“Akrep gibisin kardeşim,

korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.

Serçe gibisin kardeşim,

serçenin telaşı içindesin.

Midye gibisin kardeşim,

midye gibi kapalı, rahat.

Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.

Bir değil,

            beş değil,

                       yüz milyonlarlasın maalesef.

Koyun gibisin kardeşim,

gocuklu celep kaldırınca sopasını

sürüye katılıverirsin hemen

ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.

Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,

hani şu derya içre olup

                            deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.

Ve bu dünyada, bu zulüm

                                     senin sayende.

Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer

ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak

                       kabahat senin,

                                      demeğe de dilim varmıyor ama —

                       kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!”

Nazım Hikmet

***

Uzun yıllar önce sohbetine, diline doyamadığım yaşlı bir üstadımız vardı, her konuşmasında tekrarlardı, “insan olmak, meşakkatli iştir. Ahaa da gördüğün her insan kılıklıyı insana sayma, insan, dedin mi, bütün canlıların en evrimleşmişini kastedeceksin, öyle insan kılığına girmiş her denyoyu insan yerine koyup, insan muamelesi etmeyeceksin“.

Çok uzun yıllar düşündüm durdum, kimdir ki bu insan, insan nasıl olunur? En cok Nazım’ın şiirlerinde tanıdım ben memleketimin insanını, İNSAN olmayı. Bu günlerde bir daha, bir daha okuyorum, belki anlamlandırabilir miyim bugünü, bu kararmışlığı, bu rahatlığı...

Kırılma noktası nerde başlıyor, bana dokunmayan yılan bin yaşasıncılık, ne zaman komşum ölürken ben nefes alamama dönüşür? Ülkenin doğusunda insanlar cenazelerini bile kaldıramazken, ülkenin batısında başka bir çoğunluk günlük telaşeleri, akşam televizyondaki dizi kahramanlarının kim kiminle nerde, saçma sapan adını bile bilmediğim yarışmaları kimin kazanacağı iddiasıyla, kimin hangi kocayı seçeceğinden daha önemli konuları olmadan yaşayıp gidiyor.

Bir ülke hayal edin, her gün sahillerine savaşlardan kaçan mültecilerin cansız bedenleri vuruyor, toprakları yağmur yerine, alınteri yerine halkının kanıyla sulanıyor. Toprak kabul etmiyor artık yaşanan vahşeti, toprak üstünde kalıyor bedenleri ölülülerin günlerce... Ve bir halk düşünün hala, magazin programlarında kim kiminle neredeyi düşünebiliyor en fazla. Aklım havsalam almıyor diyorsanız, dahası da var; o ülkenin cumhurbaşkanı artık bütün açıklığıyla diktatörlüğünü ilan ediyor, hem de insanlık tarihinde gelmiş geçmiş en acı tecrübeyle yasanmış bir dönemi işaret ederek, tüm dünya basını onun sözlerini manşetlere taşırken, o ülkenin yandaş basını yardakçılığın dibine vurup, cumhurbaşkanımızın sözleri çarpıtıldı manşetleri atıyor.

Ey halkım soruyorum, vicdaniniz, aklınız, yüreğiniz nerde? Gerçekten bir kilo pirince bir poşet kömüre insana dair her şeyinizi mi verdiniz? Aklınız yerindeyse aklınıza, yüreğiniz yerindeyse yüreğinize, vicdanınız kaldıysa vicdanınıza danışın, kaldırın kafalarınızı gömüldüğünüz kumdan, kapatın televizyonları ve bir kere sorun kendinize, bunca baskıya, zulme, katliama ses çıkarmayan sen, senin için ses çıkaracak kimse kalmadığında nereye kaçacaksın, ülkenin sahillerine vuran o bedenlerden biri sen, senin çocuğun, ablan kardeşin olana kadar başını gömüldüğün o kumdan çıkarmayacak mısın gerçekten? Sahi kimdi İNSAN? Dünyanın en tuhaf mahlukuydu...