TTB (Türk Tabipleri Birliği) Pandemi Çalışma Grubundan Prof. Dr. Özgür Karcıoğlu pandemide gelinen noktada dikkat edilmesi gerekenleri yazdı

Dünya'da 10 milyara ulaşan aşılanma sayılarına rağmen salgın giderek daha çok kişiyi etkilemekte.

Haftalık değişimlerin birer çubuk ile gösterildiği aşağıdaki 1 nolu grafikte son 1 ay içinde olgu sayılarının 4-5 kat, fakat ölümlerin %10 civarında arttığı izlenmekte. Olgu sayılarının hızla artması Omicron’un diğer varyantlara göre çok daha kolay bulaşmasının yanında özellikle Kuzey Yarımkürede kış mevsimi nedeniyle kapalı ve sıkışık ortamlarda bir arada olunmasının sonucu. Salgın önlemlerinin gevşetilmesi de bu artışı hızlandırmakta.

Ölümlerdeki artışın daha hafif olmasında Omicron varyantının daha az öldürücü olmasının etkisi bulunmakla birlikte asıl başarı etkin aşılanmanın yüksek düzeylere ulaşmasına bağlanabilir. Yine sağlık profesyonelleri ve kurumların artık antrenmanlı ve bilgilerini yenilemiş olmaları da etkendir.

pandemi-1-1
1 nolu grafik

Aşılanma bizi gerçekten koruyor mu?

Evet. Aşı hasta olmanızı ya da “pozitif” olmanızı etkilemeyecektir. Fakat şiddetli hastalık geçirmeyi, yoğun bakımda makineye bağlı solutulmanızı, ölümü kesin olarak önleyecektir. Bunun tek istisnası örneğin böbrek transplantasyonu geçirdiği için bağışıklığı baskılayan ilaçlar kullanan, ya da diğer nedenlerle şiddetli bağışıklık yetmezliği olan, bu nedenle aşılansa bile yeterli yanıt oluşturamayan kişilerdir. Aşılanma nedeniyle semptomatik hastalık toplumda azaldığından dolaşımdaki virüs yükü de azalmakta, bir süre sonra hasta sayısı da ciddi şekilde düşmektedir.

Ülkemizdeki durum nasıl?

Salgın bugüne kadar 4-5 kez ciddi yükseliş yaşamış, 2020 Mart-Nisan ve Ekim-Kasım aylarındaki ilk yükselişlerde sağlık kuruluşları ciddi yük altında kalmıştır. Ciddi yükten kastettiğimiz, COVID-dışı hastalıklardan hastaneye yatışların, hatta ameliyatların ertelenmek zorunda kalınmasına varan kesintiler olması, sağlık çalışanlarının gündelik etkinliğinin çok üzerinde zorlanmasıdır.

Ülkemizde salgın yönetimi gelişmiş dünya ülkelerinden farklı olarak meslek kuruluşları, uzmanlık dernekleri ve genel olarak bilim topluluğunun dışında şekillenmiştir.

Öncelikle, ülkemizde aşılanma sanıldığı gibi yüksek değil, çok düşük düzeydedir. Etkin aşılanma, bağışıklık koruması altında olan nüfusun oranı ile ölçülür. Etkinliğinin yüksek olduğu bilinen mRNA aşıları ile yakın zamanda aşılanmış, bağışıklama koruması altındaki nüfusumuz ancak %25-30 oranındadır. Yani ünlü haritamızı maviye boyayan aşıların büyük kısmının koruma süresi geçmiştir. Nüfusun büyük kısmının 2021 Ocak-Nisan döneminde aşılandığı bilindiğine göre bu grubu aşılı olarak kabul etmek bizi yanlış olarak, gereksiz bir iyimserliğe götürecektir.

Salgına karşı aşılanma başladığında tek seçenek olarak bulunan inaktif CoronaVac aşısının etkinliğinin daha düşük olduğu bilinmesine karşın sağlık çalışanları ve diğer riskli gruplar bu aşı ile aşılanmak durumunda kalınmıştır. Halbuki tüm gelişmiş ülkeler mRNA aşıları ile salgına karşı mücadele etmiş, ölüm sayıları bu şekilde düşmüştür. CoronaVac gibi inaktif aşılar değil, Turkovac gibi aşı olmanın temel gerekliliklerini henüz karşılamayan aday bileşikler değil, gelişmiş ve sorgulanabilir yöntemle üretilen, çalışmalarda yüksek etkinlik gösteren mRNA aşıları sağlıkçı ve diğer yüksek riskli gruplarda önceliklendirilmelidir.

TTB (Türk Tabipleri Birliği) Pandemi Çalışma Grubundan Güçlü Yaman’dan aldığım aşağıdaki 2 nolu grafikte ülkemizde son iki ayda olgularda hızlı artış izlenirken ölümlerin daha hafif etkilendiği, ancak Ocak 2022 ikinci yarısında anlamlı bir yükseliş olduğu izlenmektedir.

pandemi-2-1
2 nolu grafik

PCR mi yapalım, hızlı test mi?

PCR testi salgın yönetiminde bu aşamadan sonra önemini yitirmiştir. Hastaneye yatırılan ağır olgularda, obezite, kanser, diyabet, kalp veya akciğer hastalıkları gibi ölüm olasılığı yüksek olan gruplarda influenza A ve B’den ayırt etmek, virüsün üzerine eklenen ve ölümlerden asıl sorumlu olduğu düşünülen bakteriyel enfeksiyonları tanımak için bu testler önemlidir. Toplum taramasında PCR kullanımı ise “test yok-vaka yok” durumuna yol açabilmekte, salgının olduğundan daha hafif görünmesine yol açmakta. Nitekim son haftalarda PCR testlerinin semptomatik olgularla sınırlanması olgu sayılarını azaltmıştır, ancak bu bir yanılsamadan ibarettir.

PCR toplumda genel tarama testi olarak kullanılmaz, hızlı testler onun yerini almalıdır. PCR testlerinin şimdi uygulandığı şekilde kullanımı yerine iptali daha doğru olarak görülebilir. Hızlı testlerin, antijen testlerinin ülkemizde kullanımının neden yaygınlaşmadığı anlaşılamamakta. Asemptomatik, genç, ek hastalıkları olmayan bireylerde test için zorlama yerine aşılanma ve bağışıklanmanın yaygınlaştırılması ön planda olmalı.

Salgın stratejisinde en önemli sorunlardan biri insanların hasta olmasının beklenmesi, başvurduğu sağlık kuruluşunda önlem almaya başlanmasıdır. Özetle pandemi hastanelerde değil, toplumda, evlerde, temaslı takiplerinde, risk grubu taramalarında karşılanmalı. Koruyucu hekimliğin güçlendirilmesi, temaslı takibi, riskli grupların taranmasının öne çıkarılması, gerçek bir filyasyonun gerçekleştirilmesi anahtar önlemlerdir.

Devlet kampanya yapmıyor mu?

Hayır, yeterince aşılama kampanyası yapıldığını söylemek mümkün değil. Biz gerçek bir kampanyayı sigara bırakma gibi konulardan biliyoruz. Nasıl trafikte sorumlu araç kullanımı ile ilgili söylemler gerektiğinde sert yaptırımlarla destekleniyorsa, toplum sağlığını ilgilendiren bu konuda da yaptırımlar olmadan sonuç alınamaz. Bakanlığın söylem düzeyinde kalan ‘aşı olun’ çağrıları kesinlikle yeterli bir davranış değişikliğine yol açmamakta.

PCR zorunluluğu konusunda gördüğümüz karar değişiklikleri toplumun kararlara saygısını azaltacağından toplamda aşı olma davranışını da, maske, mesafe gibi diğer önlemleri de azaltma sonucunu doğuracaktır. Örneğin son aylarda zorunlu olarak maske kullanılan belli ortamlar dışında toplumun büyük oranda maskesiz olduğuna hepimiz tanık olmaktayız. Havayollarında PCR zorunluluğu söz konusu iken kara ve deniz yollarında bu tür bir uygulamanın olmamasının bir mantıksal açıklaması yapılamayacağından tüm salgın yönetimine karşı güvensizliğe, bunun da sonucunda önlemleri ciddiye almamaya yol açılmaktadır. Özellikle önlemleri ‘gevşetme’ kararları halkta ‘devlet bile gevşetiyor, biz neden sıkalım ki?’ yaklaşımını doğuracaktır.

Kararlar tabi ki salgının gidişine göre zaman zaman değişebilecektir. Ancak bu değişiklikler de ana strateji gibi meslek kuruluşları, uzmanlık dernekleri, hatta hasta dernekleri ile birlikte tartışılmalı, yürütülmeli.

Açıklık, şeffaflık birçok diğer konuda olduğu gibi salgın yönetiminde de su ve ekmek gibi vazgeçilmezdir. Örneğin yapıldığı açıklanan testlerin ne kadarının asemptomatik de olsa özellikli gruplara (üst düzey memurlar, profesyonel sporcular, meclis personeli gibi) ne kadarının hastanelerde semptomatik başvurularda, ne kadarının riskli gruplara, temaslılara yapıldığını bilmek salgın yönetimine katkı sağlar. Benzer şekilde ölüm verilerinin de testlere bağlı değil, yüksek klinik şüpheli ölümleri kapsayacak şekilde açıklanması, yani hekim ön tanısı ile bağlantılı olması gerekir. Mezarlıklar Müdürlüğü, TÜİK gibi kuruluşların da buna katkı sağlaması ile güvenilir verilere ulaşabiliriz.

Bilgi kirliliğinin üzerine net ve bilimsel bilgi kanallarını açarak gidilmeli. Bilgi azlığı ve kirliliği, hem aşı tereddüdünü artırmakta, hem de gereksiz vitamin-katkı satışları, yanlış ilaç kullanımı, antikor testleri gibi yan yollarla zarar vermekte.

Kolektif akıl, liyakatli danışma, demokratik katılımcılık ile yönetim şu an yaşadığımız birçok sorunu tersine çevirebilirdi. Önlem almak bireylere bırakılmadan önce toplumsal ve kamusal önlemler net bir şekilde hissettirilmeli. Okullar ilk değil son kapatılması gereken kurumlardır. Aksine, sıkışık ortamlarda üretim yaparak günlük kazancını sağlamak zorunda olan emekçilerin öncelikli risk grubunda olduğu anlaşılmalı. Doğru fakat yetersiz “maske-mesafe-hijyen” sloganının, havalandırma, temaslı izlemi ile birleştiğinde anlam kazandığı görülmeli. Hidroksiklorokin gibi Favipiravir'in de yersiz ve yanlış kullanımı uzmanlık dernekleri ile birlikte hareket edilerek daha çabuk anlaşılabilmeliydi.

Sonuç: Dünya halkları bu pandemi ile birlikte bilimin insanlık için yaşam kadar ihtiyaç olduğunu anlamıştır. Virüs, hurafelerle değil gerçeklerle hareket edilmesinin ekmek ve su gibi insan hakkı olduğunu yüzümüze çarpmıştır. Toplumsal bağışıklamanın yaşam kurtardığı net olarak anlaşılmış, herkes güvende olmadan bir kişi, grup veya ülkenin güvende olmayacağı gün yüzüne çıkmıştır. Salgının büyük yükselişlerle seyrettiği ve çok fazla ölüme yol açtığı ülkelerin büyük kısmının (ABD, Brezilya, Rusya, Hindistan) bilimi ve katılımı önemsemeyen otokratik yönetimler altında olması, salgını çok iyi yönettiği kabul edilen ülkelerin hemen tümünün ise kadın ağırlıklı, demokratik, en azından eşitlikçi ellerde çekip çevirilen gelişmiş toplumlar olması da önemli dersler içermekte.

Vahşi kapitalizmin kar hırsıyla doğaya saldırıları sonucu yeni ve kötü bir varyant gelmezse, aşı eşitsizliği yok edilirse, tünelin ucundaki ışığı göreceğiz.

______________

Prof. Dr. Özgür Karcıoğlu

TTB (Türk Tabipleri Birliği) Pandemi Çalışma Grubu