Tunus’un 23 yıllık diktatörü Bin Ali’yi apar topar Suudi Arabistan’a sürgüne kaçmaya zorlayan Tunus Devrimi kısa bir zaman içinde sonuçları tüm Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da hissedilen bölgesel bir sarsıntıya dönüştü. Tunus halkının yoksulluk, işsizlik ve siyasal baskılara karşı başlattığı ayaklanma Mısır, Cezayir, Ürdün, Yemen, Filistin ve Suriye’de yankılandı. Fakat Mısır bu sarsıntının kendisini en güçlü şekilde hissettirdiği yer oldu; Tunus halkının geçen yılın Aralık ayından beridir yükselttiği isyan bayrağını, 30 yıllık Mübarek diktatörlüğünden bunalmış Mısır halkı devraldı. 25 Ocak’tan beridir Arap dünyasındaki tektonik sarsıntıların yeni merkezi Mısır oldu.

Gözlerimizin önünde Mısır halkı yeni bir tarih yazıyor. Mısırdaki ayaklanma, Arap dünyasının en örgütlü işçi sınıfına sahip bu en kalabalık ve önemli ülkesini devrimin eşiğine getirdi. 20 milyon nüfusuyla bölgenin en kalabalık şehri olan Kahire Mısır’daki ayaklanmanın başkenti haline geldi. Kahire kazanırsa tüm Mısır kazanacak; Mısır kazanırsa Batılı emperyalist güçlerin ve Ortadoğu’daki diktatörlerin ortak çabalarıyla kurulmuş bölgedeki tüm dengeler alt üst olacak; demokrasi kazanacak. Mısır halkının başlattığı ayaklanma başta ABD olmak üzere Batılı emperyalist güçlerin ve onların bölgedeki en önemli müttefiki İsrail devletinin şimdiden en büyük kabusu haline geldi.

Tunus ve Mısır’da ortaya çıkan ve bölgenin diğer ülkelerine de sıçramış olan devrimci durum Ortadoğu’da ikinci Soğuk Savaş döneminde, yani 1970’lerin sonu ve 1980’lerin başında kurulmuş olan rejimleri kökünden sallıyor. Batı’da Reagan, Thatcher, Kohl gibi yeni-sağ hükümetlerin iktidarda olduğu bir dönemde bölgede kurulmuş olan neo-liberal, batı yanlısı, otoriter ve baskıcı rejimler aşağıdan gelen kuvvetli bir demokrasi talebinin basıncı altında yavaş yavaş tarihin dışına itiliyor.

ABD ve diğer Batılı güçler bile bölgedeki en sadık müttefikleri olarak işaret ettikleri Mübarek’i, bu birden patlak veren ve bir türlü dinmek bilmeyen halk ayaklanması karşısında artık desteklemelerinin mümkün olmadığının farkına vardılar. Onların muradı Arap dünyasının bu en önemli ülkesinin kontrolleri altından çıkmasına engel olmak; Mısır’ın Mübarek’in kişisel kaprislerine bırakılamayacak kadar önemli olduğunun gayet farkındalar. Bu nedenle Mübarek’in bir an önce çekilmesini ve yerini kendileriyle işbirliğini sürdürecek yeni bir oluşuma bırakmasını istiyorlar. Mübarek’in artık azgın bir azınlığa dönüşmüş olan kendi taraftarları ve İsrail devleti dışında başka bir destekçisi kalmamış görünüyor. İsrail ne Mısır’da ne de bölgenin başka bir ülkesinde demokrasi istemiyor, çünkü bölgede diktatörlerden arınmış demokratik rejimler içinde İsrail’in Gazze’de yaptıklarına dolaylı da olsa destek veren hiçbir siyasal oluşumun iktidara gelme şansı olmadığını gayet iyi biliyor.

Demokrasi Hemen Şimdi!

25 Ocak’tan beridir yanlızca Kahire’nin değil Mısır’ın bütün şehirlerinin, İskenderiye’nin, Süveyş’in sokakları ve meydanları Mübarek diktatörlüğüne son verilmesini isteyen Mısırlılar tarafından işgal edilmiş durumda. Ayaklanmanın başladığı yer olan ve ayaklanmanın sembolü haline gelmiş olan Kahire’nin Tahrir (Kurtuluş) Meydanına geçen Salı günü rejim karşıtı milyonlarca kişi aktı; aynı gün tüm ülkede 4 milyondan fazla insan sokaklardaydı. Benzer bir tablo yine geçen Cuma günü yaşandı. Mübarek iktidarının ömrünü uzatmak, ayaklanmanın enerjisini zayıflatmak için kimsenin artık inanmadığı ve ciddiye almadığı tavizler verdi önce, sokağa çıkma yasağı ilan etti tüm ülkede, rejiminin sadık savunucusu polisler sivil kıyafetler içinde ayaklananlara yönelik provakasyon girişimlerinde bulundu, ayaklanma yüzlerce şehit verdi; fakat Mübarek’in tüm karşı hamlelerine ve manevralarına rağmen bu büyük fırtına duracakmış gibi görünmüyor.

Son meşruiyet kalıntılarını da kaybetmiş olan rejim çaresizce baskı araçlarını kullanmaya çalışıyor. Fakat Tahrir Meydanında ve Mısır’ın başka büyük meydanlarında toplanmış olan kitlelerin iradesinde vücut bulmuş olan ayaklanmanın ruhu eski rejimin bütün ikna ve baskı araçlarını işlemez hale getiriyor. Bölgenin en acımasız diktatörlüklerinden biri aşağıdan, kitlesel ve kararlı bir demokratik değişim talebinin karşısında gün geçtikçe çözülüyor.

Hem Batı basınında hem de Türkiye’de kimi çevrelerde Arap dünyasına yönelik acımasız bir Oryantalizm (“demokrasi Ortadoğu halklarına yabancıdır”), Türkiye’de pek de yabancı olmadığımız bilinçli olarak yaratılımış kör edici bir korkuyla (“Mübarek giderse şeriat gelir”) harmanlanarak servis ediliyor. Bir yandan Tunus ve Mısır’da yaşanılanların nafile şeyler olduğu, buralara demokrasinin gelmesinin mümkün olmadığı, gelenin gideni aratacağı söyleniyor; diğer taraftan Mübarek’in alternatifinin kaos, anarşi, radikalizm ya da şeriat olduğu anlatılıyor; kötümserlik alaycı bir sinizmle birlikte pompalanıyor. Bu türden yaklaşımlara en güzel cevabı Tahrir ve başka meydanlarda toplanmış olan milyonlarca insan veriyor. Bu meydanlarda inananları ve inanmayanları, Müslamanları ve Hristiyanları, muhafazakarları ve devrimci Marksistleri, başı örtülü olanları ve olmayanlarıyla bir araya gelmiş olan çalışan sınıflar, yoksullar ve değişim isteyenler kendi kaderlerini belirlemek için nasıl siyasetin ve tarihin aktif özneleri haline gelebildiklerini, ezilenlerin demokrasisinin nasıl hayata geçirebileceğini hepimize gösteriyorlar. Meydanları gece gündüz dolduran milyonlarca kişi temel ihtiyaçlarını ve en önemlisi kendilerini koruma meselesini tarihin böyle anlarında hep gördüğümüz şekliyle, taban insiyatifi denilen mekanizmayı, doğrudan demokrasiyi hayata geçirerek sağlıyor. Ezilenlerin tarihsel hafızasındaki yerini şimdiden almış olan ayaklanma, bize yıkılmazmış gibi görünen en zorba diktatörlüklerin bile ezilenlerin ve sıradan insanların insiyatifi üzerinde yükselen kitlesel eylemler karşısında nasıl kağıttan kaplanlara döndüklerini bir kez daha gösteriyor.

Ayaklanan kitlelerin verdiği tek bir mesaj var; artık Mısır’da ve bölgede hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Değişimin ne kadar olacağı, ayaklanan kitlelelerin, çalışan sınıfların ve yoksulların talep ettiklerinin ne kadarını alabileceği ve talep ettikleri demokrasinin ne kadarına kavuşabilecekleri önümüzdeki günlerde belli olacak. Mısırda (ve dolayısıyla bölgede) devrimci durumun nasıl bir süreç izleyeceği, yine benzer tarihsel anlarda yaşanmış olduğu gibi, eski rejimin savunucuları ve değişim isteyen taraflar ve onların örgütleri, partileri ve hareketleri arasında yaşanacak mücadelenin seyrine göre belirlenecek. Tunus için söylemiş olduğumuzu Mısır’daki devrimci durum için de söyleyebiliriz: “Büyük ve radikal değişiklikler ve atılımlar görebileceğimiz gibi oldukça dramatik geriye dönüşler de gözlemleyebiliriz. Bu açıdan bakıldığında devrimin yanlızca kısa süreli ve anlık bir olay olduğunu düşünmek yanıltıcı olacaktır; onu haftalar, aylar ve hatta yıllara yayılmış bir süreç olarak görmek ise daha yerinde ve doğru olacaktır.”

Ayaklanamanın ateşi daha henüz sönmedi. Fakat Mısırdaki süreç kesintiye de uğrasa, kazanımlar sınırlı da olsa, ayaklanan kesimlerin içinde yer alan kimi gruplar (örneğin Müslüman Kardeşler ya da Baradey ve yandaşları) vaad edilen tavizleri yeterli bulup eski rejimle anlaşmaya da varsa ayaklanmaya katılmış milyonlarca insanın ve onlarla aynı duyguları paylaşan bölgenin diğer ülkelerinde yaşayan başka milyonlarca insanın aklında ve kalbinde yer etmiş olan değişim ve demokrasi isteğinin silinmesi kolay olmayacaktır.