bundan tam üç yıl evvel, ayağım kırıldığı için adli tatile çıkmayan istanbullu bir avukat olarak fizik tedavi merkezine giderken , o günlerde şehir dışında bulunan sevdiğim bir avukat arkadaşım beni aradı.. tam kabataş’ta ada vapurundan inmiştim.. eski bir tanıdığının havalimanında gözaltına alındığını, tatilde olduğunu birkaç gün sonra buraya geleceğini söyleyip ilgilenmemi rica etti.. ben de elbette dedim..

açtığım telefonlardan gözaltına alınan şahsın, vatan emniyet müdürlüğünde bulunan terörle mücadele şubesi’nde olduğunu öğrendim.. oraya gittiğimde şubenin kapısında türkiye’de yaşayan bir başka arkadaşı beni bekliyordu… yıllar sonra ülkesine gelen eski dostunu karşılamaya havalimanına gitmiş ve sınır polisi ona sarılma olanağını elinden almıştı…

şubede şahsı mahkemeye göndereceklerini söylediler, ne olduğundan haberimiz hala yoktu.. ben de kırık ayağımla gidebildiğim kadar hızlı bir şekilde o zaman beşiktaş’ta bulunan ağır ceza mahkemelerine doğru yola çıktım..

malum şahsın istanbul 10. ağır ceza mahkemesinin nöbetçi hakimi önüne çıkarılacağını haber alınca üçüncü katta bulunan hakim odasına çıktım; koridorda iki sivil polisin arasında küçük boylu sessizce duran elinde yarısı bitmiş pet şişedeki suyunu tutan gözlüklü küçücük bir adam gördüm.. polisler bu kadar zayıf ve pejmürde olamayacaklarına göre malum şahıs buydu, yanına gittim ve adını sordum malum şahıs isme büründü.. doğan akhanlı…

avukatlığını yapacağımı söyledim , sessizlikle ses arası bir arafta peki dedi.. bu kadar.. dosyası ile ilgili o da bi şey bilmiyordu.. neden orada olduğunu da.. yirmi yıl sonra geldiği istanbul havalimanında alınmıştı ve sessizliğine saygı duyularak sanki kendisine de hiçbir açıklama yapılmamıştı..

ve sonra; hakimle konuşmaya girdim, doğan’ın avukatı olduğumu söyledim, artık malum şahıs değildi.. dosyasını sorgudan evvel görmek istediğimi söyledim.. bana iki kat aşağıda bulunan kaleme inip dosyaya bakmam için 5 dakika süre verdi -gerçek bu edebiyata kaçmıyorum-

elimde koltuk değneğim sarılı ayağımla iki dakikalık süre içinde aşağıya ancak inebildim, asansörü bekleyemedim.. ve kalemde önüme koskocaman bir klasör koydular.. o soğuk suratlı yıpranmış, yarısı dökülmüş nem kokan, arşivden çıkarıldığı belli malum klasörlerden….

en alt sayfadan bakmaya başladım dosyaya, kedi merakım bir yandan, yetiştirme telaşım bir yandan en sevdiğim iş ceza dosyalarına bakmak benim bu meslekte.. ah ki içindeki isimler gerçek olmasa, bir sınav sorusu olsa olaylar ne zevkli olurdu..

evet doğan korkunç bir cinayet iddiası ile gözaltına alınmış.. yukarıdaki malum şahsı düşündüm, dosyadaki iddiaya baktım, hadi lan dedim gülümsedim.. ama orada hal ciddiydi her şeyden evvel olağanüstü yetkili bir ağır ceza mahkemesindeydik ve yaz sıcağında hakim nöbetinden sıkılmıştı.. her şey aleyhimize görünüyordu.. bu işi biraz biliyorsam doğan tutuklanacaktı…

sorguya girdik, ben boş bulunup, çok kişiselleştirerek meseleyi ‘müvekkilimin bu suçu işlemesi mümkün değildir‘ dedim –malum şahıs sonraki yıllarda gülümseyerek hep bunu anlattı bana-.. doğan tutuklandı, orada asıl adının erdoğan akhanlı olduğunu da öğrendim bu arada..

ertesi gün metris cezaevine gidene kadar da malum şahısla başka bir şey konuşmadım, hala ete kemiğe bürünmüş değildi.. yarım şişe suyu, dağınık saçları ve kuş gözü gibi bakan cin gözleri dışında adını öğrenmem haricinde malum şahısla ilgili hiçbir şey bilmiyordum hala..

ve ertesi gün metris, hayat hikayesi, adaletsiz tutuklama.. üzerine ihale edilmiş, haberi bile olmayan bir cinayet , soygun olayı..

ve tekirdağ cezaevi , dört ay süren tutukluluk, her hafta yanına yapılan ziyaretlerimiz.. cezaevine girdikten sonra tanıdığım bir insan, kitaplarını okumam, hakkında bilgi sahibi olmak için daha iyi yol bulamadığım o şahıs.. dosyadaki adıyla erdoğan akhanlı , tanınan ve herkesin bildiği adıyla doğan akhanlı.. -doğan kod adı diye geçiyor iddianamede tabi, kod adıyla hitab ettiğimiz için belki de tümümüz o örgüte üyeyiz kim bilir-

duruşma gününü aralık ayına verdiler, doğan’ı tutukladılar , tekirdağ cezaevine koydular.. ülkeden gittiğinde ne ise geldiğinde de aynı işkenceye maruz bırakarak.. bu ülke yine ona layıkın bu diyerek koynuna aldı onu..

dışarıda kopan kıyametler, almanya’daki dostları, onu tanıyanlar. masumiyetinden emin olanlar, basın, mahkemelere verdiğimiz dilekçeler.. inatçı avukatının -ben değil tabi- çabası, ısrarı.. yok mahkemeden ses çıkmıyor bırakmıyorlar.. 8 aralık 2010 tarihine duruşma verildi, o tarihten evvel çıkarmaya çalışıyoruz.. yok.. öldürülen kuyumcunun oğulları mahkemeye gidip dilekçe veriyorlar, bu adam babamızı öldüren adam değil diyorlar.. babaları ölmüş, öldürülmüş, koskocaman iki tane adam avukatları ile gidip mahkemeye bu adam katil değil, katili bulun diye dilekçe veriyorlar.. mahkeme yine çıkarmıyor.. duruşma gününü bekleyeceğiz çare yok..

ve kasım ayı, adadayım, çay bahçesinde oturuyorum.. bir telefon.. doğan’ın yirmi yıl sonra bu ülkeye gelme sebebi babası; oğlunu daha fazla bekleyememiş, ölmüş.. arayan kimdi hatırlamıyorum, sadece cezaevi müdürünü arıyorum; gazete vermeyin doğan’a hafta sonu diyorum.. pazartesi günü geleceğiz oraya , iki gün gazete vermeyin haberi oradan görmesin diyorum.. tamam diyor, anlayışla karşılıyor..

pazartesi avukatı ve eski arkadaşı yanına gidiyor, ama öğrenmiş fark ediyor.. diğer hücrelerden haberi görmüşler haberdar etmişler doğan’ı da..

‘doğan kafesteki kuş gibiydi ilk kez’ diye duyuyorum sonradan.. çaresiz kalmış, ama öfkesi kırgınlığı bilenmiş..

iki gün sonra ben gidiyorum, doğan mahkemede konuşmayacağım artık diyor, sonsuz susma kararı aldım diyor, ne dersin diye soruyor.. ona sus konuşma bence de diyorum.. sus diyorum, onun gibi düşünüyorum, hissediyorum.. profesyonelliğimi kaybetmişim artık.. empati kuruyorum, konuşma bence de ne diyeceksin diyorum..

ve 8 aralık günü; akşamdan duruşmaya hazırlanmışım, bir gün evvel davaya gireceğimiz üç avukat çalışmışız, gerginiz bir sürü insan gelmiş ülkenin ve dünyanın her yanından doğan’a özgürlük istiyorlar..

heyecanlıyım, yanlış bir şey demesek, her şey yolunda gitse doğan tahliye olsa.. uyumuşum öyle.. sabah saat altı evden çıkmama on dakka var, telefonum çalıyor.. kardeşim.. onun adı da doğan.. açıyorum ve ona ‘babam mı öldü ‘ diye soruyorum ‘evet’ diyor.. bu kadar…babam ölmüş.. sabaha karşı beni aramamışlar gece geçemem diye, sabahı beklemişler.. ben gelemem duruşmam var doğan’ın da babası öldü diyorum.. vapura biniyorum, sürekli bir gülme hali var üzerimde ne olduğunu anlamıyorum.. büroya gidiyorum duruşmaya çok var, katılacağım karar vermişim, onun da babası öldü… iki avukat arkadaşım geliyor büroya bana bira alın diyorum.. üç tane bira içiyorum iki tane zanax alıyorum, atağımı denetlemeye çalışıyorum.. gireceğim duruşmaya diyorum.. avukat arkadaşımın teli kapalı ulaşamıyorum saat 11’e doğru beni arıyor üzgün, gir duruşmaya diyor o da .. öfkesi de üzgünlüğü de benim kadar fark ediyorum..

beşiktaş’a gidiyorum onlarca insan doldurmuş oraları duruşmaya gireceğiz.. ne olup bittiğini çok az hatırlıyorum, salondayız.. bir yandan telefonlarım çalıyor, cenaze arabası istanbul’dan ayrılmak üzere yetişmem isteniyor.. doğan duruşmada konuşmuyor, suskunluk kararını içeren mektubu avukat arkadaşımız okuyor… doğan susuyor.. ben dışarıya çıkıyorum.. tanıklar, öldürülen kuyumcunun oğulları ve avukatları konuşuyor.. babamızı öldüren ve dükkanımızı soyan bu şahıs değildi diyorlar, eminiz diyorlar, bize o zaman teşhis bile yaptırılmadı diyorlar.. savcı onları sıkıştırıyor, mağdur değil de sanıkmış gibi iki yetim adamı sıkıştırıyor, avukatlarına çıkışıyor.. bize karşı nazikler, tanıkları sıkıştırıyorlar.. ben dışarı çıkıyorum, mahkeme davaya ara vermiş.. ben cenazeye yetişmek üzere oradan acele ile ayrılıyorum..

babamın cenazesi için şehirlerarası yoldayım.. akşama doğan’ın almanyalı avukatı beni arıyor, tahliye diyor.. cenaze otobüsünde herkes ağlarken ben doğan tahliye olmuş diye çığlık atıyorum.. onun da babası öldü diyorum, herkes seviniyor.. kardeşim doğan da seviniyor…

doğan yine gözaltına alınıyor, sabiha gökçen’den almanya’ya dönerken, buradan çıkamazsın biz seni yeşilköy’den deport edeceğiz diye alıyorlar, para verip yeni bilet alıyoruz, başka havalimanından doğan’ı ikinci ülkesine gönderiyoruz..

ve doğan beraat ediyor.. olması gerektiği gibi.. savcı temyiz ediyor.. ama biz artık kararın son derece gerçeğe ve hukuka uygun olmasından dolayı rahatız.. sürpriz beklemiyoruz.. doğan ülkesiyle barışıyor, türkiye’ye gelip gitmeye başlıyor.. türkçe düşünmeye başlıyor, babasının mezarına gitmeye başlıyor..

ve bir gün yargıtay’ın dosyayı bozduğunu öğreniyoruz tekrar.. beraat ettirmeyin diyor.. suçu işlediğini varsaymalıydınız diyor, şüpheden sanık yararlanmaz diyor.. babası öldürülen iki kardeşin ifadelerine ve teşhislerine itibar edilemez diyor.. korkudan böyle yapmışlardır, karşılarında örgüt yar diyor.... hangi örgüt bilmiyoruz, babası öldürülen iki yetimin neden olmayan bir örgütten korkacağını da bilmiyoruz..


yargıtay’ın; doğanın 1985 yılında üyesi olmaktan yargılandığı o zamanki adı tdkp olan örgütü, suça konu eylemi gerçekleştirdiği iddia olunan thkp-c/hkg örgütü ile aynı örgüt sandığını fark ediyoruz.. o örgütten üyeliği sabitken onun adına eylem yapmış olması mümkündür , neden tartışıyorsunuz, neden şüpheden sanık yararlansın ki diyor… oysa o örgüt 1985 yılında ortada bile yokmuş, tüm emniyet müdürlüğü raporları böyle diyor.. kaldı ki doğan zaten o örgütle hiç bağı olmamış biri.. ama yargıtay uzmanlık gerektiren sol örgütler dersini çalışmamış, iki örgütü karıştırıyor.. ve doğan’ı yargılandığı zaman ortada bile olmayan bir örgüte üye yapmış ve şüpheden yararlandırtmıyor, o örgüte üyeyse o cinayeti işlemiştir diyor.. yazık ki dosyayı okumadıklarını anlıyoruz.. yazık ki yine bir kuyuya taş atılmış bulunuyor ve yazık ki doğan akhanlı yine müebbet talebi ile yargılanacak..

biz yine mahkemeye gideceğiz ve malum şahsın o malum şahıs olmadığını anlatmaya çalışacağız.. doğan’ı beraat ettiren kararınız doğruydu diyeceğiz.. doğan yine yurdundan uzağa atılmış bir halde bizi izleyecek.. ülkesine dönebilmek için hakkı olan adaleti isteyerek..

biz de tabi..