Agos gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Yetvart Danzikyan, Kürt illerinde devam eden sokağa çıkma yasaklarında yazılamalarda Ermenilere yönelik ırkçı yazılamalara ilişkin, “Ne zaman Kürt meselesinde çatışmalı döneme geçilse spotların bize döneceğini bilirdik. Bugünlerde yaşadıklarımız da bu yüzden hiç sürpriz olmadı” dedi.

Yetvart Danzikyan, Agos'un Hrant'tan önce ve Hrant'tan sonra içerisinden geçtiği süreci, gazeteciliğin geldiği noktayı, süreçle birlikte Ermenilere yönelik söylemleri ve gazetecilere baskıyı Haberdar'dan Bilgehan Uçak'a anlattı.

Bilgehan Uçak'ın Yetvart Danzikyan ile söyleşisi şöyle:

Şahsi bir soruyla başlayalım. Sizin twitter adresinizde sanki bir bıkkınlık, bir yabancılaşma var…

Ülkeye yabancı olmak demem ben ona ama başka türlü bir bıkkınlıktan söz edebilirim. Twitter’a uzun süre girip girmeme konusunda tereddütlüydüm ama sonra hadi gireyim dedim. Hakikaten bir haber alma mecrası çünkü ve ben 2010’da, belki biraz da geç sayılabilecek bir tarihte girdim.

Bir kod almak lazımdı ve ben de ikinci ismimi almaya karar verdim. Benim ikinci ismim şu: “Yozgat Edirne Trabzon Van Artvin Rize Trabzon” Bilhassa resmi kurumlarla işim olduğunda Yetvart dediğim zaman anlamıyor kimse çünkü. Başta bir şansımı deniyorum ama anlamayınca başlıyorum kodlamaya.

Çalıştığım yerlerde de etrafımdakilerin bu durumu anlamışlardı ve ben kodlamaya başladım mı gülerlerdi. Kendi ismimi söylediğimden daha fazla defa kodladım ben. “Trabzon” sığmayınca, anlayan anlar deyip “tra”da bıraktım. Hikâyesi budur.

Agos ve HDP’yi birleştirerek bir soru yöneltmek istiyorum. Agos, Türkiyelileşirken…

Ben bu Türkiyelileşme meselesine biraz farklı bakıyorum. Agos, zaten Türkiyeli bir gazete.

Öyle demek istemedim. Kendi cemaatinin dışına çıkamamayı kast etmiştim aslında.

Siyasete bulaşmayı sorduğunuzu anlıyorum daha ziyade. Agos, kurulduğu zaman Ermeni toplumuna seslenmeyi hedefliyordu ama ilk günden itibaren sadece Türkiye’deki Ermeni toplumunun gazetesi olsun diye de kurulmadı. Birçok zaman yinelediğim bir şey, kuruluş aşamasında Hrant’a yardım eden bir ekip vardı ve ben de onların arasındaydım…

Bildiğim kadarıyla, Ümit Kıvanç gibi isimler de o ekipteydi…

Ümit vardı, Cengiz Turan vardı, Kemal Gökhan vardı… Epeyce kalabalık bir ekiptik. Hepimizin işi vardı o dönemde ve işimizden vakit ayırıp Agos’a gelirdik. Kuruluş ekibinde de bulunduğum için rahatlıkla söyleyebilirim, bizim sadece Ermeni toplumunun Türkçe gazetesi olmak gibi bir amacımız yoktu. Üstelik gazetenin çıktığı dönemlerde tıpkı bugünküne benzer çok milliyetçi bir ortam vardı. Yani gene şimdiki gibi PKK’lıların Ermeni, Öcalan’ın Ermeni olduğu…

Hatırlıyorum, “Ermeni dölü” denirdi PKK’lılar için…

Meral Akşener derdi onu ve hemen her hafta Ermeni toplumuna dönük sözlü bir saldırı yapılırdı. Zaten sonra bu sözden uzaklaşıp Ermeni okul ve kiliselerinin duvarlarına yazılar yazmaya kadar geldi iş. Devlet eliyle yürütülen bir Ermeni düşmanlığı yapılıyordu. Biraz Karabağ olayının da getirdiği bir atmosferdi.

Ama ne zaman Kürt meselesinde çatışmalı döneme geçilse spotların bize döneceğini bilirdik. Bugünlerde yaşadıklarımız da bu yüzden hiç sürpriz olmadı. Agos kurulurken bir söz söylemek için kurulmuştu. Türkçe çıkmasının sebeplerinden biri de budur. Türkiye toplumunun tamamına bir şey söyleyebilmek, diyalog kurabilmek, dert anlatabilmek… 2007’den sonra ise bambaşka bir hale geldik…

Gazetemizin kurucusu Hrant Dink devletin de içinde olduğu bir operasyon sonucu öldürüldü. Dolayısıyla, bizim artık bir cemaat gazetesi olma şansımız kalmadı. Zaten Hrant öldürülene kadar da biz, kendi çapımızda da olsa, Kürt meselesine ve Türkiye tarihine eğilirdik.

2007’den sonra ise, maalesef diyeceğim tabii, bir seviye daha atlamak zorunda kaldık. Olaylar bizi Türkiye’nin demokratikleşme mücadelesinin bütün yönlerine daha yakından bakmaya itti.

Bizzat yaşadınız…

Bedelini ödedik. Agos’un siyasi pozisyon almasının sebebi bunlardır ama Ermeni toplumu her zaman siyasetin içinde yer almıştır. Eh, hem gazetecilik yapıyoruz ki Türkiye’de bu mesleği yapan birinin bu konulardan çok uzak kalması düşünülemez, hem de zaten hepimiz siyasi insanlarız. 2007’den sonra, Türkiye siyasetine biraz daha yakında bakıyoruz, bakmak zorundayız. Ve şunu da biliyoruz: Kürt meselesi çözüldüğü zaman biz de daha iyi yaşayacağız.

Hepimiz daha iyi yaşayacağız.

Sadece Ermeniler değil, bütün Türkiye halkları daha iyi yaşayacak, buna Türkçüler de dahil!

Hrant Dink’in Agos’u ile Etyen Mahçupyan’ın, Rober Koptaş’ın ve en sonunda Yetvart Danzikyan’ın Agos’u arasında ne gibi farklar ve benzerlikler var?

Ben bir yayın yönetmeninin adıyla tarif etmek istemem çünkü burada hep beraber bir gazete çıkarmaya çalışıyoruz. Hepimizin pozisyonları farklı ama Hrant Dink’in Agos’u… Hrant, bambaşka, büyük idealleri olan biriydi.

Türklerle Ermeniler arasındaki meseleyi çözmek, ülkeler arasında diyalog kurulması için aktör olmak ve tarihte yaşananları göstermek istiyordu. Hrant’ın çok daha büyük idealleri vardı ve Agos ona göre şekillenmişti. Tarihin tozlu mermer kapağını açmak istiyordu ve bunun bedelini de biz Ermeni toplumu olarak çok ağır ödedik.

Hrant’ın hayallerinin çok baskın olduğu bir gazeteydi o. Ama ondan sonrasını karşılaştırmayı pek doğru bulmuyorum. Yayın yönetmeninin öldürüldüğü bir gazeteden bahsediyoruz. Daha ne olabilir ki? Gazete kalsın mı, kalmasın mı… Bunları tartışıyorduk. Şunun çok açık söyleyeyim, 19 Ocak 2007 akşamı biri bu gazeteyi kapatalım deseydi ben o anki ruh halimle destek verirdim. Sinirliydik, bir travmanın içinde şok geçiriyorduk. Üç gün sonra düşündüğünde ise “bu gazete çıkmalı” diyorsun. Hrant’tan öncesi ile sonrasını karşılaştırmak bu sebepleri gözönüne aldığımızda pek doğru gelmiyor bana.

Hrant’tan sonra Etyen Mahçupyan, Agos’un başına geçmişti…

Hrant’tan hemen sonraki dönemi kendi şartlarıyla değerlendirmek lazım. O hava, o pus dağıldıkça gazete de Rober’le beraber normale, kendi yoluna dönmeye başladı. Hrant’ın vurulmasından sonraki dönem olağanüstü bir dönemdi.

Hrant’ın Arkadaşları, ellerinden geleni yaparak davayı unutturmamaya çalışıyorlar. Bazı Ermeni aydınları ise, üstelik yolu Agos’tan geçmişler de var aralarında, bu bir avuç insanın karşısında pozisyon alıyorlar…

Hrant’ın Arkadaşları’nı önce tarif etmemiz lazım. Kendilerini Hrant’ın Arkadaşları diye lanse eden grup, Hrant öldürüldükten sonra davayı takip eden, dosyaları inceleyen ve eksiklerin tamamlanmasını isteyen, davanın sonuca erdirilmesi için bir kamuoyu oluşturmaya çalışan, eksiksiz olarak her duruşma salonunun önünde basın açıklaması yapan bir grup. Oysa, insanlar bazen Hrant’ın Arkadaşları deyince, o hayattayken çevresinde bulunmuş ve daha sonra AKP’ye yakın işlerde yer alan bazılarını anlıyorlar. Hrant’ın Arkadaşları’na hem sağdan hem de solun bir kesiminden tepki gösterenler çıkmıyor değil.

Ne gibi tepkiler gösteriyorlar?

Solcular, birkaç kişiye bakarak “bunlar zaten AKP’li” diyorlar… Sağdaki AKP’li Ermeniler ise bu grup partinin lehine hizmet etmediği için söyleniyorlar. Davayı takip eden Hrant’ın Arkadaşları arasında onu hiç görmediği halde öldürülmesine duyduğu öfke ve adalet arayışı sebebiyle o gruba katılanlar var. Yaptıkları büyük bir iştir. Davanın buraya gelmesinde ailenin sebatkâr ve avukatların kararlı duruşu başta gelir elbette ama onların ardından Hrant’ın Arkadaşları’nı da saymamız gerekiyor. İnsan haklarını savunmanın bir koşulu var: Devletin sana sunduğuna şüpheyle bakmalısın. Hem gazeteciliğin gerektirdiği bir şey bu hem de insan hakları savunucusu olmanın. Bu iş ne sadece Ergenekon’a ne de sadece “paralel”e yıkılabilir. Ama AKP’nin senaryosunu satın almadığınızda bir saldırıya maruz kalıyorsunuz. Üstelik bu saldırıyı yapanlar arasında AKP’li Ermeniler de yer alıyor.

Agos’un geleceğe dair büyük bir hedefi var mı? Taraf’tayken Ahmet Altan “50 bin sattığımızda herkes bizi konuşacak” der, sürekli olarak “daha iyi bir gazetenin” nasıl olacağını anlatırdı da ondan soruyorum.

Çok büyük hedeflerimiz yok. Böyle bir ülkede gazeteyi daha da iyi bir gazete olarak çıkarmaya uğraşıyoruz. Daha çok insana, daha iyi bir gazete olarak seslenmek istiyoruz. Bunun için satışları artırmanın yollarını da arıyoruz ama öyle 50 bin falan… Bu zaten mümkün değil.

Şimdi kaç satıyor?

4-5 bin civarı. Kuruluşundaki satış üçbin, bugünlerdeki ise dörtbin.

Peki, bu gazeteyi yaşatacak bir rakam mı?

Açıkçası o açıdan nasıl yenilikler yapabiliriz diye düşünmüyor değiliz.. Tirajı mı artırsak, interneti mi daha efektif kullansak diye biz de kendimizi sorguluyoruz bazen. Tabii şu da var, Agos günlük değil haftalık bir gazete. Bu yüzden satışı hiçbir zaman günlük çıkan o kitle gazeteleri gibi olamaz. Bir de internet çağındayız artık.

Haber eskiyor…

Onu önleyecek formüller arıyoruz. Son bir yıldır internet sitesini daha aktif kullanmaya başladık. Bırakın haftalık gazeteleri, günlük gazetelerde bile bazen akşamdan sabaha haber eskimiş olabiliyor. Haftalık gazetenin böyle bir zorluğu var. Ama internet yokmuş gibi davranmak, onu gözardı ederek gazetecilik yapmak da mümkün değil. Kendinizi de, habere bakışınızı da, veriş biçiminizi de ona göre ayarlamanız gerekiyor. Diyelim, haftaiçi başına bir iş gelmiş bir kilise var. Biz eskiden onun haberini koyduğumuzda ilgi çekerdi. Şimdi öyle değil, o olay olur olmaz sosyal medyada her yönüyle ele alınmış oluyor. Twitter’da bu haberleri, gazetecilik tabiriyle söyleyeyim, “dövmeye” hazır çok geniş bir kitle var. Sadece Agos için değil gazeteciliğin gidişatı da yeni formüller arıyor. Günlük gazetede telafi şansı vardır, haftalık gazetenin ise böyle bir şansı yok. O yüzden o haberi yeni bir boyut katarak veriyoruz, kalkıp o kente gidip yeni ayrıntılar buluyoruz.

Az önce bahsettiniz. “Yeni dönem gazeteciliği” için ne düşünüyorsunuz?

“Yeni dönem gazeteciliği” için şunu söylemek istiyorum öncelikle. Benim kişisel olarak rahatsız olduğum bir şey var. Tamam internete kendinizi uyarlamanız gerekiyor, tamam o yokmuş gibi davranmak mümkün değil ama gazetenin de kalması lazım bir yandan…

Basılı gazetenin

Evet, kâğıt haliyle. Gazete bütünlüklü bir şeydir çünkü ve gazete okuyan birinin konulara bakışı da, algısı da, yaklaşımı da daha farklıdır. İnternet gazeteciliğinde gidip gazetenin bütününe göz atmak diye bir olgu kalmadı. Beğendiği ya da çok “tıklanmış” konuları okuyup geri dönüyor okuyucu. Giriyor twitter’a, ilgisini çeken birkaç bir şeye bakıp nokta atışı yapıyor.

Oysa basılı gazeteyi eline aldığında istesen de böyle yapamazsın. Okumazsan bile başka haberler çarpar gözüne, bir köşeyazısının bir bölümünü, bir resimaltını, dış haberlerde hiç bilmediğin bir konuyu okur, o konu hakkında fikir edinirsin. Sayfaları çevirirken bile spordan kültüre, siyasetten dünyada olup bitenlere kadar birçok farklı yazıya en azından bir bakmış olursun. Dolayısıyla, kafanda “bütünlüklü” bir bakış açısı oluşur zamanla. Gazete budur. İnternet gazeteciliği, bunu değiştirdiği ölçüde insanların olaylara bakışını da değiştiriyor. İnternette beşbin kez tıklanan bir haberle üç kez tıklanan haber basılı gazetede eşittir ama okuyucu sadece internet kullandığında o haberleri görmüyor, bütünlüğün dışında kalıyor.

Radikal’in kapanması hakkındaki fikriniz nedir? Bir ara siz de o ekibin içindeydiniz…

Üzüldüm elbette. Ama holding epey bir zamandır gazetenin etkisiz hale gelmesi için uğraşıyordu zaten. Siyasetten, yaşadığımız ağır baskı döneminden bağımsız değil tabii. Elimde bir veri filan yok ama öyle sanıyorum ki holding yaşadığı baskıdan kurtulmak için gazeteyi feda etti ama yine bir sürü iyi gazeteci, köşe yazarı işsiz kaldı. Ayrı bir düzeyde Can Dündar ile Erdem Gül'ün ve Kürt gazetecilerin başına gelenlere de değinmek lazım. Yine hukukun askıya alındığı bir dönemden geçiyoruz, bunun başka bir izahı yok.

Nevruz kutlamalarını, bir, boş alan fotoğraflarını yayınlayarak çarpıtan gazeteciler; iki, bir de o kutlamalara katılan insanlar açısından değerlendirebilir misiniz?

İktidar medyası oturmuş bu işlerle uğraşıyor. Anadolu Ajansı bile tutmuş alanın en arkasından çekilmiş bir fotoğrafı servis etmiş. Tuhaf işler bunlar. Katılan insanlar açısından değerlendiremem çünkü bu yıl gidemedim. Ancak o kadar bombalı saldırı  tehdidine rağmen yine epeyce bir kalabalık toplanış ki bu önemli. Bakın bu hafta Paskalya mesela ve Emniyet tuttu "IŞİD tehdidi var" diye bir haber servis etti. Bu Ermeni toplumu içinde büyük bir tedirginliğe neden oldu. Bilemiyorum kiliseler dolacak mı bu pazar. Ama bu haberi servis eden devlet kalkıp da "Merak etmeyin önlemimizi aldık" diyemiyor. E biz bu durumda nasıl teröre teslim olmamış oluyoruz?

Benzer bir soruyu Reza Zarrab ile de ilgili soracağım. Sizce bu tutuklama ne anlama geliyor? Neler dönüyor? Ve, bir de Sabah’ın savcıyı “fotomontajla” paralel ilan etmesi için ne demek istersiniz? Bu nasıl gazetecilik? Ya da, gazetecilik mi?

Valla neler döndüğünü bilemem. Ama ABD'nin bu işin peşini bırakmayacağı belli. Siyasi olarak bunun AKP'ye bir mesaj olduğunu düşünmek mümkün. ABD'nin kurmaya çalıştığı -beğenelim ya da beğenmeyelim- uluslararası parasal sistemde önemli bir gedik açmış bir sistemin başaktörü Zarrab. ABD'de hukuk sistemi genel olarak pazarlığa dayanır. Dolayısıyla nasıl ifşaatlar gelecek ve bu ifşaatlardan sonra AKP-ABD ilişkisi nasıl olacak, işin o kısmı muhtemelen önemli olacaktır. Fotomontaj işleri ise artık nasıl bir dezenformasyon çağında olduğumuzun kanıtı. İki saat sonra yalan oluğu ortaya çıkacak haberlere bile muhtaç haldeler.