Vera, baban gerçeğin içerisinde ve de ötesinde çok planlar kurdu aklında, kurduklarını kağıtlara döktü, kağıtlardan şehirlere süzüldü aklındakiler. Daha ötesini de yaptı. Senin ve kardeşlerinin tırmanacağınız ağaçlarınız olsun, olanlar da kurutulmasın, öldürülmesin istedi. Ve hatta daha daha ileri giderek o ağaçlar zulmün elinde sopa olmasın, adaletsizliğin terazisi bozuk elinde karar tokmağı olmasın, nereye oturduğu önemsiz bedenlerin çökeceği koltuk olmasın istedi o ağaçlar. O ağaçların kardeşi olan ağaçların katliyle üretilen koltuğa çöken, yapılmış masaya dirsek dayayan, dalları kırılmış ağaçlardan yapılmış kağıtlara yazılan kararlar… İşte bunu istemedi baban ve arkadaşları Vera. Oturdukları oturak, yazdıkları kalem, kalemin üzerinde dolaştığı kağıt, sırat köprüsüne yol olacak dosyaları ve hepsinin üzerinde yattığı masaları o ağaçtandı Vera. Oysa o ağaçta böylesi uğursuz bir işin aracı olmayı tasarlayarak, bu bereketli topraklar altına kök salmamıştı. Baban da, senin yeryüzüne ilk merhaba deyişine tanıklığında, seninle Çağlayan Adliyesi’nde öylesi bir vedalaşmayı asla planlamamıştı. Çok sokaklar, caddeler, yollar planlamıştı belki ama böylesi bir yolculuk hesapta yoktu. Tasarlanmamıştı ki; plana, projeye dönüşsündü.

vera

ÇAĞLAYAN ADLİYESİ’NDE, “ÖTELERİN ÇOCUĞU” OLMAK

Nefretin çatal dili dur-duraksızdı ve susmuyordu. Yeşile, hayata öfkeli; ölüme ve zulme öylesi programlı bir genetik yapı ki; “Temsili olarak koltuğuna oturttuğu çocuğa sunduğu seçenekte; ‘Asarsın-kesersin’ diyor. Asmak, kesmek, yakmak, yok etmek, zindana atmak, kötülük yapmak en büyük hünerleri. Büyüyünce dizelerinden ağaçlara sarkaçlar yapacağın şair; “Sana düşman, bana düşman, düşünen insana düşman…” demiş. Bu aralar onlar en çok da; babana düşman. Babanın güneşin sofrasında buluştuğu arkadaşlarına düşman. Ağaç ve çocuk çok yakışır birbirine oldum olası Vera. Çocuğa dallarını, yapraklarını açmış ağaç ve ağaca kollarını açmış çocuk. Bu uyum bozulmasın istedi baban biraz da. Resmin bir yarısı, öbür yarısından koparılmasındı, hayatın çerçevesi kırılmasındı yani.

Aslında o resim bugün yapılmadı. Büyüyünce okumalara doyamayacağını sandığım bir Cevat Şakir Kabaağaçlı amcan vardır. Namı diğer Halikarnas Balıkçısı. Bodrum’da o sözünü ettiğim resme muhteşem bir kalem dokunuşunda bulunmuş. “Ötelerin Çocuğunu” yazmış. Ötelerin Çocuğu 66 yıl önce Bodrum’da bir balıkçı teknesinde yazılırken, senin de minik düşlerinin gölgesini düşürmüş kitaba adeta.

Balıkçı buralarda senin dizelerden oluşturduğun sarkaçları asabilmen için, muhteşem ağaçlar dikmiş. Bodrum’a rant için saldıran hayatın düşmanları o ağaçları da kesmek istediler. Ama; “Hayır. Daha Vera o okaliptuslara, palmiyelere, mimozalara dizelerden sarkaçlar asacak. Ötelerin Çocuğu Vera o ağaçlara can suyu vermeye devam edecek” dedik. Babanı bugün mahpusta tutan ağaca, yeşile, hayata düşmanlığın; Halikarnas topraklarına zehirini akıtmasına kısmen engel olduk. Ötelerin Çocuğu olmanın ağırlığını, 66 yıl sonra Çağlayan Adliyesi’nde, Vera’nın taşıyacağını tasarlamış mıydı Balıkçı bilinmez… Bunları Bodrum Nazım Hikmet Sokak’ta, Cevat Şakir’in okaliptusu altında Meriç annen, Tayfun baban ve sen o doyumsuz buluşmada konuşacaksınız elbette…

 

EN BÜYÜK ZULÜMLERİ ÇOCUKLARADIR

Hayatı çekinerek yaşamayanların mahpusluğu kanıksanır oldu bu aziz vatanda Vera. Senin baban, benimse yoldaşım; “Başını belaya sokacaksın” uyarısını kaç kez duydu acep? Üstelik de dost uyarısı olarak. Sevdaysa, belası da olacak elbet güzel yüreklim. Baban memleket dağlarının doruklarına tırmanmış beyaz bulutlara, denizindeki balığın puluna ayın şavk düşürmesine, Toroslar’daki meli kekliğin ötüşüne, Anzer yaylasındaki arının vızıltısına vuruldu bir kez. Babanın suç ortağı Çiğdem ablan da aynı dertten muzdaripti. Ona da; “Gezi’nin filmini çektin” demişler. O da soruyor: “Öyleyse film nerede?” Anlayacağın, daha doğrusu anlayamayacağın durumlar. Memlekette film içinde film; hiç bu denli pervasızca senaryolaştırılıp, kara perdeye düşürülmemişti. O kara perde de düşecek elbette ve hayatın sen kokulu, sen gülüşlü, sen aklığındaki filmi çekilecek. O filmde çocuklar; babalarına adliye koridorlarında sarılmayacak, mapushane görüş kabinlerinde buluşmayacak. Başka çocukların baba kucağında oluşuna, el ele duruşuna iç çekerek, özlemle bakmayacak. Hırsıza, sevdasıza, karanlık tüccarlığına, güç soytarılığına eyvallah etmemenin erdeme yazıldığı zamanların eşiğinden geçerken; en büyük zulmü sana ve kardeşlerine yaptıklarını bilmez miyiz güzel yüreklim?

 

HİÇ AŞIK OLMAMIŞ, İSKELET+ET TOPLAMI

Güzel çocuk, sizleri vicdanları en kurumuş halde de bize karşı kullandılar. Onat ağabeyin sen yaşlarında iken, kapıyı çaldıklarında evde sadece ikimiz vardık. Resmi kıyafetliler, resmi arabalarına bindirdiler. Mahallede, annesinin işyeri mahallinde şeref(siz…) turları attılar. Yani hem Onat ağabeyine, hem bana yaşattılar bu zulmü. Bu arada aleme de; “Onun gibi yapmayın. Gördüğünüz kaderi yaşarsınız” fotoğrafı verdiler. Baban ve arkadaşları hiç yüksünmezler kendilerine yapılanlardan. Ama hani, sizin o uçurtmanızın vuruluşu var ya Vera! En derin acı o an, uçurtmanın pike yapa yapa toprağa düşüş anıdır. Dert etme be Vera; baban zindandan çıkınca daha rengarenk olanını, kuyruğu daha uzun olanını, bulutlara karışırcasına yükselenini yapacak. Sen de o muhteşem uğraşta, o acemiye uçurtmanın kasnağından tutarak yardım edeceksin. Gene unutma kasnaktaki ayar önemlidir. O ayarı kaçırırsan; güneş altında maviliklere neşeyle kuyruk sallayamaz. Bizim uçurtmalarımızın ipleri hep sizlerin minik ellerindeydi. O nedenle onların bataklığına saplanmadık hiçbir daim. Sizin için selamladık ilk ışıltısında doğan günü, mehtaplı gecelerdeyse yıldızları. O nedenle alçalmak nedir, bilemedik. Uçurtmamızın ipini sizlerin ellerinden alamadıklarından olsa gerek; Zulümlerindeki ölçüsüzlük ya da yaşamları boyunca kendi çocuklarını kucaklarken tek bir karelerinin olmayışı. Evlatları da çok talihsiz elbet. O çocukların pek günahı yok Vera. Sizler denli şanslı değil, o garipler. Babacım, babacım deyişlerinde dahi; tiranım, tiranım inlemesi hakim. Büyüdüğünde ve duyduğunda; “Hadi canım, o kadar da değil” tepkisi verebileceğin bir insansızlıkdır bunları yaşatan. Şöyle ki; En önemli günde, en çocuğa, en önemsediklerini (Koltuklarını yani) ya kalkmazsa tedirginliği ile verirlerken; “Yetki sende; ister as, ister kes” diyebilecek denli bilinçaltı ve ruhu kirli bir aymazlıktalar. Vera; onlara kötücül işler başkanlığı verilmiş. O yüzdendir; hayata yasak koymaları, sevdayı çarmıha germeleri, çocuk düşlerine balçık atmaları. Tabi büyüdüğünde; “böylesi bir tür yaşamış mı, bunlar da yaşanmış mı” şaşkınlığı içerisinde olacaksın belki de. Sokak kedisine iki yudum süt vermemiş, saksıdaki çiçeğe bir bardak su dökmemiş, martılara üç lokma simit atmamış, güvercinlere şehrin meydanında buğday serpmemiş, daha daha kötüsü hiç aşık olmamış iskelet+et toplamından hayata dair iyi bir beklenti ne mümkün elbette Vera.

 

VERA, DEVLET DERSİNDEN, YILDIZLI PEKİYİ ALMANIN ADIDIR

Vera, bir başka hikaye vardı aslında Çağlayan adliye koridorlarında yazılan. O yazılan çizilenleri, tarihe utanç vesikası olarak düşecekleri bir kalemde geçtiğimizde asıl mesele açığa çok net çıkıyor. Koca Gezi’nin, devlet rakamı ile 10 milyon yüreğin içerisinden geçtiği sürecin tüm yükü senin minik omuzlarına yüklenmeye çalışıldı. Ama inanılmaz bir ders verdin. Hepimize… Sadece ders değil, umudu da yeniden yeşerttin o en karanlık zamanda. Tayfun’un iki yanağına kondurduğun iki sevgi öpücüğü onları çıldırtan iki tokat oldu. O iki tokatın sesi, daha baban varmadan Silivri zindanından duyuldu. Devlet dersinin daha başında yıldızlı pekiyi ile diplomanı aldın Vera. Gururumuz, sevmelere doyamadığımız pıtırcığımız, tükenmez umudumuz, yanaklarımızdan süzülenimiz, bakmalara kıyamadığımız oldun. Ama dimdikte durdun. Zalimin görmek istediği bir yıkılmışlık asla uğramadı 25 Nisan’da, Çağlayan Adliyesi koridoruna.

 

SAAT: “MUHTEŞEM KAVUŞMAYA BEŞ VAR”          

Tayfun’un iki yanağına kondurduğun, yer yüzünün en sıcak iki öpücüğünü eğer boşa çıkarırsak; asla bizi affetme Vera. Kral sofralarının, kemik yalayıcılarını affedersek de bizi affetme Vera. Onlar zalimin zulmüne kuyruk sallıyordu. Bizim uçurtmamız ise gökyüzünün sonsuz maviliklerine. Dengesini senin kurduğun o uçurtmaya bulutlar üzerinde pike yaptıramazsak da, bizi affetme Vera. Çağlayan Adliyesi’nde kesintiye uğrayan o muhteşem kucaklaşmanızı, sonsuza taşıyamazsak bizi affetme Vera. Meriç annene de ilet Vera: “Sizden çalınanları geri almazsak”, o da bizleri hiçbir şekilde affetmesin. Bizleri hayat arkadaşının, yoldaşı bellemesin. Bizler dışarıda yokluğunu hissettirirsek, Tayfun da bizleri affetmesin. Baban, Çağlayan Adliyesi malum salonunda; “Gezi’yi savunmak bize düştüyse bu bir gururdur” demişti. Babanın arkadaşları da; onunla gurur duruyor. Ama laf aramızda Vera: Seninle biraz daha fazla gurur duyuyoruz. Babana sevgimiz sonsuz elbet, ama sana biraz daha fazla sonsuz gibi. Ne yapalım alışacak o da dışarı çıktığında. Artık farklı ve ondan hep bir adım önde bir Vera’sı olacak yaşamında. O Vera ki; tüm yeryüzü zalimlerini bir araya getirsen, tek bir bakışı ile… O minik bedeninde taşıdığın, dünyalara sığmaz yüreğindeki tek bir atışı boşa çıkarırsak bizi affetme Vera. Onun adını sadece Gezi’ye değil, tanrıça Themis’in elindeki terazinin en tepesine yazmaz isek ve o muhteşem buluşmanızı tez zamanda gerçekleştirmez isek, Tayfun da bizi affetmesin Vera. Ama gene öncelik sende prenses. O gün; öncelikle sen, asla affetme bizi Vera. İzninle Vera. Saat; muhteşem kavuşmaya beş varı gösteriyor. Görüşmek, buluşmak üzere…