“Faşizm, konuşma yasağı değil, söyleme mecburiyetidir.”

Roland Barthes

 


Başbakan Erdoğan 2005’te, Diyarbakır’daki meşhur, dillere destan konuşmasının bir bölümünde, “Büyük devlet, kendisi ile yüzleşerek, hatalarını ve günahlarını masaya yatırarak, bu hata ve günahlardan ders çıkaran devlettir,” demişti.

 

Sayın Başbakan’ın Diyarbakır konuşmasına bakıp, bugünü düşündüğümüzde, '75 milyon nüfuslu ülkenin bu devleti, tüm ideolojik aygıtlarıyla, geri zekalı mı, yoksa ölü sevdalısı mı?' diye düşünmeden edemiyor insan.

 

Dersine çalışmayan tembel öğrenciler gibi sürekli aynı hataları tekrarlayan bir devlet geleneği var memlekette.

 

Bu devlet geleneğinin sürekli aynı hataları tekrarlaması, devleti yönetenlerin akli dengelerindeki sorunlardan mı yoksa ideolojik yapılarından mı kaynaklı diye düşünüldüğünde, -şüphesiz ikinci şık ağır basacaktır.

 

İnsanların 21. yy'da hala bazı haksızlıkları protesto etmek için bedenlerini ölüme yatırmaları, o ülkeyi yönetenler için utanç verici bir tablodur.

 

'Anadilde eğitim, anadilde savunma ve tecridin kaldırılması' gibi insani taleplerin karşılanmaması nedeniyle siyasi tutukluların ölüm orucuna başlaması, ülkenin demokrasiden ne kadar uzakta olduğunun fotoğrafıdır.

Bu, faşizmi 'ileri demokrasi' diye halka yutturmaya çalışan siyasi iktidara verilen bir cevaptır.

 

İnsanlar cezaevlerinde gün be gün erirken, hükümetten henüz tatmin edici hiçbir açıklama gelmedi.

 

Oysa İmralı’dan gelecek bir haberle mahkûmlar ölüm olmadan açlık grevine son verebilirler. “Gerekirse İmralı ile yine görüşmeler başlayabilir,” diyen Başbakan'ın açlık grevi eylemcilerinin taleplerini duymazdan gelmesi ikiyüzlü bir tutumdur.

 

Tutsakların sağlıklarını ve yaşam haklarını korumakla yükümlü olan devletin, Kürt tutsakların en insani ve demokratik talepleri karşısındaki tavrı devletin ne kadar yozlaştığının bir göstergesidir.

 

1996 ve 2000 yıllarındaki ölüm oruçları eylemlerinde yaşananlar hala bir utanç tablosu olarak önümüzde dururken, hükümetin bu konuda herhangi bir önlem almak dahi bir yana dursun, ölüm orucundaki siyasi tutsaklara kötü muamelede bulunması, onun cezaevlerindeki muhalefeti dahi hazmedememesinden kaynaklanmaktadır.

 

Siyasi operasyonlarla Kürt muhalefetini cezaevine dolduran, kendilerine yöneltilmiş bir eleştiri yazısına dahi tahammül edemeyen hükümet, bugün de Kürt muhalefetinin içerde ölmesini ya da kendilerine muhalefet edemeyecek derecede sakat kalmalarını beklemektedir.

 

Oysaki cezaevinde meydana gelecek ölümler Kürt ve Türk halklarının birlikte yaşama iradelerini kıracak, savaşı daha da derinleştirecektir.

 

Bunun uzun vadede hükümete de bir getirisi olmayacaktır. Ancak tüm siyasi hesaplarını Çankaya’ya göre ayarlamış Başbakan, sanırım bunu anlayabilecek durumda değildir.

 

Bugün bayram. Hükümet bu sefer de tutsakların taleplerini bayram tatili nedeniyle geri çevirdi.

 

Ülkenin bir yanında insanlar kurban keserken, bir yanında ise insanlar evlatlarının kurban edilişini önlemek için direnmektedir.

 

Devlet tüm ideolojik dezenformasyon araçlarıyla bu tabloyu gizlemeye çalışmakta; basını,  Cumhuriyet yürüyüşünün yasaklanması gibi yapmacık konulara kanalize olmak mecburiyetinde bırakmaktadır.

 

Böylesi bir durumda, insani olan tavır, eylemcilerin eylem yöntemlerini eleştirmekten değil, hiçbir Kürt gencinin cezaevinde açlıktan ölmesine ya da sakat kalmasına izleyici olmamaktan geçmektedir.

 

Yurtsever tavır, ülkeyi, geçmişte örneklerine çokça rastladığımız utanç tablolarına bir yenisini eklememek için direnmekten geçmektedir.

 

Not: Demokrat Haber’de 20 Haziran 2012 tarihinde yazmış olduğum “Uludere Urfa’ya Hiç Uzak Değil” isimli yazım nedeniyle Konya Cumhuriyet Başsavcılığı’nın hakkımda “örgüt propagandası” gerekçesiyle soruşturma açtığını öğrendim. Gazetecileri Koruma Komitesi'nin (CPJ) Türkiye'deki basın özgürlüğü ile ilgili kaleme aldığı rapora palavra diyen Radikal Gazetesi  yazarı Akif Beki’ye saygı ile duyurulur.