“seni çocukluğuma / katık yaptım / şiirin sesi / duy beni”
Şerif Temurtaş

Şerif Temurtaş, 1980 sonrası şiirimizin yetiştirdiği Toplumcu Gerçekçi şairlerimizden biri. Onun şiirine dünya görüşü önemli oranda etki etmiştir. Şiirlerinde Hasan Hüseyin, Gülten Akın, Ahmet Telli, A. Kadir, Enver Gökçe gibi şairlerin isimlerini anarken kendisini ait hissettiği sanatsal oluşumu imler. Onun durduğu yerden göçmen kuşlardan tarla işçilerine, Filistin’deki özgürlük savaşçılarından Haiti’de göçük altında kalan yoksullara, dağ başındaki çobanların yanık türkülerinden fabrikadaki kızların mırıldandıkları ezgilere kadar uzanan, insanı ve hayatı ilgilendiren geniş bir panorama işlenmektedir.

Ten ve Kül, Güz Çığlığı ve Zemheriden Sonra Bahar’ın şairi Temurtaş; kendine özgü coşkulu üslubuyla köy, kasaba ve kent insanının sıradan gibi gözüken hayatlarını varlık penceresinden irdeler. Şairin şiirlerinin bir yanı lirizm yüklü ise diğer yanı isyan içermektedir. Emekçileri, çocukları, yurdunun alın terleri kutsal insanlarını, çoban ateşlerini, kuşları sonuna dek sever. Bu sevgi Anadolu mayasıyla yoğrulmuş, gözesi belli, katışıksız ve tertemiz bir sevgidir: “sevdim seni ey insan / Hermos’un sularında kurtuldum günahlarımdan / aktı içimden insanlığın kaç bin yıllık kiri”(1) Çünkü sevgi en inatçı, en köklü kirleri bile akıtır hem bugünün hem tarihin kalbinden. Elbette öte yandan kötüye, sömürene, ezene karşı hınç besler şair. 

Serif-Temurtas.jpg-1

Şiir, genellikle kötü işler yapan insan soyunun dünya üzerindeki anlamlı işlerinden biri. Boşlukta sallanan serseri bir sarkaca benzeyen insan, şiirin içsel gücü ile parçalanmaz bir bütünün ufacık ve sıradan bir öğesi olduğunu kavrar. Onun evrendeki duruşu kötülükten, karanlıktan yana değil; iyilikten, aydınlıktan yana olmalıdır. Neredeyse sonsuzlukla yaşıt bir kavgadır bu sözü edilen. “ay düştü geceye / durma şiir mevziye” (2)  diyen Temurtaş’ın şiir anlayışında şiir de mevziisinde yerini almalıdır.

Yurt sevgisi Temurtaş’ın hemen hemen her dizesinde karşımıza çıkan bir içerik. O, yurdunu bencilce, nimetlerinden faydalanmak üzere sevmez. Yurdu uğruna gerekirse yanmayı göze alır, yeter ki yurdu  ve halkı sağ olsun. Ovaya inen çakallar, çevre yanı saran kötücül insanlar şiirinde ötekileştirilirler. “Yurdum kalsın, ben yanayım” (3) der. Yurdunu ve yurdunun insanlarını özgür görmek ister. Darağaçların kırıldığı, fırtınalarının şairlerce dağlara taşındığı bir yurda ilişkin dile getirir umudunu. Ona göre şairin yaşamı yurdunun özgürlüğü ile özdeşleşmelidir. Yurdunu kimsesiz bulur. Fakat bu unutulmuşluk onda yılgınlığa yol açmaz, çünkü göğsünde güneşi taşımaktadır. Güneşi görür o, seher vaktinde “yılkıya bırakılmış atlar gibi / öyle garip kimsesiz yurdum” (4) diye kederlenir.

Serif-Temurtas

İnsanlı dünya kan ve gözyaşı ile sınırlara ayrılmış, vahşi ormanlardan daha acımasız.  Bütün dünyayı sarar şairin her üç kitabındaki şiirler. Filistin’de oluk oluk akan kanı, Bolivya’da yalnız bırakılan devrimcileri, Haiti’deki enkaz altında çürüyen yoksul insan bedenlerini şair duyarlılığıyla içselleştirir. Fabrikalarda tüten duman, emeğin sömürülüşü, Ortadoğu’da akan kan kalbinde hüzne dönüşür. “akar kanlar şorul şorul / yüreğim kanlı bir filistin olur” (5) der.  Bolivya’daki yalnız devrimciler sanki kalbinin aynasıdır.  Bir yanı Haitide’dir, etleri çürür orada; diğer yanı Kızılay’daki işçilerin direnişinde…  Sömürgecilerin hüküm sürdüğü Asya, üzerinde akbabaların -hem gerçek hem mecaz anlamda-  dolaştığı, açlığa terk edilmiş Afrika, her şeyden ve herkesten uzak Antartika en az Anadolu kadar yurdudur onun.  

Temurtaş’ın şair duruşu suskuya karşıdır. Ona göre yalan yanlış konuşanlardan, ezenlerden ve sömürenlerden çok susanlar suçludur. Okurundan susmamasını ister çünkü insan ancak direndiği kadar insandır. Korkarak susanların mezarlığı gibidir tarih. İnsanlığın karşısındaki egoları asla doymayacak olan düşmanlar da her zaman kalleştir: “susan da suçlu konuşan da / tarih hırçın / düşman kalleş / korkakların yurdu yok / türküler suskun / kirlendi asi duyguları insanlığın” (6)

 Şair, köyde doğmuştur, orada büyüyüp tertemiz havasında derin derin nefes almıştır, bu yüzden şehirde boğulur, dağları özler.  Doğup büyüdüğü yerleri bir kale gibi kuşatan dağları, köyünü, kasabasını ve içinde yaşadığı doğaya ait bütün unsurları sever. Doğa onun için salt bir manzara hükmünde değildir. Kuşuyla, çobanıyla, kuzusuyla, karıncaları ile bulutları ile bir bütünün her biri aynı değere sahip parçalarıdır. Cemreler düşerken obasında güneşe dair düşler kuran çobanla özdeşleşir. Güneş aydınlığın ve gelecek güzel günlerin simgesidir onun imgeleminde.  Sevdiğine seslenirken bile, “sen köyüm kadar güzeldin / ben de kuvvayi milliye kadar seni severdim” der.(7)  Yıldızlar, bütün kuşlar şairin düş ortaklarıdır;  düşlerim yıldızdır, kumru ve üveyik… Yurdunun ağıt sesleri ile yankılanan dağları vardır Temurtaş’ın dizelerinde.  

Keder ve hüzün insana ilişkin, bambaşka bir geleceğe ilişkin umudu olan her şairin kimi zaman uğradıkları bir duraktır. Geniş esin kaynağıdır üstelik. Yara sahibi her kalp hüzünlenir. Bireysel ya da toplumsal kaygılar gerçek şairin çıkış noktalarıdır.  Şairin kederleri yeni yetme kederler değildir. İnsanlık tarihi kadar eski çağlara dayanır çoğu: “isli bacalarda bin yıllık keder / gece yarılarında / sıcak somun kokusu / en çok kan topladım gözlerimde” (8) Ve kimi zaman da çok sevilen birinin ölümü önce hüzne sonra dizeye dönüşür, çünkü her ölüm ayrılık demektir en çok.

Çocukları, baharı, güneşi, kır çiçeklerini, cemreleri sever Temurtaş, filiz veren ağaçları da. Çünkü onlar umut ve aydınlık yarınlar demektir. Vicdanı yitik ülkelerde çocukların öldürülmeleri üzer şairi oysa yaşamak herkesten çok onların hakkıdır: “ekmek kadar hak olmalı / yaşamak çocuklarımıza” (9) der. Yine şair bilir ve şiirlerine yansıtır ki emekçi çocuklarının ekmek paraları utanmaz bir cesaretle çalınmaktadır. Sömürü, bıkmadan usanmadan alın terinde ve emekte gerçekleşmektedir.  Emek hırsızlarına da Anadolu insanının diliyle kötü dileklerde bulunur.

Temurtaş’ın imge dünyasında aşk toplumsal ve evrensel duyarlılıklarla dokunmuştur.  Hayat onun için aşk ve şiir kokmaktadır. Ve içe dönük bir yalnızlıktan ibarettir. Bir devrimi sever gibi sever. Dünya öyle büyük bir yangın yeridir ki atlasın neresine dokunsa elleri tutuşur. Böylesi bir ateşin ortasında aşklar da firaridir, tıpkı diğer güzel duygular gibi. Ten ve Kül’de aşkı bir yıldız kaymasına benzetir, kasaba yalnızlığına eşdeğer tutar, sayısız hayal kırıklığı olarak niteler. Sevgilisi uçurumdur, aşk ise kimi zaman ölüp ölüp dirilmek, kimi zaman harman yeridir onun için: “susarsam kanar yapraklarım / heybemde katığım isyan / dövende öğüttüm derdim / harman yerisin aşk” (10)  

Binlerce haksızlık üzerine oturtulmuş olan dünya, kocaman kavgaları gerektirmektedir şaire göre. dağlarda uğul uğul  gürüldeyen kavgaları sevdiği kadına duyduğu hisleri bile isyan eden yanına duyduğu bağlılıkla anlamlandırır. Sevgisi sıcak somunun buğusunda; iyiden ve güzelden yana kavgasında yeşerir. Sevdalısından direnenlerin türkülerini dinlemek ister, dokuz sekizlik oyun havalarını değil. Kavga ve direnişe adanmıştır  “ince yarayım şimdi ben / içimde bir isyan bir haykırış / sırılsıklam kavgayım/ yağmur yüklü bulutlarda”(11) diyen Temurtaş’ın şiirleri.

Şerif Temurtaş, her üç kitabında da arı duru söyler içinden geçenleri; yoğun söz oyunlarına, kapalı anlatıma başvurmadan. Anadolu ozanlarının nefesinden, dağda ateş yakan çobanların ezgilerinden alır gücünü. Dolambaçlı yollara çağırmaz okurunu. Yine de bir o kadar içli ve derindir dizeleri.

Binlerce okunmaları, çağlara açılmaları dileklerimizle…

 

Alıntılar ve Kaynakça: 

1: Zemheriden Sonra Bahar, s. 42

2: Zemheriden Sonra Bahar, s. 22

3: Güz Çığlığı, s.35

4: Ten ve Kül, s. 49

5: Güz Çığlığı, s. 48

6: Zemheriden Sonra Bahar, s. 32

7: Ten ve Kül, s. 50  

8: Güz Çığlığı, s. 44)

9: Ten ve Kül, s. 17

10: Zemheriden Sonra Bahar, s. 29

11: Ten ve Kül, s. 10

***

Şerif Temurtaş, Zemheriden Sonra Bahar, 2. Baskı, İzan Yayınları, Ankara, 2020.

Şerif Temurtaş, Güz Çığlığı, 2. Baskı, İzan Yayınları, Ankara, 2020.

Şerif Temurtaş, Ten ve Kül, İzan Yayınları, Ankara, 2020.