Belçika’da hükûmetin tam zamanlı haftalık çalışma saatlerinde değişiklik içeren işgücü düzenlemesi geçen hafta yürürlüğe girdi. Haziran ayında yapılan anlaşmaya göre 20 Kasım itibariyle özel sektör çalışanları tam zamanlı bir işte maaş, tazminat ve sosyal hakları aynı kalmak kaydıyla haftada toplam dört gün çalışacak. Çalışanların haftada 38 saat mesai yaptığı ülkede günlük mesai süresi 9,5 saat olarak belirlendi. İngiltere, İskoçya ve İspanya’da haftalık mesai günlerini kısaltan pilot uygulamalar sürerken, Birleşik Arap Emirlikleri’nde 2022’nin başında haftada 4,5 gün çalışma düzenine geçildi. Türkiye’de de haftalık çalışma günlerinin sayısı düşürülebilir mi?

Çalışma günlerinin düşürüldüğü veya pilot uygulamaların yürütüldüğü ülkelerin ortak özelliği haftalık çalışma sürelerinin nispeten düşük olması. Örneğin İngiltere ve İspanya’daki haftalık çalışması süresi 36 saat ile Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü’nün (OECD) haftalık 37 saat ortalamasından bir saat daha az. Türkiye’de ise haftalık çalışmanın yasal süresi özel sektörde 45, kamuda 40 saatten oluşuyor. Hatta OECD’ye göre Türkiye’de haftada 60 saat çalışanların oranı 15,1 ile 38 ülkenin üstünde. Bu oran Belçika’da 4,8; İngiltere’de 4,1; İspanya’da 2,5; Japonya’da 5,6.

Haftalık mesai süresinin kamudaki istihdamda 40 saat ile sabit olduğu düşünülürse 45 saatlik yasal sınırı fersah fersah geçen mesai süreleriyle emek kaybının en çok açığa çıktığı yer özel sektör. Önceki yıllarda bir haber kapsamında görüş aldığım Kocaeli Üniversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümünde Öğretim üyesi Prof. Dr. Aziz Çelik aradaki farkı şöyle yorumlamıştı: “Eşit davranma ilkesi gereği bütün çalışanların 40 saat çalışması gerekir. Devletin, çalışanların bir bölümü için 40 saat başka bir bölümü için 45 saatlik çalışma süresi saptaması eşitlik ilkesiyle çelişir.” Meselâ kamuda öğle tatili de dâhil günlük mesai 8,5 saatken özel sektörde en az dokuz saat. Kamu istihdamında haftalık tatil iki gün, özel sektörde genelde bir gün -nadiren de olsa bazı işletmelerde bir buçuk güne çıkabiliyor.

Türkiye, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) 1957’de işsizliğin ve yoksulluğun azaltılması için kabul ettiği Kırk Saatlik Hafta Sözleşmesi’ni hâlâ onaylamadı. Ülkedeki çalışma biçimiyle hem 45 saatlik yasal çalışma süresinin üzerine çıkılıyor hem de dünya ülkeleriyle kıyaslandığında ülkede ciddi bir emek kaybının yaşandığı görülüyor. Türkiye’de fabrikalarda uzayıp giden mesailerden söz edilirken başka ülkelerde çalışanların mevcut haklarında kayıp olmadan çalışma gününün nasıl kısaltılacağı konuşuluyor. Ancak Kırk Saatlik Hafta Sözleşmesi’nin onaylanmasıyla da sorunun çözümü pek mümkün değil. Mevcut çalışma düzeninde köklü bir değişiklikle haftalık çalışma süresinin en azından OECD ortalaması olan 37 saate düşürülmesi ve işletmelerin bu kurala uyup uymadığının denetlenmesi gerekir.

Bu yapılabilir mi? Ülkede haftada bir günlük tatil ile günlük 12 saat çalışma düzeni olan yüzlerce üretim merkezi ve işletme var. Kapitalizmin kendini yeniden ürettiği alıveriş merkezleri, zincir mağaza ve marketler, seri üretim alanı fabrikalar bayram seyran dinlemeden personelini çalıştırıyor. Sekiz saat sonrası için mesai ücreti uygulaması bazı işyerlerinde var bazılarında yok. Denetim olmadığı için çalışanın ücret kaybı takip edilemediği gibi nedenleri arasında uzun süreli çalışmanın da olduğu iş cinayetleri, işçi ölümleri maalesef önlenemiyor.

Günlük veya haftalık çalışma süresinde işin kilit noktası ise yine devlet ile sermaye sınıfının işgücünü ucuza getirme anlayışı. Yönetici elit kapitalizmden şikâyet ederken bir durup düşünmeli. Ülkede daha az insanla daha çok üretim mantığı işliyor. Zira emeğin metaya dönüşümünde Türkiye ile Avrupa arasında devasa bir fark var. İstanbul Ticaret Odası’nın raporuna göre “imalatta saatlik işçi maliyeti Türkiye’de 5,6 Amerikan Dolarıyken, Almanya’da bu maliyet 47,2 Amerikan Doları.” Devletin teşvik payları da eklendiğinde işten kârlı çıkan her zaman sermaye sınıfı oluyor. Böyle olduğu için de gelir dağılımındaki adaletsizlik arttıkça artıyor.

Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun (DİSK) verilerine göre Türkiye’de işçilerin yüzde 60’a yakını asgarî ücretle çalışıyor. Bu oran Avrupa Birliği’nde yüzde 10’nun altında. Sendikalı olmayan milyonlarca işçinin işverenle toplu iş sözleşmesi imzalama hakkı yok. Asgarî ücretin 5 bin 500 lira olduğu ülkede bekâr bir çalışanın aylık geçim maliyeti 9 bin 470 lira, dört kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı 23 bin 600 lira. Bir ailede erkek ile kadın çalışsa dahi aldıkları ya da alacakları ücret yoksulluk sınırının altında kalıyor; dünyaya gelen çocuklar ise yeterli ve sağlıklı beslenemiyor.

Uzun çalışma süresi ücretlerde kendini gösteriyor daha çok. Bu yüzden ücretlerin yaşanabilir bir seviyeye yükseltilmesi, buna koşut haftalık çalışma süresinin düşürülmesi elzem. Haftalık çalışma saatlerinin düşürülmesi bu yönüyle emek kaybının azaltılması demek. Diğer yandan haftalık çalışma sürelerini düşürecek bir düzenleme, sürelerin kısalmasıyla ortaya çıkacak işgücü ihtiyacını karşılayabilmek için işyerinde istihdam edilen kişi sayısının artması anlamına geliyor ki, bu hemen de üretim kaybı olarak düşünülmemeli: Sistemi uygulayan ülkelerde çalışma süresinin kısalmasına karşılık iş verimliliğinin arttığı da yapılan değerlendirmeler arasında.

Buna rağmen işletmeler yeni işe alımlar yapacağı için riske girmek istemeyebilir. Ancak geniş açıdan düşünüldüğünde Türkiye İstatistik Kurumu’na göre 3 milyon 482 bin, DİSK’in geniş tanımlı işsizlik verilerine göre 7,3 milyonun üzerinde insan çalışamıyor bugün. Geniş tanımlı işsizlik erkeklerde yüzde 16, kadınlarda ise yüzde 26 civarında. Özellikle de genç nesiller, üniversite mezunları yurtdışına gitmenin yollarını arıyor, binlerce insan ise iş bulma umudunu kaybetmiş vaziyette.

Siyasî iktidarın işsizlik sorununun nasıl çözüleceğine dair herhangi bir formülü yok ne yazık ki, konuya “Herkes iş bulacak diye bir kanun mu var?” kabilinden bakıyor. Muhalefet partileri de seçimi kazanmaları durumunda işsizlik sorununu nasıl çözeceklerini anlatmadı şimdiye kadar. Formül işçinin maaş ve sosyal hakları güvenceye alınarak haftalık çalışma sürelerinin, çalışma günlerinin kısaltılması olabilir hâlbuki. Emek sömürüsünün önlenmesi ve işsizliğin azaltılması mümkün.

------

Dün sadece İstanbul’un değil, ülkenin en kalabalık yerinde, İstiklal Caddesi’nde elim bir olay yaşandı. Bombalı saldırıda altı insan hayatını kaybetti, onlarca insan yaralandı. Hayatını kaybedenlere Tanrı’dan rahmet dilerim. Umarım daha başka can kayıpları yaşanmaz. Saldırıdan sonra her zaman olduğu gibi yine yayın yasağı getirildi; internetin bant genişliği daraltıldı. Oysa dezenformasyonu ve olay yerinin gazetecilik süzgecinden geçmemiş görüntülerinin yayılmasını önlemenin yolu sosyal medya mecralarını kullanılamaz hâle getirmek değil. Kamuoyu ancak doğru ve etik ilkelerden ödün vermeden yapılan gazetecilik faaliyetiyle doğrulardan haberdar olabilir. Yayın yasağı gazetecilik mesleğinin, haber kanallarının tümden engellenmesi demek.