Türkiye, “akademisyenler bildirisi” sebebiyle bir kez daha kapsamlı ve yaygın bir linç kampanyasının sahnesine dönüşmeye başladı. 1934 Trakya olaylarından 6-7 Eylül 1955 olaylarına, oradan Maraş, Çorum ve Sivas katliamlarına kadar uzanan bütün o “kanlı şiddet festival”lerini hatırlayanlar için devletin linç korosunu nasıl hazırladığını anlamak hiç de zor görünmüyor. Hrant Dink’in ve Tahir Elçi’nin nasıl katledildiklerine dair en sıcak bilgilerimiz ise bu tarihi acıların güncel hayatımızın içine nasıl taşındığını daha iyi teşhis etmemizi sağlayacak canlılıkta dersler içeriyor.

Tarihsel ve güncel tecrübelerimizden pek iyi biliyor olmalıyız: Öncelikle bu türdeki her olayda Devlet Reislerinin “kalk borusu”nu hatırlayalım. Medyanın şeytan taşlayarak “arınma” ayinlerini unutmayalım. Devletin “vazifeli kabadayıları”nın amigoluğuyla yükselen “hadi ne duruyorsunuz?” mesajlarını görmeden geçmeyelim. Bu arada, kitleleri yıkıcı bir pratiğe ikna etmekte kullanılanacak trajediler de zaten her zaman hazırdır. Veya hazırlatılır daima: Yaşanmamış/yaşanamamış hayatların acısını daha çok hissettiren, düşmanın öldürdüğü çocuk bedenleri ise iyice bilenen kitlelerin önlerine atılarak linç edilecek olanların ne kadar tehlikeli olduklarını, “vatana ihanet”lerini büyük bir haklılıkla kanıtlar hale getirilir.

İşte kitlelerin uğultular, homurtular içinde bütün yıkıcılıklarını kendileri de dahil olmak üzere bütün bir toplum karşısında harekete geçirdikleri “şiddet festivalleri” böyle yaratılıyor/yaratıldı. En azılısından 'normal' insanına kadar uzanan ve karşısında durulamayacak bir linç hevesinin geniş korosu böyle oluşturuluyor. Bireysel kinlerin, husumetlerin ve hesapların büyük kavgalara bulamaç yapıldığı böyle bir anda oluşan yıkıcı potansiyel daima iktidarların kendi hesaplarından kaçmasına fırsat vermiştir.

Dahası mı? Daha kötüsü, bırakın farklı söz söyleyenleri, aynı hizada durmayanların bile düşmanlaştırıldığı bir hezeyan ve histerinin başlaması ile kitlenin şiddeti kendi kendisine dönüyor. Kitlenin bizzat kendi kendini kemirmeye başladığı yer de burası. Beyaz’ın linç edilmesi girişimini hatırlamamak mümkün mü? Bundan da kötüsünü söyleyelim; Hakimler, savcılar ve hukukçuların bütün bu akıl tutulmasına dahil olarak linç sürecindeki toplumsal zincirin kimse kalmamacasına tamamlanması. 6-7 Eylül olaylarından sonra Aziz Nesin’lerin gözaltına alınmalarını ve sorgulanmalarını hatırlayalım.

Hatırlayacak çok şey var. Bugünler geçer. Ama geçmiş bütün o linç tecrübelerimizden bildiğimiz bir şey daha var ki tüm bu süreçlerin içinde yer alanlar için geriye utanç kalır…

Utanacağınız şeyleri yapmayın… Bırakın Devlet Reisleri başkalarından hesap almak yerine kendi hesaplarını versinler… Bırakın kabadayılar kendi kanlarında boğulsunlar…