olduğunu düşünüyor ama neden böyle düşündüğümü açıklamakta zorlanıyordum. Ta ki Pazar günü Sabah Gazetesi’nde Prof. Şükrü Hanioğlu’nun bu tartışma üzerine kaleme aldığı ikinci yazıyı okuyana kadar. Ülkemizin önde gelen siyaset tarihçilerinden olan Princeton Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Hanioğlu, İslamcılığın Osmanlı Devleti’nde geç organize olmasını esas olarak onun bir “devlet projesi” haline getirilmesi olduğunu söyleyip şöyle devam ediyor: “İslâmcılığın ‘din ü devlet’ temelinde bir ‘devlet projesi’ haline getirilmesi, hem ideolojinin çoğulcu bir ortamda ve açık tartışmayla oluşturulmasını önlüyor, hem de ‘devletin çıkarları’nın onun ufuk ve sınırlarını belirlemesi sonucunu doğuruyordu. Örneğin ‘İttihad-ı İslâm,’ Batı’da ‘Sarı Tehlike’nin yerini alan ‘Panislâmizm Tehdidi’ nedeniyle, bir ‘İslâmcılık’ projesinden ziyade, devletin Avrupa devletleriyle dış siyaset pazarlıkları yaparken kullandığı bir araç haline gelebiliyordu.”

Prof. Hanioğlu bana katılır mı, emin değilim ama yaklaşık 140 yıl sonra İslamcılığın yeniden bir “devlet projesi” haline geldiğini, getirildiğini; yani tıpkı II. Abdülhamit gibi Recep Tayyip Erdoğan’ın da Türkiye İslamcılığının ufuk ve sınırlarını “devletin çıkarları”na göre belirlediğini; bunun sonucunda İslamcı ideolojinin çoğulcu bir ortamda ve açık tartışmayla oluşmasının önlendiğini düşünüyorum.

Bu iddiamı hangi örneklere dayandırdığımıysa bir aksilik olmazsa bir sonraki yazıma bırakıyorum.