4 Nisan mahkemesinin ilk celsesi önemli bir ara kararla sonuçlandı. Kararın önemli başlıklarına geçmeden önce bazı kısa tespitlerle başlayalım.


1.  Bu davanın arkasında 32 yıllık bir demokrasi mücadelesi var. Her yılın 12 Eylül’ünde “darbeciler yargılansın” diye haykıran sol, sosyalist, demokrat insanların mücadelesi var. (Not: “Darbecileri –devrim mahkemesinde- yargılayacağız” demeyecek kadar gerçekçi eylemlerdi onlar)


2. Bu uzun dönemli mücadeleye rağmen bizler bütün bir Türkiye halkını 12 Eylül üzerine konuşmaya, yapılanlarla –ve arada kendisiyle de- yüzleşmeye çağıramamıştık. Çağıramamıştık, zira bunu yapabilmek için önce kendi yaptıklarımıza özeleştirel bir bakış gerekiyordu. Bu bakış, ister istemez 1980 öncesinde yaptıklarımızı ve yapamadıklarımızı, sol siyasetin krize girmesinin dönüm noktasının 12 Eylül 1980 mi, yoksa hemen öncesindeki yıllar mı olduğuna dair bir dizi geçmişe dair soruları barındıracaktır. Elbette ilerleyen dönemlerde bunları ferah feza tartışmamız gerekecek.


3. Darbecilerin yargılanması mücadelesiyle geçen 32 yıl kolay geçmedi elbette. Geniş halk kesimlerinin, 12 Eylül’ü doğrudan deneyimlememiş gençlerin bu mücadele içine çekilememiş olması elbette en büyük eksiklik ve dolayısıyla, en büyük zorluğumuzdu. Bu eksiklikte hepimizin payı var. Bütün bu dönem boyunca 12 Eylül’ün sola karşı yapılmış bir darbe olduğunu söyledik. Elbette büyük oranda doğruydu. Fakat bu açıklama çok önemli bir dolayımı ıskaladığı için eksikti. Solun, saldırının hedefi olmasının ardında yatan temel neden toplumsal uyanıştı. 12 Eylül, 1970’lerin başından ve özellikle ortalarından sonra devletin iradesinden bağımsızlaşarak özerk inisiyatifler geliştirmeye başlamış bütün bir topluma karşı yapılmış topyekun bir saldırıydı. Darbeciler, uyanışın taşıdığı potansiyelleri görmüşler ve bunu ezmek için yola çıkmışlardı. Sol, bu uyanışa tercüme olduğu oranda saldırının hedefiydi. Darbecilerin kurdukları yeni rejim öyle tasarlanmıştı ki, en ufak bir özerklik potansiyeli barındıran toplumsal inisiyatife yaşam hakkı tanınmayacaktı.


4. 12 Eylül’ü sunuşumuzdaki bu yanlışımızı uzun süre sürdürdük. Oysa bu hattan çıkabilmek için hayat önümüze fırsatlar çıkarmıştı. Örneğin Ergenekon, Balyoz gibi davalar üzerinden yeni bir “12 Eylül konuşması” hazırlayabilirdik. Darbecilerin işte o dönemde de böyle tezgahlar planladıklarını anlatabilirdik. Olanlar çok somut bir biçimde, üstelik belgeleriyle önümüzdeydi. Bundan 30 yıl öncesini tahayyül etmekte zorlananları mücadelemize katabilmek için önemli bir fırsattı bu… Elbette önemli istisnaları olsa da solun büyük bölümü kategorik AKP karşıtlığı nedeniyle Balyoz ve 12 Eylül arasında ilişki kurmaktan kaçındı.


5. İşte 4 Nisan duruşması, toplumu 12 Eylül üzerine konuşmaya çağırabilmek açısından önümüze çıkan ikinci önemli fırsattır. Bizler için 4 Nisan’ın temel önemi, tam da buraya açacağı bir pencere olmasıdır. Bu süreçte yaşayacağımız en büyük zorluk, 12 Eylül’le mücadele etmesini beklediğimiz kesimlerdeki akıl tutulmasıdır. Bütün uğraşısını, davanın meşruiyetini yok etmeye adamış bir “muhalefetle” elbette bu davanın arkasına kitlesel bir baskı mekanizması yerleştiremeyiz. Oysa bu davanın önce mahkumiyetle sonuçlanması ve arkasından da genişletilmesi için tam da böylesi toplumsal baskıya ihtiyacımız var. Mahkemenin verdiği ara kararda bunun ipuçları görmek mümkün.

Şöyle ki:
1- Öncelikle bir beklentiye değinip geçiyorum: Elbette bir tutuklama kararı çıksaydı birçoğumuz daha mutlu olacaktı. Fakat bu beklentimiz  -bu aşamadaki gerçekçiliği bir yana- karar altına alınan diğer maddelerin önemini küçümsemeye yol açmamalıdır.


2- İddianamenin kabul edilmesiyle birlikte Evren ve Şahinkaya’nın artık “sanık” sıfatı kazanmış olmaları başlı başına önemliydi. “Yargılanmayacaklar” diyenler yanıldı ve yargılama başladı. Sonrasında aynı arkadaşlarımız “zaman aşımına uğratacaklar” demeye başlamışlardı. Bu ara kararla birlikte yine yanıldıkları anlaşıldı. Dava, zaman aşımına uğramayacak!


3- Evren ve Şahinkaya’nın sağlık durumlarının bir an önce saptanması ve -Ankara Adli Tıp Kurumu Grup Başkanlığının süreci engelleyici müdahalesini ima ederek- “davanın sürüncemede kalmaması” için ya doktor gözetiminde ya da tele konferansla salonda yer almalarının sağlanması karara bağlandı.


4- Berfo Ana gibi sembol haline gelmiş bir insanın ve Nurettin Yılmaz gibi siyasetçilerin müdahil olma talepleri kabul edildi. Parti ve diğer tüzel kişiliklerin müdahale taleplerinde ise mahkeme heyetinin, kuruluş tarihlerini esas aldığı anlaşılıyor. Mahkemenin, “ancak 1980 öncesinde kurulanlar, darbeden zarar gördüklerini iddia edebilir” gibi eleştiriye muhtaç bir mantığı var.


5- Bu böyle olmakla birlikte müdahale taleplerinin hiçbiri reddedilmedi. Sadece 16 Nisan’a kadar ikna edici bilgi, belge ve gerekçelerin mahkemeye sunulması istendi. Benim duruşma salonunda aldığım izlenim odur ki müdahale taleplerinin önemli bir bölümü daha kabul edilecek. Sonuçta birçok alan gibi, hukuk alanı da bir mücadele alanıdır. Mücadeleye devam...


6- Müdahillerin gördükleri işkencelere dair tanıklıklar dikkate alındı. Ve bunların sonucunda benim en önem verdiğim karar açıklandı: 12. Ağır Ceza Mahkemesi, Evren ve Şahinkaya hakkında “sistematik işkenceye” neden olmaktan dolayı Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunmaya karar verdi.


7- Bu karar çok önemlidir; zira davanın işkencecilere ve işbirlikçilere doğru genişleyeceğinin en açık göstergesidir. Yine öyle görülüyor ki darbecilere “insanlığa karşı işlenmiş suçlar” kategorisinden de dava açılacak. Evren ve Şahinkaya davasının sadece bir başlangıç olduğunu söyleyen bizleri, yeni mücadele alanları bekliyor. Belli ki, bu dava dosyasında toplanılacak olan bütün işkence vakaları daha sonra ana dava dosyasından ayrılarak çeşitli illerdeki mahkemelere gönderilecek. İşte, gerek merkezi olarak gerekse illerde yerel olarak, toplumda 12 Eylül’e dair bir farkındalık yaratmak için bu davaları önemsemeliyiz.


8- Gerek iddianamede, gerekse ara kararda elbette eleştirilecek birçok unsur var. Sabah akşam nelerin olmadığını/ olmayacağını konuşanları artık rahat bırakalım. Bizler nelerin olduğunu ve olabileceğini konuşuyoruz.


9- Ara karar gösteriyor ki, bu davaya dönük toplumsal desteği genişlettikçe ilerleme kaydetmek mümkündür. Bu dava sahipsiz kalmayacak şiarı, her zamankinden daha anlamlı. Sözün özü, toplumsal desteği canlı tutacak ve genişletecek bütün araçları ve fırsatları kullanmamız gereken zorlu bir dönem başlıyor.