Tarihsel gerçeklik bir kez daha tokat gibi vurdu yüzümüze.

Sahi, kimden ne bekliyorduk ki?

Kanlı geçen yüzyılın öncesi de, kanlı geçen altı yüz yıl değil mi?

Ve onun da öncesi kanlı geçen sayısız yüz yıl.

Medeniyetin beşiği Mezopotamya’da, Anadolu’da zaten ne zaman kan durmuş ki?

Bölgeye ait eski bir hikaye ile günümüz durumunu betimlemek uygun olacaktır;

Halkın evlatlarını umarsızca kurban eden bir kral yaşardı bu topraklarda. Severek beslediği de iki yılanı vardı. Zalim, gaddar ve evladı gibi sevdiği yılanlardan başkasını düşünmeyen bu kral, hayatta kalabilmek için her dönemde halktan bir kaçının evladını yılanlarına verirdi. Kimisi onu sevip sayar, çocuklarını gönülden kurban ederdi. Çoğunluğu bu acımasızlıktan kahrolurdu. Bir tanesi ise bunları yapmadı, kendi yaptığı kılıcıyla çocukların intikamını aldı o kraldan. Zalim Dehak hala yaşıyor, sadece estetik ameliyatı oldu. Dehak isim de değiştirdi; ismi „devlet“ oldu.

Zalim krala yeni bir yüz, yeni bir isim verdiler. Devlet ve yılanları sağ kalabilmek için hala halkın çocuklarını yiyor. Firdevsi’nin Şahnamesi’nden bu döneme değişen pek bir şey yok yani doğu cephesinde. Halen zalim krala seve seve çocuklarını kurban edenler de var, bu yüzden kahrolanlar da. İntikam alan demircimiz eksik bir tek!

Hal böyle olunca, Dehak’ın meclisinden savaş tezkeresinin çıkması da, bunun uzatılması da yaşam ve ölüm kadar normal. Trajikomik ama; tek suçlu beklentiye girenler olabilir belki bu meselede. Devletin çocukları yemeyi bırakmasını ve işgal ettiği diyarlardan çekilmesini bekleyenler, içimizdeki çiçeği yeşertenler.

Bir de biz; içimizden bir demirci Kawa çıkartamayanlar.