Bir ayı geçiyor ki Van Anadolu Konteynır Kent’te kalan 110 aile elektriksizlikle, ilgisizlikle cezalandırılıyor. 23 Ekim 2011 depreminden bu yana çadırkent, konteynır kent derken şimdi kaldıkları yerden çıkmaları ve ‘yerleşik’ yaşama geçmeleri isteniyor. Şimdiye kadar 38 konteynır kentte kalanlar bir şekilde kendilerine kalacak yer buldular. Peki bu 110 aile neden bulamadı? Çünkü bu 110 ailenin içinde ağır hasta, yaşlı, engelli kişiler olup çoğu işsiz ve bir eve geçecek güçleri yok.

En acı olan da konteynır kentte kalanların bu direnişlerini yok sayan, küçük gören yerel iktidar odaklarının var olduğudur. Bu direnişin ideolojik olduğunu ve açlık grevinde olan insanların fırsatçı olduğunu dillendiriyorlar. Bana göre de bu direniş ideolojik. Evet bu direniş ideolojiktir, yani sizin köleleştirme ideolojinizi yerle bir eden bir ideolojik direniştir. Ayrıca bu insanlar fırsatçı değil en doğal hakları olan barınma haklarını talep ediyorlar. Deprem sonrası depremden zarar görenlerin zararlarını tanzim etmekle mükellef olan siyasi iktidar toplumda bu durumda olan insanların varlığından nasıl bihaber olur? Konteynır kentte kalanların bazılarının profilini gerçek isimlerini kullanmadan buraya aktarıyorum ki, şöyle bir durum düşünelim.

Özlem 20 yaşında, ilk evliliğini 17 yaşında yapmış. Ailesi onu akli dengesi bozuk 32 yaşında biri ile zorla evlendirmiş. İlk çocuğuna hamileyken eşinden şiddet gördüğü için ailesinin yanına gitmiş. Ailesi onu çocuğu olduğu için ve boşanmak istediği için reddetmiş. Çocuğu doğurana kadar ailesinin yanında kaldı ve bebeğini hiç göremeden kocasının ailesi çocuğunu alıyor. Daha sonra başka biri ile evleniyor ve ilk çocuğuna hamileyken eşi onu bırakıyor.

Esra 27 yaşında, eşi ise 30. 8 yıllık evli. 4 çocuğu var. En büyük çocuğu 8 yaşında. Son çocuğu ikinci depremde çadırkentte kalırlarken doğmuş. Eşi akrabası ve inşaat işlerinde çalışıyor.

“Yağmurdan kaçarken doluya tutuldum” diye söze başlayan Berivan Teyze 50 yaşında. Eşi yıllar önce bırakmış gitmiş. 20 yaşındaki oğlu yanında ve yeni cezaevinden çıkmış. Çocuğu 9 ay cezaevinde kalmış. Kalçasından damar kopmuş ve ayağı sakat.

Zeliha 7 senedir eşinden ayrı. 2 çocuğu var. 9 yaşındaki oğlu zihinsel engelli. Rehabilitasyon merkezine giden çocuğu çok hırçın ve diğer çocuklarla sürekli kavga ediyor. Oğlu sürekli altına kaçırıyor. 7 yaşındaki kızı ise okula gidemiyor. Okul için gerekli olan hiçbir malzemeyi alamıyorlar ve kızı okula gidemiyor.

Zelal, yaşını bilmiyor. 6 çocuğu var. Eşi 4 yıl önce kanser olup ölmüş. Çocukları büyük ve hepsi evli. Çocukları aylık olarak kendisine 300 TL civarında para veriyorlar.

Leyla, 40 yaşında. Eşi 5 yıldır başka biri ile evli. Evlere temizlik yapmaya gidiyor. 3 çocuğu var. 12 ve 9 yaşlarında iki kızı ve 11 yaşında bir oğlu var. Ailesi çocuklarını istemediği için çocuklarına yalnız bakmak zorunda kalmış.

Songül, yaşını bilmiyor. 8 çocuğu var. En küçük çocuğu depremin olduğu gün doğmuş. 6 çocuğu öğrenci ama okula gidemiyor.

Eşi cezaevinde olan iki kadın ile tanıştım. Birinin eşi 4 yıldır içeride ve 15 yıl daha yatacak, diğerinin eşi 6 yıldır cezaevinde ve 2 yıl daha kalacak.

Bir de deprem zamanında da üzerinde durduğum durum ise yıkılan binaların kapıcılarının durumu idi. Orada da deprem öncesi kapıcılık yapan bir aile ile karşılaştım. Eşi iş bulamıyor ve kadın hasta olmasına rağmen el işi yaparak evin geçimini sağlıyor.

Bu insanların evlerine koyacakları malzemeleri 21 metrekarelik konteynıra girecek kadar, ev tutmak için hiçbir imkanları yok. Kira ücreti ödeyecek güçleri yok. Zaten deprem öncesi kötü koşullarda yaşayan bu insanlar deprem sonrası çok daha kötü duruma girdiler. Depremde enkaz altında kalmadılar ama devletin kötü politikaları sonucundaki açlık, sefalet ve işsizliğin altında kaldılar.