Bir haftadır Türkiye %8.2’lik büyümeyi konuşuyor. Öyle bir rakamsal güzellemeye gidildi ki gazetelerde Van depreminde çocukların psikolojilerini değiştireceği ve depremi atlatacaklarını uman sivil toplum örgütlerinin çocukların alnına 7.2 yazması gibi 8.2’lik büyüme de üstümüze yapıştı.

Çin’in ardından dünyada büyüme oranında ikinci sırada şimdi Türkiye. Peki neden kendimizi daha iyi hissetmiyoruz?

Siz hissediyor musunuz?

Ben pek hissetmiyorum…

 

Birçok köşe yazarı bu konuyu kaleme alıyor günlerdir. Bir orasından bir burasından tutuyor. Kimileri de başarının sarhoşluğunu manşetlerine aktarıyor.

 

Açıklanan verilerde en ilginç durum bence İspanya, Almanya, Fransa’nın Euro bölgesinden kendisini ayırması. Euro bölgesindeki büyüme 1-9 olarak görülürken Fransa ve Almanya’daki büyüme oranlarının çok farklı olduğunu görüyoruz.

Avrupa Birliği’nin euro bölgesinde temizliğe gitmek isteyen Almanya ve Fransa Cumhurbaşkanlarının planlarının bir parçası olarak Euro bölgesinin ayrışmasını görebiliyoruz. Bir yandan da bu iki ülkenin kendilerine yeni sömürgeler yaratma isteğini de görmek mümkün bu istatistiklerde.

Yine de bir şeyi görmezden geliyoruz. Bu ülkeler krize giriyorlar ancak yine de benliklerinden bir şey kaybetmiyorlar. Biz ise büyüme göstermemize rağmen her geçen gün benliğimizden, bu coğrafyanın bize verdiği kimliklerden uzaklaşıyoruz.

Kültürel mirasımızı gün geçtikçe daha hoyrat ve umursamazca kullanıp bir köşeye atıyoruz. Ama olsun büyüyoruz ya! Bunları görmezden gelebiliyoruz.

Fransa’da yılda bir kez açılan tiyatrolar var. Sadece tarihi oldukları için korunuyorlar.

Belçika’da yılda bir kez film gösterimi yapan sinemalar var kültürel miras olduklarından.

Tüm bu Avrupa ülkeleri kültür ve miras kavramları üzerine inşa ettikleri özgüvenlerinden asla taviz vermeden ekonomik büyümeden vazgeçebiliyor ama bir yandan da kendi ekonomilerinde bir sabit çizgi tutturabiliyorlar.

Belçika iki yıldır hükümetsiz yönetiliyordu. Nihayet geçen hafta hükümet kurulabildi. Ama yine de ayakta. Türkiye’nin bir yıllığına bile hükümetsiz kaldığını düşünebiliyor musunuz? Hangi bakanlık iş görebilir hangi bürokratik kurum varlığını sürdürebilir acaba?

Batılılar tarihi sinemalarını alış veriş merkezleri olsun diye kapitalizme satmıyor. Tam tersine yılda bir kez kullanıma sunuyor ama insanlara da değerini bilmelerini öğretiyorlar. Bu da bir ekonomi yaratmıyor değil.

Yılda bir kez yola çıkan Orient ekspres trenini hatırlayın, biletleri ne kadar pahalıydı. Ama bir binen bir daha unutmazdı, değil mi?

Biz ise emek gibi bir sinemayı AVM olsun diye “içi korunacak canım” diye diye kendimizi kandırtarak sattık şirketlere.

AVM yapılacak diye Çağdaş sanatın İstanbul’da kendine sahne bulabildiği ilk mekanlardan biri olan Taksim Sahnesi (eski Venüs Sineması) hala yıkımı bekliyor. Ne AVM’ye yar oldu ne tiyatroya.

Biz daha çok büyüyeceğiz belli…