Sosyal demokrasinin özünde barıştan yana bir siyasi akım olduğunu söylemek sanırım çok yanlış olmaz. Siyasi konumları hep bir “üçüncü yol” arayışı olarak tanımlanabilir. Yani işçi ve işveren sınıfları arasındaki çatışmacı ilişkide bir “orta yol” bulmaya çalışan bu nedenle de işçilerin ve işverenlerin arasında bir “denge” ve “uzlaşma” arayan bir yaklaşım. Barıştan yana olduklarını söylemem de bu nedenle.

Her ne kadar Birinci Dünya Savaşı’nda başta Alman Sosyal Demokrat Parti olmak üzere çeşitli ülkelerin sosyal demokrat partileri milliyetçiliğin etkisi altında kalarak savaştan yana oy kullanmış olsalar da milliyetçiliğin sosyal demokrat ilkelerden biri olduğunu söylemek mümkün değil.

Bizdeki sosyal demokratlar için bu çerçevede ne denebilir bilmiyorum doğrusu. Bu çerçevede onların partisi konumundaki CHP’nin siyasi pozisyonlarından giderek “barıştan yana” olup olmadıklarını söylemek de pek mümkün görünmüyor. Görünmüyor çünkü tutarlı bir “barış” çizgisi olmadığı gibi hep “çatışmacı” bir siyasi tavır ortaya koyuyor.

Özellikle Baykal yönetiminde CHP’nin performansının milliyetçi ve devletçi bir performans olduğunu ve bu nedenle de “barış”tan çok “çatışmacı” bir siyasete yakın olduğunu söylemek gerek. Askerin sistem içinde vesayetçi konumuna rağmen askeri desteklemesi, Ergenekon avukatlığına soyunmuş olması ve her seferinde “demokratik” talepleri görmezden gelmesi onu “barıştan yana” bir parti olarak nitelemeyi mümkün kılmıyordu.

Bu durum Kılıçdaroğlu yönetiminde de çok değişmedi. Adil olmak gerekirse “sözde” birtakım değişiklikler olsa bile “özde” yani siyasi pozisyonlarda önemli farklılıklar olmadı. Üstelik Kılıçdaroğlu’nun, takılan “Gandi” lakabına inat sert ve çatışmacı bir üslup benimsemesi ve hâlâ Ergenekon avukatlığı yapıyor olması, bu partiyi “barıştan yana” bir parti olarak nitelemeyi önlüyor.

Oysa Türkiye’nin “barışa” ihtiyacı var. Çünkü bu ülkenin insanlığı hoyratça örselenmiş bir insanlıktır. Cumhuriyetle birlikte örülmüş gömlekler ne adildir, ne eşitlikçidir ve ne de özgürlükçüdür. Yalnızca Kürtleri kastetmiyorum. Dindarlar da dahil olmak üzere bütün farklı kimlikler ya da Ahmet Altan’ın iki gündür yazdığı gibi “işçi sınıfımız” da aynı hoyratlıktan nasiplerini aldılar, alıyorlar...

O nedenle de ülkenin barışa ve bir barış siyasetine ihtiyacı var.

Bu çerçeveden bakarsak Türkiye siyasetinde oluşmuş ve büyük ölçüde ilişkilerin tarihi tarafından belirlenen Türkler ve Kürtler arasındaki  “güvensizlik” ortamında, bu ortamı yumuşatacak ve sorunu çözmede etkili olacak bir barış siyaseti ihtiyacının “sosyal demokratları” çağırdığı açık değil mi?

Örneğin Kemal Kılıçdaroğlu daha ne bekliyor “Bu mesele bizim de meselemizdir ve biz bu meselenin çözümünde aktif rol alacağız” demeyi? Hatta daha genel bir yerden bakıp da “Ülkedeki bütün adaletsizlikleri, eşitsizlikleri ve özgürsüzlükleri çözmek bizim siyasetimizdir, o nedenle de bir an önce “Kürt” sorununu, “başörtüsü” sorununu ve “Alevi” sorununu çözmek üzere hükümeti göreve davet ediyoruz” demeyi...

Bugünün Türkiye’sinde artık “çatışmacı” bir siyasetin sosyal demokrat siyasetin ne ideolojisine ve ne de geleneğine uyduğunu bu nedenle de ülkenin sorunlarını çözmek üzere “alternatif yollar” üretmenin asıl siyaset olduğunu görmek gerek. Yoksa “O böyle dedi”, “Şu şöyle söyledi”, “Bu yalandır!”, “Ben de dosyası var!, ”Çıksın meydana!” gibisinden cümleler içine sıkıştırılan siyaset, üretken olmayan, üretken olmadığı gibi kimseye de yararı olmayan bir siyasettir.

Böyle olmadığı da ortada değil mi! Ülkede her türlü adaletsizlik, eşitsizlik ve çatışma yaşanırken “barıştan yana”, “uzlaşmadan yana”, “adil çalışan bir demokrasiden yana” olan sosyal demokratların seçimlerde bu kadar düşük oy almış olmaları bunun açık kanıtı değil midir?

Öyleyse gelelim sadede. CHP barıştan yana bir sosyal demokrat parti midir ortaya koymalıdır. Bunun en açık kanıtı da Kürt sorununda ikircikliliği bırakıp inisiyatif alması ve taraflarla bir an önce görüşmeye başlaması olacaktır.

Bunu yapmak o kadar zor mudur?