Mustafa Güçlü / Demokrat Haber

Dicle Üniversitesi, Fransız Dili ve Eğitimi Bölümünü bitirdikten sonra, 1985-1987 yıllarında aynı fakültede araştırma görevlisi olarak çalışan 1990 yılından bu yana da Fransa'da yaşayan Aytekin Karaçoban’la “devrimci sanat“ üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik…

MUSTAFA GÜÇLÜ: Okuyucularımıza kendinizi kalıplaşmış ifadeler dışında sizi en iyi şekilde yansıtacak sözcüklerle tanıtın desem neler söylersiniz?

AKYTEKİN KARAÇOBAN : Bir şiirimde şöyle demiştim : “Bulamadık işte, bulamadık yüzyıllardır sözün gizli hazinesini : Yazılan onca kitap, araştırma tutanaklarımız.” Kalıplaşmış ifadeler dışında beni en iyi yansıtacak sözcükler bu şiir cümlesinde yatmaktadır. Bulamayacağını bilse de sözün gizli hazinesini arayan, bu arayışlarının tutanaklarını yazan biriyim.

MG: Uzun yıllardır yurtdışında yaşıyorsunuz. Bu bir zorunluluktan mı yoksa bilinçli tercihten mi kaynaklandı? Buna bağlı olarak farklı bir kültürde yaşamanın ve üretmenin zorlukları ya da kolaylıkları nelerdir?

AK: Yurtdışına ilk çıkışım, 1988 yılında bir yüksek lisans eğitimi için Fransa’ya gidişimle başladı. Diyarbakır’da, Dicle Üniversitesi, Eğitim Fakültesi’nin Fransızca bölümünde araştırma görevlisi olarak çalışıyordum o zamanlar. Diplomamı alıp geri döndükten sonra işler hiç iyiye doğru gitmedi. Bir yandan siyasal İslamcıların giderek ağırlıklarını duyurmaları, benim de siyasal olarak onlara karşı tavrım bu üniversitede geleceğimin hiç de parlak olmadığını göstermekte gecikmedi. Onlar tarafından izlenmeye alınmama başka kişisel etmenler eklenince yeniden Fransa’ya dönmeye karar verdim. Kısacası, zorunluluklar bir seçimi dayattı.

Farklı bir kültürde yaşamanın zorlukları ve kolaylıklarına gelince, bu konuda Müslüm Kabadayı’nın yayımladığı “Farklı Coğrafyalarda Üretenler” (Klaros Yay., 2021) adlı yapıtında uzun uzadıya anlattım. Merak edenler oraya bakabilirler. Burada kısaca şunları söyleyebilirim: Başka bir ülkede kendini yitirmeden, ruhsal yaralar almadan yaşamanın, o ülkenin toplumunda bir yer edinebilmenin olmazsa olmaz koşullarından biri öncelikle dil ve iştir. Her iki konuda da güçlüklerim kısa sürede çözüldü. Bu iki cümleye sığdırıverdiğim süreç elbette birkaç yılımı aldı.

Üretmeye gelince, anadilimi hiçbir zaman gözden ırak tutmadığım gibi daha da geliştirmenin bütün yollarını arşınladım. Bu arada Fransızcaya, Fransız yazınına ilgimi ve sevgimi de diri tutmamda çeviri en iyi araç oldu. Fransızcanın olanaklarını Türkçenin olanaklarıyla iç içe geçirerek yazmanın gizine ulaştım. Bu, ister istemez şiirime bir atılım kazandırdı. Sonra genel ağın ortaya çıkışı hem Türkiye’deki insanlarla iletişimimi hem de olup biteni yakından izlememi kolaylaştırdı. Bu arada Fransız vatandaşlığını aldım, toplumun yazın ve siyaset ortamından epeyce insanla tanıştım, yazın dergilerinde yapıtlarımı, çevirilerimi yayımladım. Kısacası burada da toplumun her alanında etkin bir vatandaşı olarak yaşıyorum.

MG: Özellikle Fransız şiirinden Türkçeye çeviriler yapmaktasınız. Yakın zamandaki bir paylaşımınızda Rimbaud’nun “Mayıs Sancakları” adlı şiirinin “Mayıs Sürgünleri” olarak çevrilmesini sorguluyorsunuz. Çeviri şiirin zorluklarını göz önüne aldığımızda verdiğiniz örnekte olduğu gibi asıl metnin özünden sapmalar neden gerçekleşiyor?

AK: Çevirmenler bazen bir sözcüğün anlamını bildiklerinden emin oldukları için sözlüğe bakma gereği duymazlar. Ya da anladıklarının doğru olduğunu sanırlar. “Mayıs Sancakları” (Bannières de mai) adlı şiirin “Mayıs Sürgünleri” (Bannis de mai) biçimine dönüşmesi bu yüzdendir. Yukarıda ayraç içinde Fransızcasını yazdığım başlıklarda dikkat edilirse birbirine benzeyen iki sözcüğü görürüz. “Bannis” sözcüğünün Türkçe karşılığı “sürgünler, sürülmüşler” demektir. Oysa Rimbaud’nun şiirinin aslında “bannières” yani “sancaklar” söz konusudur.

Rimbaud’nun şiirini çözümleyen bir yazıyı çevirirken bu yanlışın ayrımına vardım. Burada bir örnek daha vermek istiyorum. Rimbaud’nun “Sonsuzluk” başlıklı bir şiirinin bir dörtlüğünde şu dizeler yer almaktadır:

“İnsan onaylarından

Ortak atılımlardan

Uzaklaşırsın

Uçarsın göre.”

Bu şiir Türkçeye çevrilmiş mi bilmiyorum, bilmek isterim. Elimdeki Türkçe Rimbaud çevirilerinde göremedim.

Bu dizeleri çevirirken son dizedeki “Uçarsın göre”ye takıldım ve kendimce bir anlam vermeye çalıştım. Sözünü ettiğim yazıdaki şu cümleleri görünce ne büyük bir yanlışın içine sürüklendiğimin ayrımına varıverdim: “Göre… Bu ilgecin tamamlayanı yoktur ve uçarken boşlukta asılı gibidir, daha sonra esrime geçince ciddi bir sorun oluşturacaktır: Bu uçuş neye göre olmakta, hangi kurala boyun eğmektedir? Gel Gör ki Sonsuzluk’ta böyle bir soru saçmadır çünkü atılım, kendi ölçütlerini yaratacak bir eylemin zamansal gelişimi içinde yer almaz, kendi yasasını yaratması gereken bir özgürlük devinimiyle bir tutulamaz (…)” (Jean Pierre Richard, Poésie et profondeur, Ed. Le Seuil)

Buradaki cümleler bize hemen şunu kavratıveriyor: Bir şiiri çevirirken kendinizce anlamlar veremezsiniz. O şiir hakkında yazılanları da okumak, araştırmak gerekir. Ne yazık ki herkes bu olanağı elinde bulunduramıyor.

Şiir çevirisinde sapmaların daha birçok nedeni var ki, hepsini burada sayıp dökmek olanaksız.

MG: Fransız PEN Yazarlar Kulübü üyesi bir yazarsınız. Bulunduğunuz kentteki kültür sanat çevreleriyle ilişkileriniz hangi boyutta? İçinde yaşadığınız toplumda farklı kültürleri dışlayan bir tutum var mı? Bir başka deyişle yabancılık hissediyor musunuz?

AK: Türkiye’de olduğu gibi başka ülkelerde de yazın ortamının yoğunlaştığı yerler çok büyük kentlerdir. Benim yaşadığım kent olan Bordeaux’da kültür sanat ortamı, nedense, cılızdır. Ülkenin birçok yerinde tanıdığım bazı yazarlarla, şairlerle, yayıncılarla ilişkilerim canlıdır. Konuk bir yazar ya da yayıncı kente geldiğinde, şenlikler, kitap tanıtım etkinlikleri düzenlendiğinde giderim. Biliyorsunuz, bu yerler yeni ilişkilerin kurulduğu ortamlardır. Son bir yılda küresel bulaşkı salgını yüzünden yerimizden pek kıpırdayamasak da geçen yıl Türkiye’yi temsil etmek üzere bir uluslararası şiir şenliğine konuk edildim. Geçenlerde, vurguladığınız gibi, Fransız PEN Kulübü üyesi olarak Türkiye’deki yazarların durumunu ele alan bir çevrimiçi toplantıya katıldım. Yine geçen yıl ikinci Fransızca kitabım yayımlandı (birincisi 2000 yılında yayımlanmıştı). Üçüncüsünün eli kulağında ve dolayısıyla haziran ayında yaşadığım kentten pek uzakta olmayan başka bir kente bu kitabın çıkışı dolayısıyla bir etkinliğe katılmak üzere gideceğim. Kısacası, bu ortamla ilişkilerim iyi, gün geçtikçe de gelişiyor. Başka bir deyişle, yabancılık çekme gibi bir durum söz konusu değil. Her toplumda olduğu gibi, burada da yabancıdan, ötekinden korkan, kin güden ırkçı, faşist, bilinçsiz çok insan var. Onları ciddiye almıyorum.

MG: Ülkemizde “Yaratıcı Yazarlık Atölyeleri “ adı altında özel eğitim kurumları tarafından edebiyatın her alanında çalışmalar yürütülüyor. Özellikle alanında tanınmış bir ismin yürüttüğü bu tür çalışmalar belirli bir katılım ücreti karşılığında gerçekleşmekte. Hatta kurs sonunda yapılan çalışmaya ilişkin bir sertifika düzenlenerek katılımcıya verilmekte. Bu tür atölyelerin yaygınlaşmasının edebi üretime olumlu yönde katkı sağlayacağını düşünür müsünüz?

AK: Yazarlığın Okulu, atölyesi yoktur. Bu yerler, düzenleyenlerin kendilerine para kazanma olanağı yarattıkları, katılımcıların bir yol gösterici eşliğinde birkaç satır yazabildiklerini görerek kişisel doyuma ulaştıkları yerlerden biridir. Gerçek yazarlık uzun yılların, emeğin, çok okumanın, çok yazmanın, yeni biçimler, biçemler deneme, üretme çabasının sonucu olan bir etkinliktir. Yazarlık yalnız başına çalışma, öğrenme, bilgilenme, üretme deneyiminin doruk noktasıdır. Bu yerlerin katılımcılara kimi eksiklerini görmekten, onlara bir tür disiplin sağlamaktan başka bir şey vereceğini sanmıyorum.

MG: Şiir yarışmaları ve ödüller üzerinden sürekli gündemden düşmeyen tartışmalar yürütülüyor. En son Arkadaş Zekai Özger Şiir Ödül’ü tartışmalara yol açtı. Bu bağlamda şiir yarışmaları ve ödüller konusundaki düşünceleriniz nedir?

AK : Ödül ve ceza yaşamın her alanında var. Bu düzenek aile içindeki eğitimden, okuldaki eğitimden tutun, toplumsal yaşamın bütün alanlarına yayılmıştır. Dengeli yapıldığı sürece her ikisi de gereklidir bence. Ne ki salt ödül ve salt ceza ya da ödül yerine ceza, ceza yerine ödül verilmesi hem kişisel hem de toplumsal alanda dengeyi bozar. Bizi ilgilendiren alanı, yani yazın ortamını aldığımızda da yaşanan bu dengesizliktir. Bugünkü ödül düzeneği daha çok belirli kesimlerin çıkar ilişkilerini sürdürmesinin bir çarkı olarak döndüğü için sakat bir yapıya dönüşmüştür. Bu yapı elbette daha birçok başka sakat yapıyla bağlantılı olarak işlemektedir. Yaratılacak seçenek bu sakat yanların belirlenmesi, ortadan kaldırılması, bunların dışında bir ödül düzeneğinin kurulmasıyla olanaklıdır. Bunu gerçekleştirmenin ne denli zor olduğunun, ne çok zaman alacağının bilincindeyim. Ödül, bir yazarın yapıtlarıyla okura ulaşmasının yollarından yalnızca biridir. Yapıtın öne çıkarılarak okura kısa yoldan ulaşmasını sağlar. Günümüzdeki ödül düzeneğinde yapıt değil, yazarın kişisel ilişkileri ve yer aldığı yayınevlerinin parasal güçleri öne çıkarılmaktadır ne yazık ki.

Dikkat ettiyseniz, son çıkan tartışmalar da, daha öncekilerde olduğu gibi yapıtlar çevresinde değil, kişiler çevresinde dönmektedir.

MG: Son günlerde gündemden düşmeyen bir tartışmaya sözü getirmek istiyorum. Çünkü uzun zamandır “Türkçe Edebiyat” ve “Türk Edebiyatı” konusunda çok hararetli bir tartışma yürütülüyor. Bu konuya ilişkin düşünceleriniz nedir?

AK: “Türk Edebiyatı”, “İsveç edebiyatı”, “Japon Edebiyatı” dendiği zaman doğrudan Türkçeyle, İsveççeyle, Japoncayla yapılan edebiyatı anlıyorum. Bir yazarın yapıtlarını üretirken doğrudan kullandığı dildir belirleyici olan. Latin Amerika’da olduğu gibi sömürgecinin dilini kullanarak yapıt üretenler bu kuralın dışında tutulur. Orada belirleyici olan doğrudan kullanılan dil değil, ülke yazınıdır. Bulgar kökenli olup doğrudan Türkçe yazan yazarların, Kürt kökenli olup doğrudan Türkçe yazan yazarların yerleri Bulgar ya da Kürt edebiyatı içinde değil de Türk edebiyatı içindedir. Örneğin Milan Kundera, Fransız vatandaşı olmasına karşın uzun yıllar kitapları Çekçeden çevrilip yayımlandığı için Fransız yazarı olarak değil, Çek yazar olarak anılmıştır. İki dili de yapıtını yazarken doğrudan kullanan insanlar var. Bizde Metin Kaya bunun en güzel örneğidir. Dolayısıyla doğrudan doğruya hem Kürtçe hem de Türkçe yazabildiği için şair hem Kürt edebiyatı hem de Türk edebiyatı içinde yerini almıştır.

MG: “Toplumcu Gerçekçi Şiir” günümüzde toplumsal mücadelenin gerilemesiyle de görünür hale gelmekte zorlanıyor. Yayıncılık piyasasını sermaye gruplarının yönlendirdiği ve desteklediği iklimde kendine yeniden alan açmaya çalışan “Devrimci Gerçekçi Şiir” nasıl alternatif hale getirilebilir?

AK : “Devrimci Gerçekçi Şiir” yanlıları içinde yaşanan düzende her zaman itilip kakılsalar da varlıkları hiçbir zaman ortadan kaldırılamamıştır. Bu şiirin her yönden saldırıldığı, kuşatıldığı, güçsüz düştüğü zamanlar olmuştur. Devrimci gerçekçi şiir Anka kuşudur; küllerinden yeniden doğar. Sorumluluğu da bu yeniden doğuşu direngenlikle gerçekleştirmekte yatmaktadır.

MG: İçe dönük bireysel sanat anlayışına karşı bu gidişattan hoşnut olmayan devrimci sanatçılar birlikte hareket etmenin zeminini yaratabilir mi? Yani bir karşı duruşun işaret fişeği sayılacak bir karşı oluş hali inşa edilebilir mi?

AK : Dokununca içine çekiliveren bir kaplumbağa ya da kirpi dili kullanan şairlerin sayısı gittikçe artıyor. Adı açıkça dile getirilmese de “saf şiir” denen bir söz salatası ortalığı kaplamış durumda. Aslında bu, korkuya, sessizce kendi köşesinde gözyaşları dökmeye, çaresizliğe, umutsuzluğa, edilgenliğe giydirilen cafcaflı elbiseden başka şey değil. Genellemelerden her zaman uzak durduğumu burada ayraç içinde belirteyim. Sözünü ettiğim şey ilk bakışta göze çarpandır. Bunun yanı sıra sözünü esirgemeden, yani dilini cebinde saklamadan, söyleyeceklerini yoğun söz bulutu, sisi içine sokmadan, gerçekliği devrimci bir bakışla sanat yapıtına dönüştüren; günlük yaşamın köleleştirici dayatmaları karşısında özgürlüğünü elde etmeye çalışan insanın yanında olduğunu gösteren, yalınlıktaki derinliği gözeten, yaşanması git gide güçleşen dünya karşısına yazdıklarıyla daha yaşanır bir dünya koyan şairlerin sayısı artmalı.

Şiir artık yaşama dönmelidir. Karşı duruşun işaret fişeği ancak oradan fırlatılabilir.

MG: Son söz olarak neler eklemek istersiniz?

AK: Bu söyleşi olanağını verdiğiniz için teşekkür ediyorum.

ÖZGEÇMİŞ

1958'de Kırşehir'de doğdu. Lise öğrenimini Ankara'da tamamladı (1976). Diyarbakır'da, Dicle Üniversitesi, Fransız Dili ve Eğitimi Bölümü'nü bitirdikten sonra, 1985 yılından başlayarak aynı fakültede iki yıl araştırma görevlisi olarak çalıştı. Bunun ardından Fransa'da yüksek lisans yaptı. Bitirme tezi "Fransız Direniş Şiiri" üzerinedir. 1990 yılından bu yana Fransa'da yaşıyor.
1978 yılından bu yana şiirleri, yazıları, düzyazı ve şiir çevirileri Türkiye'de ve Fransa'daki dergilerde yayınlanmaktadır. Türkiye'deki dergilerden bazıları şunlar: Yeni Türkü, Türkiye Yazıları, Edebiyat 81, Yazın Dergisi (Anyazko), Akdeniz, Su, Yarın, Sanat Rehberi, Promete, Sombahar, Yeni Biçem, İzlek, Edebiyat ve Eleştiri, Varlık, Kavram ve Karmaşa, Şiir-lik, Dize, Pencere, Poetik'us, Düşlem, Amida, Şiir Odası, Kum, Adam Sanat, Akatalpa, Şiirden, Kurşun Kalem, Edebiyat Nöbeti, Yaşam Sanat, Sözcükler...

YAPITLARI

Şiir:

-Ben Gülün Kardeşiyim, Memleket yay., 1988, Ankara

-Pablo Neruda'yla Söyleşi, Mezopotamya yay., 1995, Stockholm

-Anlık Görüntüler, Öteki yay. 1998, Ankara

-Kavuşma Tadında, Pervaz yay., 2000, Ankara

-Yüksek Gerilim Hattı, Bencekitap, Ekim 2015

-Zaman Sızdı, Ürün Yay., Eylül 2018, Ankara

-1000+1 Soru, Ürün Yay., Eylül 2019, Ankara

-Çatlak Çan, Ürün Yay., 2020, Ankara

-Çalkantılı Deniz, (Toplu Şiirler), Klaros Yay., 2020, Ankara

Düzyazı:

-Pablo Neruda, Yaşamı ve Şiirleri, Chiviyazıları Yay, 2017.

Fransızcadan çeviri:

-Joyce Blau, Kürtler ve Kürdistan, Eleştirel Bibliyografya, Mezopotamya yay.,
1994, Stockholm

-Nureddin Zaza, Bir Kürt Olarak Yaşamım, Mezopotamya yay., 1994, Stockholm

-Thomas Bois, Folklorları Işığında Kürtleri Ruhu, Mezopotamya yay., 1994,
Stockholm

-Charles Dobzynski, Külü Yok Belleğin, Öteki yay., 1997, Ankara

-Volodia Teitelboim, Pablo Neruda, Kavram Yayınları, 1999, Istanbul

-Isabelle Desesquelles, Her Seyi Hatırlıyorum, Dünya, 2005, Istanbul

-Volodia Teitelboim, Senin Zamanın, Pablo Neruda, Doruk Yayınları, 2008, Istanbul

-Marc Jimenez, Estetik Nedir, Doruk Yay. 2008, Istanbul

-Şiir, Büyülü Çığlık, Şiirden Yay., 2017, İstanbul.

-Michel Onfray, Gerçekleşmeyen Gerçeklik, Don Kişot İlkesi, Everest yay, 2017

-Jean Pierre Richard, Baudelaire'in Derinliği, Ürün Yay., Eylül 2018

-Claire Lajus, Kulağı Kirişte Ve Yayınları, 2021

-Şiir, Kafada Çakan Şimşek, Klaros Yayınları, 2021

Fransızca yapıtları:

-İmages Instantanées (Anlık Görüntüler), Ed. Le Bruit des autres, 2000

-Par la porte entrouverte (Aralık Kapıdan), Ed. Domens, 2020