Bu yazıya başlamadan önce doğal afetlerle ilgili bilgi içeren Our World in Data (Verilerle Dünyamız) adlı veri tabanına baktım. Amacım Türkiye’nin diğer ülkelere göre nerede olduğuna dair bir izlenim edinmekti ve gerçekten ne bulacağımı bilmiyordum. Veri tabanındaki doğal afetler depremle sınırlı değil, sel baskınlarından kuraklığa, yangınlardan toprak kaymalarına kadar her şeyi kapsıyor. 2020 yılı itibariyle, doğal afetlerden ölen ve yaralanan sayısı ve afetlerin ekonomik maliyetinin ulusal gelire oranı açısından Türkiye dünya ortalamasının üstündedir. Buna rağmen, Türkiye doğal afetlerden kaynaklanan riskleri azaltmaya yönelik tedbirler hakkında veri bulunmayan bir ülke! Haritada Türkiye’yle aynı kategoride olan ülkeler genellikle Orta-Doğu’da bildik otokrasilerden ve hem ekonomik kaynakları hem de kurumsal kapasitesi sınırlı Afrika ülkelerinden oluşuyor.

AKP rejiminin doğal afet risklerini önemsemediğini, 20 yılda 20 imar affıyla deprem güvenliği standartlarını ayaklar altına aldığını biliyordum. Ama Birleşmiş Milletler’in afet risklerini azaltmaya yönelik Sendai Çerçevesi’ndeki rehber ilkeleri de takmadığını, gerekli verileri toplayıp paylaşmadığını bilmiyordum. Bu yeni bir keşif mi diyeceksiniz. Evet yeni bir keşif değil, ama AKP rejiminin kendi vatandaşının güvenliğini sağlayacak risk azaltma verilerini toplamaya bile yeltenmediğini gösteriyor. Bu vatandaşa karşı bariz bir devlet görevi ihmalidir.

Aslında rejimin deprem öncesinde işlediği bu ihmal ile deprem sonrası için dayattığı felaket kapitalizmi birbiriyle ilişkilidir, hatta birbirinin devamıdır. Bu nedenle, bu yazıda adil ve kapsayıcı yeniden inşa ilkeleri hakkında AKP iktidarına ‘politika önerileri’ yapmak gibi bir amaç gütmüyorum. Amacım, felaket kapitalizmine karşı kendini korumak isteyen depremzedelere dünyadaki deney ve bilgi birikiminin kendilerinden yana olduğunu dile getirmek, AKP’nin rantçı yaklaşımıyla ilgili kuşkularında haklı olduklarını dile getirmek.

Adil ve kapsayıcı yeniden inşa: Genel ilkeler

Dünyada afet sonrası adil ve kapsayıcı yeniden inşa konusunda bir konsensüs var. Konsensüs’ün pratiği ne kadar değiştirdiği ayrı bir konu, ama bu konsensüs durumunu küçümsememek gerekiyor. Çünkü konsensüsün ortaya çıkmasının bir nedeni, dünyada doğal afet sayısının ve bu afetlerin ekonomik maliyetinin artması; bu artışın da dünyadaki iklim değişikliğiyle bağlantılı olmasıdır. Diğer bir neden, iklim değişikliği ve doğal afet sarmalının yönetici elitlerin rahatını bozan yeni göç ve politik istikrarsızlık kaynağı haline gelmesi. Sonuç olarak, devletlerin ve uluslararası örgütlerin doğal afetlerden en çok etkilenen yoksul kesimlere yönelik bazı taahhütler yükümlenmesi bir seçim olmaktan çok bir tür zorunluluk haline gelmiştir.

Adil ve kapsayıcı yeniden inşa süreci geçici iskan ve uzun vadeli yeniden inşa aşamalarını kapsar. Amaç, afetlerden etkilenen hiçbir insanı geride bırakmadan afetin açtığı yaraları sarmak, bölge ekonomisini yeniden inşa etmek ve hayatta kalanların gururla yaşayacakları kentler, mahalleler kurmaktır.

Yeniden iskan ve inşa sureciyle ilgili olarak, Birleşmiş Milletler (BM) İnsani İlişkiler Koordinayonu Ofisi bir dizi ilke belirlemiştir. Konumuz açışından ön plana çıkan bazı ilkeleri şu şekilde özetleyebiliriz:

1.     Hükümet ve uluslararası paydaşlar arasında eşgüdüm olmalı, bu eşgüdüm de hükümetin ve afetten etkilenen toplumun katılımıyla sürdürülmelidir.

2.     Fiziksel tehlikeler nedeniyle zaruri olmadıkça, afetten etkilenenler yerlerinden edilmemeli. Yerinden etme, felaketin yoksulluk üzerindeki etkisini arttırır, sosyal ve ekonomik destek bağlarını kopartır. Yer değiştirme her zaman gönüllü olmalıdır. Afetten etkilenen toplumun haklarına her zaman saygı duyulmalıdır.

3.     Afetten etkilenen herkes için yeniden iskan ve imar hizmeti verilmeli. Bu hizmet, afetzedelerin mülk sahibi veya kiracı olmalarından bağımsız bir şekilde verilmelidir. Bu hizmet, aynı zamanda afetzedeler arasında ırk, etnisite, cins veya yaş ayırımı yapmadan sağlanmalıdır.

4.     Afetzedelerin mülkiyet hakları ve güvenliği korunmalı ve bu koruma mülklerinin deprem öncesindeki durumundan bağımsız olmalıdır. İlgili kurumlar mülkiyet haklarını tespit etmek için afetzedelere yardımcı olmalıdır.

5.     Afetzedelerin tam bilgiyle karar vermesi için destek verilmelidir. Afetzedelere tercih hakkı verilmeli ve bu tercih haklarına uygun yeniden iskan opsiyonları sunulmalıdır.

Bu ilkeleri AKP rejiminin öngördüğü felaket kapitalizmiyle karşılaştıralım. Önceki yazımda belirttiğim gibi, OHAL kararnamesi, riskli alan ilanları ve 6306 sayılı kanunla deprem bölgesine dayatılan model depremzedeleri karar alma sürecinin tamamen dışında tutuyor, süreci OHAL kararnameleri ve devlet sopasıyla yönetmeyi öngörüyor. Diyarbakır’daki Sur örneği ve İzmir depreminden sonraki uygulamalar, bu modelin vatandaşın mülkiyet ve barınma haklarına yönelik ciddi bir tehdit olduğunu gösteriyor. Mimarlar Odası raporları, alanda vekil temsil eden avukat açıklamaları ve basına yansıyan ucube ‘kentsel dönüşüm’ hikayeleri bu tehlikelerin boyutuyla ilgili detaylı bilgi veriyor.

Adil ve kapsayıcı yeniden inşa: Deneyler

Türkiye’de izlenen modelin tersine, dünyadaki diğer deneyler yeniden inşa sürecinin başarısının yalnızca ‘betonla’ ölçülemeyeceğini gösteriyor. Endonezya’nın 2004’teki tsunamiyle yıkılan Aceh eyaletinde 20.000 konut inşa eden ve İngiltere’deki uluslararası yardım kuruluşlarını bir araya getiren Acil Afet Komitesi’nin (Disasters Emergency Committee - DEC) raporuna bakalım.

Rapor, yerel medyanın ve hükümetin kurulan konut sayısını yeniden inşa sürecinin en önemli başarısı olarak gören yaklaşımının yanlış olduğuna işaret ediyor. Onun yerine, bölgedeki çelişkileri ve eşitsizlikleri göz önüne alan, toplumda karşılıklı güveni arttıran, çevre etkisini dikkate alan ve ‘daha iyi bir hayat kur’ ilkesiyle hareket eden projelerin daha başarılı olduğunu belirtiyor. DEC toplumda güven, sahiplenme duygusu ve sorumluluk gibi değerleri arttıran bir yaklaşımla yapılan projelerin yalnız betonla ölçülmeyecek bir miras bıraktığını, bunun Aceh deneyinden elde edilen en önemli ders olduğunu saptıyor.

DEC raporunda bu yaklaşımın başarı şansını arttıran etkenler arasında ön plana çıkan üç tanesi söyle:

1.     İmar yardımı sağlanmasında eşitlik kuralına göre hareket edilmeli ve en korunmasız toplum kesimlerinin gereksinimlerinin karşılanmasıyla başlanmalı. Yardımdan yararlanacak kişi ve aileler yerel toplumun katılımına açık ve şeffaf bir süreçle belirlenmeli.

2.     Afet-sonrası imarda gelecekte meydana gelebilecek afetlerin olumsuz etkilerini azaltmaya dikkat edilmeli.

3.     İmar sürecinde afetzede katılımı, iletişim ve kültürel değerleri dikkate alma konularına önem verilmeli. Bu konulara önem vermeyen imar programlarının başarısız kalma ihtimali yüksektir çünkü afetzedeler sunulan konutları ya reddediyor ya da zaman içinde terk ediyor.

Afet sonrası yeniden inşa sureciyle ilgili diğer bir deney, 2015 yılında Nepal’de meydana gelen depremle ilgili. Deprem-sonrası yeniden inşa programı için uluslararası örgütlerden alınacak yardımı azamileştirmek için, Nepal hükümeti depremin hemen ardından Ulusal Yeniden İnşa İdaresi’ni kurdu ve kurulan idarenin yukarıda değinilen BM ilkelerine uyumlu çalışacağını açıkladı. Nepal deneyinden çıkan sonuçlar şu şekilde özetlenebilir.

  1. Depremzede mülk sahipleri tarafından sahiplenilen projeler deprem sonrasında daha güzel mekanlar kurulmasında daha başarılıdır. Bu tür projelerde topluluk üyelerine güvenli inşaat teknikleri ve malzemeleri konusunda bilgi verilmiştir. Bu yaklaşım yalnızca daha güzel yaşam alanları kurmaya yardım etmedi, aynı zamanda yerel toplumda daha güvenli inşaat kültürünün benimsenmesini ve kalıcılaşmasını sağladı.
  2. Yaşlılara, özürlülere ve tek başına aile geçindiren kadın depremzedelere göre tasarlanmış sosyal ve teknik yardım verilmesi bu depremzedelerin iki bine yakın konut inşa etmesini mümkün kılmış ve kadınların işgücüne katılımına katkıda bulunmuştur.
  3. Ulusal Yeniden İnşa İdaresi bu süreçte edindiği bilgi ve deneyi ek olarak kurulan Afet Risklerini Azaltma ve Yönetme İdaresine aktarmış, böylece toplumun afetlere karşı dayanıklılığı için yapılması gereken çalışmalara bir süreklilik kazandırılmıştır.

Sonuç

Yukarıda özetlemeye çalıştığım ilke ve deneyler, AKP’nin deprem bölgesinde dünyadaki deneylerden ayrışan, depremzedeler için ciddi riskler içeren bir model izlediğini gösteriyor. Bu model, afet sonrasında adil ve kapsayıcı bir yeniden inşa modeli değil, deprem şokundan yararlanılarak depremzedelere dayatılan bir felaket kapitalizmi modelidir. Bu haliyle, AKP’nin uzun yılardır izlediği rant-biat stratejisinin bir devamıdır.

Ama veriler başka bir sonuca da işaret ediyor: AKP’nin deprem sonrası ekonomik ve mekansal inşa süreci aslında dar bir siyasi-ekonomik elit tercihidir. Bu oligarşik tercihe karşı alternatifler vardır ve bu alternatiflerin uzun vadede başarılı olma ihtimali daha yüksektir. Adil ve kapsayıcı yeniden inşa modeli olarak literatüre giren bu alternatifler, gençliğimde kimliğimi bulduğum Samandağ ve Antakya dahil tüm deprem bölgesi için yeni açılımlar sağlaması mümkündür. Bundan sonraki yazılarımda, adil ve kapsayıcı modelin ekonomik hayatın yeniden kurulmasıyla ilgili yönlerine bakmayı, bunu yerel aktörlerle iletişim ve etkileşim içinde yapmayı umuyorum.

Mehmet Uğur

Ekonomi ve Kurumlar Profesörü

Greenwich Üniversitesi