Kim ne derse desin temsili siyasal sistemlerde -istisnai anlar dışında- siyaset bir avuç seçkinin işi olmanın ötesine geçemiyor.

Hemen hemen bütün ülkelerde iş dünyası, asker ve sivil bürokrasi, medya ve serbest çalışan meslek sahipleri içinde yer alan nüfusun yüzde 2’sini geçmeyen bir grup bütün siyasi hayatı yönlendiriyor.

Partiler aynı kişiler tarafından kuruluyor, meslek ve kitle örgütleri aynı kişiler tarafından yönetiliyor, kamuoyu aynı kişiler tarafından yönlendiriliyor.

Bu küçük seçkinler grubu partileri, örgütleri ve kamuoyunu yöneterek ve yönlendirerek siyaseti, toplumu ve ekonomiyi denetliyor. Bu durum özellikle Türkiye gibi yarı-çevre ülkelerde daha da belirginleşiyor.

YENİ SEÇKİNLER GRUBU

Türkiye’nin son yüzyıllık tarihine baktığımızda asıl olarak İttihatçı bir seçkinler grubu bu denetleme ve yönetme işini yapıyordu, ama dünya çapında yaşanan bir dizi gelişmenin etkisiyle tarikatçı bir seçkinler grubu bu iktidarı paylaşmaya soyundu ve bu konuda bayağı yol aldı.

Eski seçkinler grubu, uzun iktidarları döneminde temel stratejilerini rant paylaşımını kendi taraftarlarıyla sınırlandırmak yönünde kullanıyorlardı, iktidara talip olan yeni seçkinler grubu ise ele geçirebildikleri kadarıyla rantları yeni kesimlere dağıtmaya çalışıyorlar.

Bu durum nüfusun büyük kısmında “belki bize de çıkabilir’ umudunu yaratarak tarikatçı seçkinlerin etki alanını sürekli genişletirken, eski seçkinler iktidar ve rant alanlarını birer birer kaybetmenin telaşı içinde daha da hırçınlaşıyor ve rant dağıtma olanaklarını kaybettikçe etki alanları da sınırlanıyor.

Son on yıl içinde, geçmişte tarikatları da kontrol ederek temsili siyasal sistemin merkezinde yer alan merkez sağ partiler çöktü; CHP ise gün be gün gerileyerek Aleviler üzerindeki etkisini bile kaybetmeye başladı, sağcısıyla, solcusuyla İttihatçı seçkinler tasfiye sürecine girdi.

Tarikatçı seçkinlerin partisi olan AKP ise, tam aksine iktidar alanını sürekli genişleterek taraftarlarına yeni rant alanları açtı, bunu yaptıkça toplum içinde daha geniş ittifaklar oluşturarak daha da güçlendi. 

Bu süreçte İttihatçı seçkinlerin önemli bir kesimi toplumla bağlarının kopuk olmasının da etkisiyle gerçeklikle bağlarını kopardı ve darbe hayalleri peşinde koşmaya kalkıştı, ama her girişim bir öncekinin daha kötü bir kopyası olmanın ötesine geçemedi.

Tam da bu noktada, seçkinlerin de seçkini bir kesim büyük bir yenilenme hamlesine kalkışarak siyaset, toplum ve ekonomi üzerindeki eski denetimlerini yeniden ele geçirmeye girişti.

Önce bir seks skandalıyla Deniz Baykal CHP’nin başından uzaklaştırıldı, sonra da Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı aracığıyla Önder Sav. Partinin başına oturtulan Kemal Kılıçdaroğlu’nun etnik kökeni, mezhebi ve yerel seçimlerdeki nispi başarısıyla umutlanan seçkinlerin seçkini bu grup CHP’nin AKP’yi yerinden etmesi için kamuoyu oluşturmak üzere düğmeye bastı.

Bu amaçla gerekirse MHP’nin bile seçim barajı altında kalması hedeflenerek rüzgârlar estirildi, ancak CHP’nin oyları AKP’yi yakalamak bir yana birkaç puanın ötesinde kıpırdatılamadı. MHP’nin baraj altında kalmasının ise CHP’den çok AKP’nin işine yarayacağı anlaşıldı. Bunun üzerine MHP üzerindeki baskıya son verildi, hatta MHP’nin DP, SP, TP ile takviye edilmesi konuşulmaya başlandı.

Bugün, ne kadar gayret ederlerse etsinler CHP’nin tek başına AKP’yi geçemeyeceğini anlayan seçkinlerin seçkini bir grup yeni ve kanlı bir planın hazırlığı içinde görünüyor. Planları ise basit:  PKK’nin ateşkese son vermesi, çatışmaların başlaması, kan ve kargaşa ortamında AKP’nin oy kaybetmesi ve MHP’nin yüzde 20’lere tırmanarak CHP-MHP koalisyonu kurulması. Kürt hareketi de bu planın farkında ve AKP’yi sıkıştırmak için kapıyı açık tutmaktan yana görünüyor.

Bu plan başarılı olabilir ve bu planın en tehlikeli yanı da burası. AKP otuz yıllık bir mücadelenin ürünü olan Kürt seçkinlerini tasfiye etmek istiyor. Kürt hareketi ise böyle bir tasfiyeyi önleyebilmek için her araca başvurabilir. Bu gerginlik ortamında çatışmaların başlaması, tabutların gelmesi AKP’nin hem Kürtler arasında hem de Türkler arasında güç kaybetmesine yol açar. Böyle bir gerilimden biraz BDP, çokça MHP güçlenerek çıkar. Sonuçta AKP oyları 10 puan kadar düşer. MHP oyları 7-8 puan yükselir ve CHP-MHP ittifakı olası olur.

Peki bu plan Türklerin, Kürtlerin, Alevilerin, çalışanların hayrına olur mu?

Unutmayalım ki, planın hazırlayıcıları yüz yıldır Türkiye’yi yönetenler. Bunlar eski rantlarına tekrar kavuşmak istiyorlar. Yalnızca tarikatçı seçkinlere değil Kürt seçkinlerine de karşılar, hatta yalnızca yeni seçkinlere değil onları ortaya çıkaran Kürt halkına ve inançlı kesimlere de karşılar.

Ellerinden gelse, 1980’lerde yok ettikleri sol seçkinler gibi bu seçkinleri de onları doğuran koşulları da yok etmeye hazırlar. Bu planı bozmak ise tek bir kesimin işi olmamalı. Planın bozulması Kürt hareketi kadar AKP’nin de sorumluluğunda. Yapılması gereken ise basit: Değişimi yalnızca kendisi için istememek, en geniş kesimlerin değişim sürecinden yararlanması için gereken özeni göstermek.

Peki AKP bunu yapabilir mi? Geçmiş pratiğe bakıldığında zor görünüyor. Bu koşullarda da iş başa düşüyor: Türkiye’yi bu döngüden çıkarmak için yeni bir odak yaratmak şart.