Ne kasetle tuzak kuranların dünyasında…

Ne kaset tuzağına düşenlerin aleminde…

Ne kaset yahut dört eş üstüne bilmiş bilmiş yorumlar yapanların evreninde “Cennet ülkenin ölü kadınlar cehennemi”ne pek bir yer var.

Olsa…

Bir irkilir insan.

 

***

 

Belki de normali bu.

40 bin ölüden akıl, vicdan, barış çıkaramayan…

Adına “kaza” denen arsızlık, muhakemesizlik, kafasızlık, merhametsizlik yarışında binlerce canı kolayca teslim eden…

Yıllardır oğlundan bir iz arayan 100 yaşındaki annenin evladının işkencede öldürüldüğünü henüz keşfeden…

Binlerce cesetsiz, mezarsız, akıbetsiz kaybının utancını derinden hissedemeyen…

De ki, ama terör, ama devlet, ama “düğün dernek” kurşunlarıyla minik çocuklarını sapır sapır vurabilen bir gezegendeyiz.

Belki de normali bu hakikaten.

Kadınların bu kadar çok öldürülmesinden asla irkilmemek!

 

***

 

Bianet “erkek cinayetleri”nin kadın maktullerini hem gazetecilik, hem insanlık namına izliyor sürekli.

Trafik didişmelerinden tribünlere, ilk akla gelen tezahüratın “ötekinin anası, karısı, bacısı, kızı” olduğu memlekette, esasında kendi anasını, karısını, bacısını, kızını şapadanak öldüren bir “erkeklik” müthiş!

Günde üç kadının öldürülmesine varan ortalama!

Üç kağıtçı olabilen, vergi kaçıran, başkasının hakkını gasp edebilen, kendi her haltı yiyebilen “kasetçi, kasetli, kasetsiz” erkekler dünyasının ahlâkı, namusu, yiğitliği, mertliği bu.

Tutsağı sandığı kadını; isterse anası, karısı, bacısı, kızı olsun, sırtında idam gömleği ve boynunda yağlı iple dolaşan bir mahkum bildiği kadını, gün geliyor infaz ediyor.

Sadece nefretten değil, “çok sevdiği için” de!

 

***

 

Kayserili Hakan mesela. 6 yıl önce kaçırmış Hülya’yı.

Cumartesi sabaha karşı içkili gelmiş eve. Bu zaten normal!

Sonra tartışma çıkmış. Aldatmakla suçlamış karısını. Bıçaklamış.

Fakat bakın, nasıl bir aşksa, nasıl bir kıskançlık, nasıl bir hınç, nasıl bir öfke, nasıl bir öldürme arzusu ise, 30 yerinden bıçaklamış!

6 yıl ya da 16. Cuma günü de İstanbul’da, eşinden boşanma isteyen kadına 16 yıllık kocasının biçtiği ceza, annesini öldürüp onu yaralamak.

Namus, töre, kıskançlık, intikam gibi yoğun erkek duygularının veya duygusuzluklarının öldürdüğü kadın sayısının bini bulduğu yıl var.

Bianet’in son aylık bilançosu 16 ölü, 13 yaralı!

Geçen yılın öldürülen kadın sayısı 200’ün üstünde.

 

***

 

Peki bu erkekler nerede öğrendi böyle kolayca öldürmeyi?

Nasıl bir aile, din, millet, aşiret, siyaset, yurttaşlık, askerlik, iş, okul kültürü onları böyle olmaktan caydıramadı yahut tam tersine teşvik etti?

Hepsi bir anadan doğduğu halde, kadınlara karşı ve kadınlar karşısında, nasıl bir sevgi, nefret, sıkışmışlık, ezilmişlik, aşağılık veya aşağılama, üstünlük duygusu; içlerinde, ruhlarında bir katil besledi?

O katil…

Anneye, eşe, kız kardeşe, evlada karşı nasıl kolayca çıkabiliyor ininden?

Bir bayramda elini öptüğüne, çocukken sarıldığına, bir bakışta sevdalandığına, bir düğün fotoğrafında sokulduğuna, bir beşikten uzanıp parmağını tutarak heyecandan titretene karşı nasıl canavara dönüşebiliyor?

 

***

 

Kendileri ve kimimiz şöyle zannediyoruz:

Bir anlık öfke!

Elbet bir sebebi var o an!

Oysa muhtemelen öyle değil.

Elbet sebebi var ama ne o haneden ibaret, ne o erkekle sınırlı.

Zihne, ruha, akla tahakküm eden; gelenek, görenek sanılan; doğal, normal, olağan bulunan ne kadar üstünlük, hükmetme, ezme biçimi varsa; aileden okula, işyerinden askeriyeye, cemaatten cemiyete, aşiretten siyasete, adaletten devlete…

Hepsi cinayetin suç ortağı!

Yoksa, bir irkilir insan…

İnsan bir irkilir!