Ülkemizde hemen herkes cumhuriyeti savunuyor, açıkça karşı çıkan neredeyse yok. Aslında sadece ülkemizde değil, dünyada da böyle. Sorarsanız herkes cumhuriyetten yana. Ama nasıl bir cumhuriyet? Sanırım burası çok daha önemli.

İran’da bir Cumhuriyet; İran İslam Cumhuriyeti. Ancak bugün ülkemizde pek çok kişi Türkiye’de Cumhuriyetin yok olacağını ve ülkemizin İran’a döneceği korkusunu yaşıyor. Amerika kıtasında demokrasi ile ilgisi olmayan pek çok ülkenin de adı cumhuriyet. Ancak bunlar daha çok “Muz Cumhuriyeti” olarak anılıyor. Demek ki bir ülkenin adının yanında “Cumhuriyet” olması yeterli değil. Önemli olan nasıl bir cumhuriyet olduğu. Bir cumhuriyet ancak demokratik, laik, eşit, özgür, adil olduğunda anlamlı olabiliyor; halkını mutlu edebiliyor.

Ülkemizde geçtiğimiz günlerde cumhuriyetin 88.yılını kutladık. Cumhuriyetin niteliği ile ilgili farklı görüşler her zaman olsa da, son yıllarda cumhuriyetin demokratik olup olmadığına ilişkin tartışmalar yoğunluk kazandı. Bu arada 2.Cumhuriyet, 3.Cumhuriyet kavramları ortaya atıldı. Öte yandan ileri sürülen kavramlardan biri de “Korku Cumhuriyeti”. Peki ne demek “Korku Cumhuriyeti” ya da “Cumhuriyetin Korkuları”?

Komünizm Korkusu
Egemen güçler her dönemde halkın demokrasi ve özgürlük taleplerini bastırmak, halkın örgütlenmesini ve sesini çıkarmasını önlemek için bazı korkuları öne çıkarmış, bilinçli olarak pompalamıştır. Soğuk savaş yıllarında “komünizm” korkusu revaçtaydı. Neredeyse tüm siyasetçiler ve devlet yetkilileri sürekli bu korkuyu topluma empoze ettiler. O yıllarda her günümüz “komünizm acaba bu gece mi gelecek” diyerek “tir tir titremekle” geçti. ABD ve NATO’nun özellikle desteklediği “komünizm korkusu”na karşı ülkemizde “kontrgerilla” denilen gizli silahlı örgütler kuruldu. Bu örgütün sonraki yıllarda yaptığı “icraatları” hepimiz biliyoruz.

Bölünme Korkusu
Sovyetler Birliğinin dağılması “komünizm korkusu”nun gerekçesini ortadan kaldırdı. Ancak “halkı korkusuz bırakırsanız demokrasiye gider” diye düşünen egemenler bize yeni korkular yaratmakta geç kalmadılar. 1980 darbesi sonrasında bu kez de toplumda “bölünme korkusu” öne çıkarıldı. 12 Eylül darbecileri devrimci, sosyalistler üzerinde olduğu gibi Kürt yurttaşlarımız üzerinde de büyük bir baskı kurdu. Yapılan işkenceler, infazlar, inkarlar da PKK’nın gücünü ve eylemlerini arttırdı. Bu dönemde de devlet “bölünme korkusunu” kullanarak yine halkın demokrasi ve özgürlük taleplerini yok saydı, her türlü demokratik hak talebi “bölünme” tehlikesi gerekçe gösterilerek reddedildi.

Şeriat Korkusu
1990’lı yılların sonlarına doğru ise egemen güçler yeni bir korkuyu gündeme getirdiler. Arkasında kimlerin olduğu bilinmeyen (aslında biliniyor ama) bazı olaylar, gösteriler öne sürülerek toplumda bir “irtica korkusu” pompalandı. Toplumun laiklik konusunda duyarlı olduğunu bilen çevreler, bunu kullanarak ülkenin demokratikleşmesi ve özgürlüklerin genişlemesinin önünü bir kez daha kestiler. 28 Şubat 1997’de yapılan “post modern darbe” ile ülkemiz “şeriat devleti” olma tehlikesinden kurtarıldı. Varsın demokrasi bir kez daha ertelensin, şeriat tehlikesinden kurtulmuştuk ya.

AKP’li yıllar
2000’li yıllarda AKP’nin iktidara gelmesi ile birlikte kendini devletin “sahibi” kabul eden bazı çevreler sürekli olarak “şeriat” ve “bölünme” korkularını halkın üzerinde dolaştırmaya devam ettiler. Ülkenin “bölünmesini ve şeriat devletine dönüşmesini engelleme” amacıyla darbe planları yapıldığı ortaya çıktı. Bu “derin” ve egemen güçler Kürt sorununun çözümüne her zaman karşı çıktılar. Çünkü bu güçlerin, devlet içerisindeki egemenliklerini sürdürebilmek için “korkulara” ihtiyaçları vardı. Korkular olmazsa ülkede demokrasi ve özgürlükler gelişecek, bu durumda ise karanlık güçlerin gerçek yüzleri ortaya çıkacaktı. Çok iyi bildiğimiz gibi “kurtlar” aydınlığı değil, karanlığı, dumanlı havaları severler. Ancak konjonktürün de etkisi ile AKP iktidarı bu güçlerle sınırlı da olsa mücadele etme politikası uyguladı ve bu güçlerin geriletilmesinde önemli ölçüde de ilerleme kaydetti. Ülkedeki demokrat ve özgürlükçü sol kesim bu konuda hükümete destek verdi.

Ergenekon ve KCK
Son 1-2 yıldır yoğunlaşan bazı uygulamalar, operasyonlar toplumda “acaba yeni bir korku mu yaratılmak isteniyor” kaygısını ortaya çıkardı. AKP’nin “kendine demokratlığı” biraz daha pekişti. AKP’ye karşı olan herkes Ergenekon ya da KCK üyesi olma korkusuyla mı sindirilmek isteniyor kuşkusu belirdi bu kez de. AKP’nin niyeti nedir bilmek zor ama önemli olan bizim niyetimizin ne olduğu, bizim ne istediğimiz. Yeter artık! Yeni korkular değil bu ülkede yaşayan herkes için daha fazla demokrasi, daha fazla özgürlük, eşitlik, adalet ve barış istiyoruz. Ergenekon soruşturmasını ciddiye alıyoruz ve sonuna kadar götürülmesini istiyoruz. Ancak bu bahane ile Ergenekon ile ilişkisi olamayacak demokrat, devrimcilerin susturulmasını kabul edemeyiz. Öte yandan son 30 yılda 40.000 den fazla gencin ölmesine yol açan Kürt Sorunu ve bunun sonucu olan PKK ile olan çatışmaların hemen sona ermesini istiyoruz. Bunun yolunun da Kürt siyasetçilerin, akademisyenlerin, gazetecilerin tutuklanmasından değil, onlara daha çok siyaset yapma olanağı sağlanmasından geçtiğine inanıyoruz. Siyasetin alternatifinin şiddet, çatışma, ölüm olduğunu görmemek olanaksız.

Korkunun demokrasiye de Cumhuriyete de yararı yok. Korku Cumhuriyeti değil, Cumhuriyetin Demokratikleşmesini istiyoruz. Bu ülkede yaşayan herkesin benimseyip, benim Cumhuriyetim dediği bir Cumhuriyet korkularla değil, demokrasi, özgürlük, eşitlik ve adalet temelinde yükselecektir.