Etyen Mahçupyan 3 Ağustos 2014 tarihli Akşam Gazetesi’nde “Azınlıkların en hakiki sorusu” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Yazı Azınlıkların(1) Tek Parti döneminde yaşadıkları devletçi-bürokrat baskılarla yaşadıkları dışlanma sonucu kendi içlerine kapanarak ve Müslüman kitleyi küçük görerek bir nevi savunma mekanizması geliştirdiklerini ancak bu tutumun bugün “AKP’nin taşımakta olduğu ihtilalci değişim sürecinde halen çözemedikleri bir ikilemle karşı karşıya” kalmalarına yol açtığından bahsediyordu.

Mahçupyan’ın bu tezini bir takım tarihsel argümanlarla desteklemesinin yanı sıra Yahudi cemaatinin büyük kısmının Sözcü gazetesi okuduğu iddiasına dayandırması biraz şaşkınlık biraz da kızgınlıkla karşılandı. Özellikle İsrail’in Gazze’yi bombaladığı bir dönemde kaleme alınan yazı Yahudi cemaatini öne atmasıyla tahrik edici bulundu, bir de üstüne Erdoğan’ın “Affedersiniz bana daha kötü şeylerle Ermeni dediler” açıklaması gelince yazı iyice açığa düştü.

Mahçupyan bir yandan AKP yandaşlığı ve kalemşorluğu yapmakla diğer yandan ise Türk milliyetçiliğin Azınlıkları “Müslüman halkı aşağı gören Batı ile işbirliği içindeki kompradorlar” olarak betimleyen argümanlarını tekrarlamakla ya da özellikle Yahudileri öne atmasının toplumu onlara karşı tahrik edici olduğu şeklinde eleştiriler aldı(2). Türkiye Musevi Cemaati de Akşam Gazetesi’ne resmi bir mektup yazarak Mahçupyan’ın yazısının Museviler açısından toplumda yanlış düşüncelere yol açabileceğini ve antisemitizmi körükleyerek tehlikeli sonuçlar doğurabileceğini belirtti(3).

Bunun üzerine Mahçupyan 24 Ağustos tarihli “Azınlıkların en hakiki sınavı” başlıklı ikinci bir yazı kaleme aldı. Bu yazıda argümanlarını Yahudi cemaatinin Sözcü gazetesi okumasına dayandırmasının eleştirilmesine “Kullandığım ibare ‘neredeyse Yahudi cemaatinin tümü’ idi ve amacını aşan bir kesinlik ifade ediyordu. Kastım ‘Yahudi burjuvazisinin’ davranış kalıplarını irdelemekti”, yazının azınlıklara karşı tahriklere yol açabileceği eleştirilerine de “Bunu söyleyenler herhalde Müslümanların cahil oldukları için okuduklarını anlamayacaklarını ve/veya fıtraten zaten böyle davranabileceklerini varsayıyorlardı… Benim yazımdan tahrik olarak etrafa saldıran hiçbir Müslüman örneği duymadık” şeklinde yanıtlar verdi.

İlk yazı kendi içinde çok sorunlu olması, özellikle son bölümünün hiçbir geçerli veriye dayanmadan Musevi cemaatinin Sözcü gazetesi okuması üzerine kurulması ve Musevilere ayrılmasının siyasi konjonktür içerisinde anlamsız bir hedef göstericilik içermesi dışında Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrası kaleme alınan ikinci yazı ile birlikte düşünüldüğünde çok daha sıkıntılı hale gelmekte. İlk yazı Azınlıklara bir “soru” sorarken ikinci yazı Azınlıklar için bir “Sınav”dan bahsetmekte. Yani artık bir “doğru” bir de “yanlış” cevabı olan geri dönüşü olmayan bir durum ortaya çıkmaktadır. İkinci yazıda çok daha tehditkâr bir hal alan tartışma Azınlıklara şu tercihi dayatmakta;

“Azınlıklar bugün kendilerini Kemalist devletçilikle Müslüman duyarlılığı olan bir çoğunluk arasında sıkışmış hissediyorlar ve bir tercihe zorlanıyorlar. Bu tercihi yapmaktan kaçındıkları her an eski rejimin ve statükonun yanına savruluyorlar. Oysa gelecek öteki yönü işaret ediyor ve azınlık cemaatleri bunu idrak edemedikleri takdirde önümüzdeki süreçte daha da yabancılaşacaklar. Diğer bir deyişle korktukları başlarına gelecek… Kendi içlerine daha da kapanma ihtiyacı duyacaklar, kamusal alanın çeperlerine çekilecekler ve vatandaş olmaları daha da zorlaşacak.”

Mahçupyan, hükümet eliyle kamusal alan yeniden inşa edilirken Azınlıkların kendini bu alanın asli sahibi gören İslami kesime yanaşmalarını bu otoriter tutumun(4) gazabından korunmaları için tek yol olarak göstermekte. Aksi halde artık pozitif vatandaşlık haklarının dahi kullanımı tehlikeye girebilecektir.

Özetle Mahçupyan Türk siyasi tarihi içerisinde iki akımı referans almakta. Bunlar bir yanda devletçi-bürokratik-laik kesim diğeri ise “İslami” ya da “Müslüman duyarlılığı” olan bir kesim. Azınlıkların başına ne gelmişse İslami kesime de baskı uygulayan ilk kategorinin Tek Parti ve devamındaki vesayet döneminde gelmiştir. Bugün “Müslüman duyarlılığı” olan kesim AKP ile bir “ihtilal” gerçekleştirmektedir. Bu durum otoriterleşmeyi getirmektedir ancak bu otoriterleşme haklı görülemese de işlevseldir ve kaçınılmazdır. Azınlıklar da bu yeni dönemde yerlerini doğru seçmelidirler. Bunun yolu da kendi içlerine kapanıklıktan kurtulup “biz sizi aşağıladık” ama nedeni Müslüman görünen laiklerdi demeleridir. Karşılarındaki kendilerini “dinlemek isteyen ve birlikte üzülmeye hazır”, “Müslüman duyarlılığı olan” AKP tabanına açılma şansını kaçırmamaları gerekmektedir. Yani Yeni Türkiye kurulurken “köprüden önce son çıkışı” kaçırmamaları gerekmektedir. Aksi halde artık geri dönüşü olmayacak sonuçlar ortaya çıkacaktır.

Mahçupyan çözümlemesinde Türk modernleşmesinin ve geç-uluslaşma sürecinin ortaya çıkardığı iki akımı temel almaktadır. Oysaki bu iki akım da Türk modernleşmesinin ürünüdür ve taşıdığı benzer sorunları tabanına yaymaktadır. Bu noktada Türk modernleşmesinin bir eleştirisine girilmektense faydacı bir seçime gidilmesi önerisi çözüm getirmeyecektir. Geç-uluslaşma hareketlerinin başlıca iki politikası bir ulusal kimlik kurgulamak ve sermaye aktarımı yoluyla kendi burjuvazisini oluşturmaktır. Her iki akım da Anadolu’nun Türkleştirilmesi ve Müslümanlaştırılması süreciyle ortaya çıkan kimlik ve sermaye üzerinde oturmaktadır. Tek parti dönemi de kendi Azınlıklarını sevmiş hatta milletvekili yapmıştır, ikinci akımda kendi Azınlıklarını sevmiştir, milletvekili yapmıştır hatta belki de yakında AKP’den de Azınlık milletvekilimiz olacaktır. Üstelik ikinci akımın Osmanlı’daki referanslarının da Azınlıklar konusunda icraatları pek parlak değildir. “Yeni Türkiye” eski kurumların dönüştürülerek araçsallaştırıldığı bir mekanizma oluşturmaktadır. Bugün yaşanan laik-bürokratik-devletçi akımın çizdiği seküler-elitist kimliğin dönüştürülmesi ve bir elde biriktirilen sermayenin diğer ele transferi sürecidir. Bu sürecin dışlanan, ötekileştirilen, sömürülen halklara ve demokratik bir ortam arayan kimliklere bir fayda getirmesi beklenemez. Bugün Azınlıklar siyasi iktidarın gündeminde ve hedefinde değilse bunun nedeni kültürel, kimliksel ve sermaye olarak etkinliğinin olmamasındandır. Aksi bir durumda tarihin nasıl tecelli edeceği sabittir.

Mahçupyan’ın analizinde sorunlu gözüken bir diğer nokta ise Azınlıkların yekpare bir topluluk olarak görülmesi ve birlikte hareket eden bir unsur olarak var sayılmasıdır. Azınlıkların içe kapanık psikolojisi ve konuşmaktan kaçınması ise bugün halen kullanılması tartışmalı argümanlardır. Öncelikle, Azınlıkların bir kategori olarak kullanılması günümüzde tek başına pek olanaklı sayılmaz. Kabul edilen ve bu yazılarda kullanılan mite göre Azınlıklar, Cumhuriyet döneminde kendi içlerine kapanık, korunmacı topluluklar haline gelmişlerdir ve devletçi-bürokratik vesayetten çektikleri nedeniyle kerhen kendilerine karşı hep biraz daha serbest davranan Demokrat Parti-ANAP-AKP çizgisini desteklemişlerdir. Mahçupyan da artık bu “kerhen” desteklemenin yerini canı gönülden destekleme ve “Müslüman” kesimle bütünleşmenin almasını önermektedir. Bunun yolunu da evde ayrı dışarıda ayrı konuşan ikircikliliğin terk edilmesi olarak görmektedir. Öncelikle tartışmayı gayrimüslim azınlık – Müslüman çoğunluk eksenine taşımak Kemalist kategorileri yeniden üretmeyi getirecektir. Müslüman bir topluluğun yekpare başatlığından bahsedilirse diğer dinlerden gelen misafirler ancak “hoşgörülü” bir üstünlükle karşılanabilecektir. Böyle kategorilerle tanımlanmış bir toplum eşitlik, kardeşlik, bütünlük içerisinde kurgulanamayacaktır. Azınlıklar kendilerini “dinlemek isteyen” AKP tabanı ve Müslüman kesimlere “sizi zamanında ezen vesayetçiler bize de bunu bunu yaptılar” dedikten ve hoşlarına giden şeyleri dillendirdikten sonra eşit ve demokratik bir topluma ulaşılacağını düşünmek pek gerçekçi değildir.

Oysaki Azınlıklar bugün söylendiği gibi içine kapanık, kapalı kapılar ardında sohbet eden “ikircikli” topluluklar değildirler. Azınlık nüfusunun nispeten daha fazla olduğu, Türkiye ekonomisinin de sanayileşmemiş, kitle iletişiminin bu kadar yaygınlaşmamış olduğu bir dönemde çoğunlukla İstanbul’da toplanan, zanaat ve ticaret ile uğraşan, evde anadilini konuşan Azınlıklardan bahsetmek kolaydı. Böyle bir durumda gençler Azınlık okuluna gittikleri, henüz ortaokul-lise yıllarında usta-çırak ilişkisi ile baba mesleğine geçmekte oldukları, aralarında evlendikleri düşünülebilirdi. Ancak günümüzde sanayileşme, eğitim ve kitle iletişiminin yaygınlaştığı bir dönemde Azınlık gençleri henüz orta, lise yıllarında özel ya da Anadolu liselerinde okumakta, TV’nin girdiği evlerde Türkçe konuşmaya alışmakta, cemaat dışı ile iletişimi güçlenmekte, üniversitede diğer kimliklerden arkadaşlar edinmekte, kafa yapısı daha modern ve evrensel ilkelerle şekillenmekte, diğer gençlerle birlikte şirketlerde çalışma hayatına atılmakta ve karma evlilikler yapmaktadırlar. Açıkçası artık Azınlık gençleri inanıyorlarsa dinlerini, biliyorlarsa dillerini ve kimliklerini göz ardı etmeksizin toplumun bir parçası olarak hareket etmeyi tercih ediyorlar. Bu durumda Azınlıkları yalnızca kapalı bir getto gibi düşünmek pek de günümüze uygun düşmemektedir ve Mahçupyan çözümlemesini böyle bir varsayıma dayandırarak kendi dediği gibi “anakroni”ye düşmektedir. Üstelik artık bu konuda çok sayıda başvurulacak sosyolojik araştırma da mevcuttur(5). Doğrusu Azınlıklar bugün Mahçupyan’ın anlattığı gibi kapalı kapılar ardında daha iyi eğitim almış oldukları, servet birikimi yapmış oldukları için Müslümanları küçümseyen sohbetler yerine eğitim, entelektüel gelişme ve girişimcilikte ne kadar geri kaldıklarından dert yanmaktadırlar. Kapitalist devşirici eğitim sistemi içerisinde çocuklarını nasıl bir gelecek beklediğini kara kara düşünmektedirler.

Göz ardı edilen bir diğer nokta ise Azınlıkların bugün sanıldığı gibi yekpare bir topluluk olmamasıdır. Daha da ötesi kendi içerisindeki kompartımanlar (örneğin Ermeni, Süryani, Musevi, Rum cemaatleri) dahi yekpare değildirler. Bugün egemen-tabi olan ilişkisinden kaynaklanan bir kimlik davranışı var olsa da kendi içerilerindeki sınıfsal ve toplumsal farklılaşmalar hep gözden kaçırılmaktadır. Örneğin Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce gazetelerde ve sosyal medyada Ermeni toplumu ile ilgili iki haber okuduk. Bunların ilki Selahattin Demirtaş’ın İstanbul’da “farklı inanç grubu temsilcileri ile buluşması” idi ki bu toplantıya Ermeni, Yahudi, Rum, Süryani topluluklarının temsilcileri katılmıştI(6). Bu toplantı sonrası da özellikle bazı Ermeni ve Süryani kuruluşlarından Demirtaş’a destek açıklamaları geldi. Diğer haber ise Sabah Gazetesi’nde “Azınlıklardan Erdoğan’a tam destek” başlığı ile çıktI(7). Haberde özellikle Ermeni bazı zenginlerin ve vakıf yöneticilerinin Egemen Bağış ile yedikleri yemekte Erdoğan’a “sevgilerini” ilettikleri okunabiliyordu. Bu durumda Azınlıkları yekpare hareket eden bir grup olarak düşünmenin olanaklı olmadığı açıktır. Azınlık üyeleri de sınıfsal ve toplumsal konumları itibariyle ya da çıkarlarını gözeterek siyasi pozisyon alabilmektedirler. HDP içinde çalışan, yönetim görevleri olan, oy veren çok sayıda Azınlık olduğu gerçektir. Bu dönem bir Süryani Milletvekili, bir Belediye eş başkanı da vardır. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de özellikle Ermeni ve Süryanilerin ağırlıklı oy kullandığı sandıklarda Erdoğan ile birlikte ciddi oranda Demirtaş’a oy çıkmış olduğu gözlemlendi. Bundan sonra Azınlıkları bir sınıfsal - toplumsal analize tabi tutmadan yapılacak her değerlendirme sakat olma riskiyle karşı karşıyadır ve gerçeklere uymayacaktır.

HALKLAR YANLIŞ SEÇENEĞİ İŞARETLEMEMELİ

Sonuç olarak, Etyen Mahçupyan’ın da işaret ettiği gibi Türk siyasi tarihinde bir kırılmanın ve yeniden kurulmanın yaşandığı bir dönemden geçiliyor. Türkiye’nin önünde Mahçupyan’ın deyişiyle gerçek bir “sınav” vardır, halklar yanlış seçeneği işaretlememelidirler. Bu dönemde Azınlıklar yine Mahçupyan’ın dediği gibi pasif bir tutum benimsememeli ve “toplumsallaşma sürecinin parçası” olmalıdırlar. Ancak, seçilecek yol otoriter bir yapının ayrıştırıcı, ötekileştirici, resmi nefret söylemini yeniden üreten ve “benim yanımda yer almazsan seni kendi kuracağım kamusal alanın çeperlerine sürerim ve vatandaş olma şansını kaybedersin” diyen faşizan bir anlayışın sözcülüğünü yapmak değildir. Her türlü muhalif sesi gaz ve şiddetle bastırana, gencecik canlara gözünü kırpmadan kıymana alkış tutmak değildir. Hepimiz için doğru seçim tüm halklarla ve ezilenlerle birlikte demokratik, eşit, emeğe dayalı, her türlü ayrımcılığa karşı, çevreci mücadelenin bir parçası olmaktır. Kendi eşitliğimiz için seçimimiz her türlü ırkçılığa, yabancı düşmanlığına, dinsel hoşgörüsüzlüğe ya da bir kişinin etnik kimliği, uyruğu, engelliliği, yaşı, cinsiyeti, cinsel kimliği ya da cinsel yönelimine karşı her türlü ayrımcılığa karşı durmak olmaktır. Nefret suçunu sadece islamofobiye indirgeyen bir zihniyeti seçmemektir. Sivas’a “hayırlı olsun” dememek, Roboski’nin yanında olmak, Kadıköy - Lice hattında yürümek, 19 Ocak’larda “Katilleri neden koruyorsunuz?” diye sormaktır. Bölgemizdeki gerici, emperyalist saldırılara karşı ezilen, katledilen halklarla birlikte olmaktır. Yeni kamusal alan ancak okullardan, işyerlerinden, sokaklardan, forumlardan çıkabilir. Yalnız Azınlıkların değil tüm toplumun “korktuğunun başına gelmemesi” için “gelecek bu yönü göstermektedir”.

______

[1] Bu yazıda “Azınlık” E. Mahçupyan’ın yazılarında kullandığı şekilde Türkiye’deki gayrimüslim azınlıklar anlamında kullanılacaktır.

[2] Foti Benlisoy, Azınlıkların değil, Mahçupyan’ın “en hakiki sorusu”, http://fotibenlisoy.tumblr.com/post/93778567704/az-nl-klar-n-degil-mahcupyan-n-en-hakiki-sorusu; Hektor Vartanyan, Bir “Hidayet” olarak Etyen Mahçupyan, http://www.harfvolver.com/2014/08/05/bir-hidayet-olarak-etyen-mahcupyan/

[3] http://www.turkyahudileri.com/content/view/3174/287/

[4] Etyen Mahçupyan, Meselenin adını koyalım, Zaman Gazetesi, http://www.zaman.com.tr/etyen-mahcupyan/meselenin-adini-koyalim_2198468.html

[5] Örneğin http://www.norzartonk.org/?p=89

[6] http://www.evrensel.net/haber/88222/demirtas-herkesin-hakkini-savunmak-icin-adayim.html

[7] http://www.sabah.com.tr/Gundem/2014/08/08/azinliklardan-erdogana-tam-destek